"Ey
kardeşim çevrene bak! Senin sözcülüğüne soyunmuşlar arasında ünsiyet
kurabileceğin bir tek kişi var mı?"
Ey
kardeşim!
Ey kendini “Şakirdân” diye tanımlayan kardeşim artık ses ver! Bu kere ses ver!
Ey kendini “Şakirdân” diye tanımlayan kardeşim artık ses ver! Bu kere ses ver!
Hatırla
ki, dün de sana içinde bulunduğun grubun üst yapısıyla ilgili kuşkularımı dile
getirirdim. Sen hep bir açıklama bulurdun. O açıklamalar senin akıl süzgecinden
mı çıkandı, kulağına fısıldananlar mıydı bilemiyorum.
Ve fakat
bu gün ferasetine güvenmek istiyorum. Bugün olsun ferasetli davranmanı
bekliyorum. Çektiğin çilelerden habersiz olmadığımı bilirsin. Elinde avucunda
olanı hiç tereddüt etmeden paylaştığını bilirim. Paylaşırdın.
Sana “Ya
kardeş herkese dokunan, herkesi derdest eden bu ceberrut devlet içinde
bulunduğun gruba dokunmuyor, tersine yolunu açıyor, bunda bir terslik görmüyor
musun?” derdim. Bunları yetmişli, seksenli, doksanlı yıllarda derdim. Buna
şahitsin! Sen bu sözlerime “O dokunulanlar iktidar talebinde oldukları için
dokunuluyor!” cevabını verirdin. Ben de “İyi ama senin kaynağından beslenen,
senin üstadının eserleriyle neşvü nema bulanlara da dokunuyorlar, onların da
iktidar talebi yok! Onlara niye dokunuyor?” dediğimde bu kere sadece dudak
büküyordun.
Ey
kardeşim, bugün de dudak büktüğünü görüyorum. Bari bugün dudak verme! Ses ver!
Dün seni
aşağılayanlar, çölde kalmışlar, hep ekşi olmuşlar bir avuç suda seni boğmaya
kalkarken bugün senin üst yapın bunlarla sarmaş dolaş! Bunu olsun görmüyor
musun? Hiç demiyor musun biz mi değiştik yoksa bizi boğmak için çırpınanlar mı
değişti? Ben sorayım dün seni aşağılayanlar mı değişti senin üst yapın mı?
Söyle bana onlar senin sözcün olabilir mi? Yoksa o adamların o gün de adil
olduklarını bugün de yanınızda duruşları bu adalet anlayışlarının bir gereği mi
sanıyorsun?
Sen de
iyi bilirsin ki, onlar hiçbir dem adil olmadılar. Adalet onların lügatlerinde
yoktur. Onları sen de benim kadar bilir, tanırsın, onların senin üst yapınla
sarmaş dolaş olmaları seni incitmiyor mu?
“Üstadım”
dediğin kişiyi yerden yere vuranlar bunlar değil miydi? Üstadım, dediğin kişiyi
zindanlarda süründürmek için bunlar canhıraş mücadele etmiyor muydu? Onlar o
gün zalimdi de bugün nedamet mi getirdiler?
Ey Şakirdân
kardeşim, bu sorular hiç mi aklının kıyısından köşesinden geçmiyor? Hiç mi
yatağına yattığında muhasebe etmiyorsun? Muhasebeye gerek yok mu diyorsun? Bu
kadarı fazla değil mi? Bu kadarı zulme rıza göstermek değil mi? Zulme razı
mısın? Dünkü zulümleri bir şekilde izah ediyordun kendine belki ve fakat şimdi
zalimlerle bir arada olmayı nasıl izah ediyorsun? Sahi hiç mi demedin kendine
“Ya bir dakika Beyrut kasabı nasıl büyük devlet adamı olur? Bunu söyleyen nasıl
benim sesim olur?”
Ey
kardeşim çevrene bak! Senin sözcülüğüne soyunmuşlar arasında ünsiyet
kurabileceğin bir tek kişi var mı? Bu sözcüleri sen zor zamanlarında hiç
yanında gördün mü? Senin sözcülerin senin sözcüklerinle konuşuyor mu? Bir bak
dilleri sana benziyor mu? Senin ak dediğine onlar hep kara dedi, senin kara
dediğin her şeyi aklamak için bütün bir ömürlerini tüketti bugün senin adına
konuşanlar! Bu sana bir şey söylemiyor mu? Buradan olsun bir şeyler
yakalayamıyor musun?
Ne olur
azıcık kendine sor! Ne olur aklın abin olsun, abin aklın olmasın artık! Bir
kere de kendin konuş! Bir kerede kendin sor kendin cevabını bulmaya çalış!
Gasıp, zalim İsrail yanlısı demeçleri kendin sorgula! İnsanların en aziz, en
gizli görüşmelerini hallerini kaydedenleri savunmak sana düşer mi? Sen kendine
yakıştırsan da billah ben sana bunu yakıştıramıyorum! Yakıştıramam!
Yakıştırmıyorum!
Bu kere
kuşkularımı, sorgularımı kendin cevaplamaya çalış ne olur! İşte bak kardeşlik
hukuku için yalvarıyorum sana! Sen insanların mahremine uzananları savunamaz
aklayamazsın!
Sen
kasaplara büyük devlet adamı, diyemezsin, demezsin. Diyenleri arkalayamazsın!
Artık yeter şu sığındığın “Hikmeti vardır!” virdine. Bu pespayeliğe bir son
ver! Son vermelisin. Aldatıldığını, heba edildiğini, ömrünün çalındığını gör
artık! Samimiyetini sömürdüler bunu anla artık!
Bir
saatlik bir tefekkür bin yıllık ibadete bedeldir, denir bilirsin. Ne olur
kendin olarak, bildiklerini bir tefekkür et. Bizatihi kendin mi elde etmişsin,
akıl süzgecinden geçirerek sahip olmuşsun, yoksa kulağına fısıldananlar mı?
Bunu olsun tefekkür et! Buncacık olsun yap! Olup bitenler üzerine olan
yargılarının sahibi sen misin? Bunu sor kendine! Bu yargıları hazır mı buldun
yoksa kendin mi vardın?
Hangi yargının sahibisin bir bak! “Akletmez
misin!” buyruğu ilahi bir buyruktur, senin bu buyruktan muaf olduğunu kim
söyleyebilir? Hem söylense de sen bunu nasıl kabullenirsin? Hiçbir güç,
Allah’tan başka hiçbir güç seni, beni, bizi ilahi buyruklardan men edemez! Buna
kimsenin kudreti yoktur. Öyle ise aklet kardeşim! Bildiklerin, gördüklerin, yaşadıkların
üzerine azıcık aklet!
Sana
fısıldanan yargılar yerine kendin bul! Kendin gör! Başkasının gözleriyle
gördüğün yeter! Başkasının aklıyla düşündüğün yeter! Başkasının ağzıyla
konuştuğun yeter! Kendi akıl süzgecinden geçirdikten sonra hala “aynı yargıları
taşıyorum!” dersen, sadece aynı yargılara nasıl ulaştığına dair akıl yürütme
safhalarını ister ve dediğin gibiyse sadece susarım! Hiç değilse yargılarının
sahibi olarak mücadele ederim seninle. Zira dünden beri bir kuklayla mücadele
edişim yeterince yordu beni!
Yoruldum!
Fikri Muhayyer, 25.01.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Söylev