بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim
Bismillahirrahmanirrahim
“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür.
***
Tasavvufçular
şurada, burada ve her yerde İslâm için tuzak kurmaktadırlar. Kendi kitaplarına
sarsılmaz bir inada dayanan imanla inanırlar. Bu inanç bütün kalplerini,
duygularını, düşüncelerini ve zihinlerini istila ederek esir gibi kıskıvrak
bağlar.
Bir
hurafe veya mitolojiye işaret eden her harfine inanır, bir saçmalığı yayan her
kelimeye kutsal bir kitabın ayetleri gibi bağlanırlar. Ancak onlar için sevgi
beslemiş, onları sevmiştir. Ahtapotları ancak onunla kalpleri kuşatmıştır.
Ruhların hayat damarlarını ancak örümceklerinin zehirli salyaları kurutmuştur.
Ama ne zaman müminlerle karşılaşırlarsa, kitaplarına bu hurafe ve sapık
şeylerin sonradan sokulduğunu iddia ederler. Fakat şeytanlarıyla baş başa
kaldıklarında da "Biz müminleri saptırıyoruz" derler.
Böyle
değilse, tağutlarıyla beraber, bütün tasavvufçulara sesleniyorum, acaba
onlardan bir tek kişi inandıkları kitaplarının asılsız ve sonradan
uydurulduğunu yahut bu kitaplara inanmadıklarını söyleyebilir mi? Veya bu
kitapların dolup taştığı küfürleri reddettiğini söyleyecek bir yiğit
aralarından çıkar mı? Yahut bu kitapların sonradan uydurulduğu veya başkaları
tarafından onlara bu saçmalıkların karıştırıldığına dair birileri bize bir
delil, bir belge veya bir şahit getirebilir mi?
Bütün
dünyaya ilan ediyor ve iddia ediyorum ki, bu kitaplar sonradan uydurulmuş veya
onlara başkaları bu saçmalıkları karıştırmış değildir. Gerçek tarih buna
şahittir, sahih naklin tevatürü buna tanıktır.
Bununla
beraber onların uydurulduğunu veya başkaları gibi şeyleri bazı onlara
karıştırdığını varsayalım. Sizler bunlara bağlanıp meyhanecinin şaraba, kadehe
ve kafayı bulmaya inandığı gibi inandıktan ve kutsal birer kitap gibi üzerinde
titredikten sonra, başkaları tarafından uydurulduğu veya ilaveler yapıldığını
kabul etmek neyinize yarayacaktır!
Ama
sonradan uydurulmuş yahut yabancı şeyler karıştırılmış, savunması elinizdeki
son zırhtır. Yıldırım çarpmışa çeviren hakkın darbesi karşısında şaşkına dönen
ve kaçacak delik arayan tasavvufçuların sığındığı son sığınak!
Aslında
bu iddia, suçlunun işlediği cinayetin cezasından kurtulmak için iftira ettiği
yalan bir şahitlikten başka bir şey değildir. Zira bugüne kadar hiçbir
tasavvufçunun bir tasavvuf kitabında söylenen hurafe ve sapıklıkların İslâm'a
aykırı olduğunu ve reddedilmesi gerektiğini söylediği görülmemiştir. Böyle
söyleyenler olmuşsa, bunlar ancak göstermelik tasavvufçular veya tasavvuf
bataklığında henüz batmamış olanlardır.
Kitaplarında Yazılanların Sırlar
ve Semboller Olduğunu İddia Etmeleri
Tasavvuf kurbanlarından bazıları da bu
kitaplarda söylenen şeylerin sırlar ve semboller olduğu, gaybın gizliliklerini
kendilerine açtığı ve sırlarını kutsadığı veya Allah'ın kendileri için yüce
perdeleri kaldırdığı için arşının altında secdelere kapanarak vahyini dinleyip
nesir ve şiirlerinde sırlar ve semboller halinde tescil eden kişilerin ancak
bilebildiğini iddia ederler.
Bu
kişilere şunu belirtmek lazımdır; Kur'ân'ın sıfatlarından biri de insanlara bir
beyan olmasıdır. İnsanlardan da âlimler ve cahil olanlar vardır. Kimileri okuma
yazma bilmez, kimileri de okuryazardır. Buna rağmen Allah Kur'ân'ı bütün bunlar
için bir beyan ve herkesin Rabbine basiret üzere kulluk etmesi için anlaşılır
bir şekilde kılmıştır. Ama tasavvufçular kitaplarının gizlilik perdesiyle
örtülü semboller ve gaybın büyüsüne sarılı sırlar olduğunu söylüyorlar.
Sormak
lazım: Müphemlik ve kapalılık sembolleriyle örtülü ve bir yüzü küfür taşıyan
son derece kapalı sırlarla Allah'a nasıl ibadet edilir? Kişinin tamamen meçhul
ve sır küpü şeylerle Allah'a ibadet etmesi caiz midir? Allah'ın Kur'ân'da teşri
buyurduğu ve Resulüne vahyettiği şeylerin dışında şeylerle Allah'a ibadet olur mu?
Tasavvufta İlahi Varlığın
Aşamaları
Tasavvufçular ilahi varlığın aşamaları ve
mertebeleri yahut tenezzüle (indirgenme) yahut taayyunât (muayyen kişiliğe bürünme)
yahut nispetler yahut izafât (katılım)ları olduğuna inanırlar. Bütün bunlar
aynı hurafenin ifadesinden başka bir şey değildir.
Bu
mertebelerin ilki körlük (boşluk)tur. Bu aşamada ilahi varlık hiçbir sıfatla
tavsif edilmez, bir isimle isimlendirilmez, bir tarif veya bir resim ile tarif
edilmez.
Gümüşhanevi bunu şöyle dile getirir:
"Bizzat
kendisinin olması açısından ilahi hakikatin kalış müddeti belirli değildir.
Çünkü bizzat kendisinin olması açısından ne bir vasfı, ne bir resmi vardır. O
körlük (belirsizlik)tir. Zira herhangi bir sıfatla taayyün etmeden (belirlilik
kazanmadan) hiçbir şekilde bilinmesi mümkün değildir. Bu taayyünlerin (belirli
oluşların) ilki kendi zatını bilmesidir. Bu sıfat onun hiçbir sıfatı bulunmayan
ilahi seviyeden sıfat ve isimleri bulunan vahidiyyet seviyesine inmesidir. Buna
"hazreti ilahiye" (ilahi huzur) adı verilir."
Gümüşhanevi'nin
sözlerini olduğu gibi naklettim. Tasavvufçulara insaf gözü ile baktığımızı ve
kendilerini ancak kendisiyle bilinmekten hoşnut oldukları şeylerle
adlandırdığımızdan herkesin emin olmasını istiyoruz.
Bu
aşamada tasavvufun ilahı mutlak vücut (varlık) olarak isimlendirilir. Ama
en-Nablusi tecride kendisini mutlak yokluğa götüren aşırı tecritliğiyle bu
aşamada varlığı mutlaklıktan da soyutlamaktadır.
Çünkü;
ona göre ilaha mutlak demek de bir kayıttır yahut bir sıfattır. Böyle olursa o
zaman mutlakın mukayyet ve mukayyetin mutlak olması gerektiğini söylüyor. O
takdirde iki vasfı çelişki arasında gider gelir ve ilahın bir sıfatı olması
gerekir. Hâlbuki bu aşamada her türlü isim ve sıfattan tamamen soyuttur. Bu
körlük yahut mutlak varlık bir surette taayyün etmeyi dilemiş, böylece hem
kendini bilmek hem de bilinmek istemiştir.
Onun için Hakikatı Muhammediyye suretinde taayyün etmiştir.
Bu şekilde hakikat-ı Muhammediyye ilahi zatın
ilk taayyunu yahut birleşiklikten sonra ilk ayrılık yahut mutlaklıktan varlığın
mukayyetliğe geçişi yahut körlükten ehadiyyete sonra vahidiyyete geçmesi
olmuştur.
O halde
tasavvufçuların Allah'ın ilk taayyünü olduğunu söyledikleri Hakikati
Muhammediyye inancı nedir?
Puran Tilmiz, 08.01.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf;
Bir Düşünce Virüsü