"Her stratejinin zarar kaydı olacaktır, ama emin olun
öğrencileri kazanacak, derslerimize bağlayacak her strateji kendi kayıplarından
kat kat fazla kazanç sağlayacaktır herkese..."
Elinizde bir güç olsa, sizin yapabileceğiniz herhangi bir şeyle
mutlu olacak onlarca insan olsa, o gücü nasıl kullanırsınız?
Bu soruyu kendime sormuştum, ama bu mesleğe başladığımda değil;
öğrenci iken. Üniversite son sınıfta, yaklaşık on yıldır yardımcı doçentlikten
doçentliğe geçememiş, üniversitedeki egemen siyasî baskının kıskacında denge
noktalarını kaybetmiş, Eğitim Fakültesi Matematik Bölümü'nün tek akademisyeni
olan öğretim üyesinin vermediği beş puanla yaşadığım bir yıllık stres süresince
sormuştum kendime.
Beş soruluk sınavın üç sorusunu büyük bir özgüvenle, önlü-arkalı
üç kağıda cevaplamış ve bana yeter diyerek diğer sorulara bakmamıştım bile. Bir
soru iki sayfa sürüyordu. Sınavdan da erken çıkmıştım, kağıdı verdikten sonra
kapıdan çıkıyorken aklıma gelmişti o dehşetli ihtimal. Acaba demiştim, ön
sayfadan arka sayfaya geçerken, payla beraber paydayı da arka tarafa taşıyarak
mı teoremin ispatını tamamladım, yoksa paydayı unuttum mu? Pay ve payda tam
olarak bir satır uzunluğundaydı.
Kompleks Analiz'de bir teorem...
Sınav süresinin bitmesini sabırsızlıkla beklemiştim. Dört
dönüyordum sınıfın dışında. Kalmam demek, ikinci dönemde muhtemel bir derse
takılmam ve her iki dersle okulu bir yıl daha uzatmam demekti. İkinci dönem
boyunca tedirgin olacak ve bir tek dersten bile kalmamak için çabalamak zorunda
kalacaktım.
Sınav bitti ve Hoca odasına doğru gitti. Ben de peşinden. Durumu
anlattım, kağıda bakmak istediğimi söyledim. "Bakalım" dedi; baktık.
Ben paydayı arka tarafa geçmeyi unutmuşum ve ispatı öyle tamamlamışım. Artık
yapacak bir şey yoktu; altmış puan alamayacaktım ve kalacaktım.
Hoca, kağıda şöyle bir baktı ve "Teoremi bildiğin belli, dalgınlıkla unutmuşsun paydayı, ama..." dedi. "Ben bu kağıda 60 puan vermem, versem versem 55 puan veririm"
Hoca, kağıda şöyle bir baktı ve "Teoremi bildiğin belli, dalgınlıkla unutmuşsun paydayı, ama..." dedi. "Ben bu kağıda 60 puan vermem, versem versem 55 puan veririm"
Hoca'ya sakince bakmıştım ve şöyle demiştim: "Son sınıfım ve tek dersten kalıyorum Hocam?" O da hiç
istifini bozmadan, "Olabilir" demişti. "Teşekkür ederim"
demiş ve odasından çıkmıştım.
Aynı Hoca ikinci dönem de Kompleks Analiz'i geçtiğim halde DOS dedikleri Bilgisayar dersinden beni bütünlemeye bırakmıştı. Yani ikinci dönemin sonuna kadar yaşadığım stres sonuç vermişti, bütünlemede Bilgisayar dersinden geçemezsem bir yıl uzayacaktı okul. Her dönemden bir ders, toplamda iki dersle bir sürü masraf ve gecikmiş bir hayat.
Aynı Hoca ikinci dönem de Kompleks Analiz'i geçtiğim halde DOS dedikleri Bilgisayar dersinden beni bütünlemeye bırakmıştı. Yani ikinci dönemin sonuna kadar yaşadığım stres sonuç vermişti, bütünlemede Bilgisayar dersinden geçemezsem bir yıl uzayacaktı okul. Her dönemden bir ders, toplamda iki dersle bir sürü masraf ve gecikmiş bir hayat.
Sınıfa kucaklayarak bir bilgisayar bir de klavye getirirdi, elli
kişi uzaktan bakardık; o algoritmalar falan yazardı, herkes ezberlerdi. Geçmek
için ezberlemiştim ben de algoritmaları... ama bir tek satırı, bir tek komutu
yanlış yazdığında sorunun tamamı gidiyordu. Çünkü; hangi komut ne işe yarar
uygulayıp öğretmiyordu, algoritmanın aşamalarını izleyemiyorduk.
O yaz bir bilgisayar bulup tüm algoritmaları yazıp çalıştırmayı
öğrenmiş ve girdiğim bütünleme sınavında yüzlük kağıt vermiştim. Gerçi Hoca yüz
yerine seksen beş vermişti, ama geçmiş ve tek ders sınavına girme hakkı elde
etmiştim. Geçen yıl kaldığım ders için bir yıl sonra Eylül'de Tek Ders Sınavı'na girmiştim.
Hemen hiç çalışmadan, sadece yüzüne bakarak Kompeks Analiz'den
sınava girdiğimde, benle ve sınıf arkadaşlarımla beraber aftan yararlanmış sekiz
yıllıklar da vardı; sınıf doluydu.
On soru sormuştu, bir tanesi ikinci dönemin konularındandı. On sorunun onunun da cevabını biliyordum. Ama itiraz ettim; "Bu soruyu soramazsınız" dedim. Çaresiz kaldı, "Onun yerine istediğiniz bir soruyu yazıp cevaplayın" dedi. "Hayır" dedim. "Sizden iyilik istemiyoruz, soruyu tahtaya yazın, hepimiz cevaplayalım"
Sınıf homurdanmış ve bana kızmıştı. Dönüp onlara da kızdım: "Ne arıyorsunuz siz burada, kaç yıllıksınız?
On soru sormuştu, bir tanesi ikinci dönemin konularındandı. On sorunun onunun da cevabını biliyordum. Ama itiraz ettim; "Bu soruyu soramazsınız" dedim. Çaresiz kaldı, "Onun yerine istediğiniz bir soruyu yazıp cevaplayın" dedi. "Hayır" dedim. "Sizden iyilik istemiyoruz, soruyu tahtaya yazın, hepimiz cevaplayalım"
Sınıf homurdanmış ve bana kızmıştı. Dönüp onlara da kızdım: "Ne arıyorsunuz siz burada, kaç yıllıksınız?
Soruyu tahtaya yazdı ve ben
iki saatlik süresi olan sınavı yirmi dakikada bitirip kağıdı Hoca'ya verdim.
Kapıdan çıkarken arkamdan seslendi: "Evladım, bu son şansın, niye erken
çıkıyorsun?" "O sizin sorununuz değil, sizi ilgilendirmez"
diyerek tersledim ve sınıftan çıktım.
Yine yüzlük kağıdıma yüz vermemiş, seksenbeşte bırakmıştı. Elliyle
geçiyordum... Kızdım hakkımı tam vermediğine ama... Haziran'da alacağım Diploma'yı
Eylül'de aldım. Bahçede durup Fakülte Binası'na bakarak neler söylediğimi hiç
unutmam...
Mesleğe başladığımda da merhametsiz bir güç sahibinin sebep
olacağı faciaları biliyordum ve yirmi bir yıl boyunca bunu düşünerek not verdim
öğrencilerime.
Az önce dokuzuncu sınıflardan birinin ikinci sınav kağıtlarını
okudum ve e-okul'dan sisteme girdim. İkinci sınav sonuçları, zümremizin ilkesiz
tutumu sayesinde berbattı. Sorular kaprislere kurban gitmiş ve öğrencilerin
sekiz yıllık temel eğitimden getirdiği yetersizliklerini yüzlerine sert bir
şekilde vuracak bir stratejiyle hazırlanmıştı. Arkadaşlara göre işi sıkı tutmak
gerekiyordu ve öğrencilerimizi zorlamalıydık...
Eğitim psikolojisi ve sosyolojisinden habersiz fen-edebiyat mezunu
meslektaşlarımla uzun yıllardır mücadele ediyorum, hem kendilerini
geliştirmiyorlar hem de çok acımasızlar ve eğitimci perspektifinizle
önerdiğiniz stratejilere karşı duruyorlar.
Haklı olsalar neyse, ama her
seferinde idarecilerden işittikleri azarla eksen değiştiriyorlar. Eleştirdiğim
davranışlarından pişmanlık duyduklarını belirterek, "Haklıymışsın"
dedikleri halde bu söylemleri davranışa dönüşmemiş olduğu için tekrar başa
sarıyorlar. Çünkü meslekleri öğretmenlik değil, devletin onlara bahşettiği ve
tepe tepe kullandıkları öğretmenlik hakkına saygı gösterip kendilerini
geliştirmeleri beklendiği halde kasılıp duruyorlar ve öğrencilerini kastıkları
gibi, meslektaşlarını da kasıyorlar. İstisnaları elbette var, ama bu da
genel durumu değiştirmiyor maalesef.
2014-15 Eğitim-Öğretim Yılı'nın dokuzuncu sınıfları yirmi bir
yılda gördüğüm en özelliksiz sınıflar. Bu doğru; ama yapabileceğimiz çok şey
var. Bir dönem boyunca herkesi uyardığım halde, aldığımız tedbirler yeterli
olmadı, çünkü herkes eski alışkanlıklarıyla dokuzlarda temel davranışları
kazanılmış olarak görmek istiyordu.
Denklem bile çözemeyen, sayı kümeleri arasındaki farkları bile
bilmeyen ve en acısı gün içinde öğrendikleri her şeyi o gece unutup ertesi gün
okula gelen öğrencilerimiz var; maalesef durum bu. Ama durum bu diyerek,
sistemin, toplumun, ailelerin tüm yükünü bu ondört-onbeş yaşındaki çocukların
ruhuna boca edemeyiz. Eskisi gibi bir değil, iki değil, üç değil böyle
öğrencilerin sayısı; artık sınıfların tamamı böyle.
Ezberleyerek geldikleri bugüne hazır değiller ve eğer biz acımasız
davranırsak asla hazır olmayacaklar ve birer birer dökülecekler. Yanlış
yetiştirilmişler çünkü; her öğretmen başından savmış onları; sınavdan önce
çözdükleri sorulara eş sorular sorarak ya da
bol bol performans-proje notu vererek geçiştirmişler. Şimdi önümüzde
büyük bir sorun var; bu çocuklar için ne yapabiliriz?
Gün içinde, diğer dokuzuncu sınıfın yazılı kağıtlarını okumaktan dolayı yaşadığım kızgınlık az önce performans notlarını
girdikten sonra geçti. Meslektaşlarımı aşamadım, ama elimde bir güç daha vardı;
adil bir dağılımla performans notlarını verdim; eğer bu gece akıl edip e-okula
girerlerse bir kısmı gece huzurlu bir uyku çekecek ve biliyorum ki çoğu ikinci
döneme kararlılıkla girecekler.
Onlara değişmeleri için gerçek bir fırsat veriyordum. Bugüne dek bu fırsatı kullanmayan çok az öğrencim oldu.
Onlara değişmeleri için gerçek bir fırsat veriyordum. Bugüne dek bu fırsatı kullanmayan çok az öğrencim oldu.
Meslektaşlarıma tavsiye ediyorum; yeni nesil sorumluluk duyguları
aileleri, öğretmenleri, toplum ve devlet tarafından çalınmış bir nesil, onlar
için özel stratejiler belirleyin ve ısrarla bu stratejilerinizi uygulayın, gerektiğinde teknik ve yöntem değiştirin; göreceksiniz başarılı olacaksınız.
Onlara sorumluluk duygusu ile tanışmaları için de fırsat vermemiz gerekiyor.
Onlara sorumluluk duygusu ile tanışmaları için de fırsat vermemiz gerekiyor.
Elimizde bir güç var; bu gücü israf etmeden,
suistimal ettirmeden kullanabiliriz. Bu gücü öğrencilerimizin lehine, onlarla
pazarlık yaparak kullanabiliriz. Nihayetinde kazanan biz olacağız, çocuklar ve
aileler olacak, toplum olacak, yanlış stratejiler izlese de devlet olacak. Her
stratejinin zarar kaydı olacaktır, ama emin olun öğrencileri kazanacak,
derslerimize bağlayacak her strateji kendi kayıplarından kat kat fazla kazanç
sağlayacaktır herkese...
Lütfen merhametinizi dar düşüncelerde kaybetmeyin. Âdil olun ve
terazinizi geleceği de düşünerek kullanın. İşiniz kolay değil, ama
zorlaştırmamak da sizin elinizde.
Mustafa Eyyüboğlu, YirmiDokuz Aralık İkiBinOnDört – Yirmisekiz