29 Ocak 2015 Perşembe

SA1121/KY5-PT43: Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü/ A-Nazarî Tasavvuf- Tasavvuf Şeyhleri ve Kerametleri

 بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim

“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür. 

***


Şeyhleri Tanrılaştırma ve Onlara Kulluk Etme:

Tasavvufçuların İslâm'dan en fazla saptığı konulardan biri de, şeyhlerini Allah'tan başka tanrı gibi görmeleri veya göstermeye çalışmalarıdır. Müridin şeyhin karşısında zelil, dilini yutmuş, iradesiz, düşüncesiz ve gassalin elindeki cenaze gibi olmasını şart koşmuştur. Bu alçaltıcı kulluğu da, müridin şeyhine bağlılığı, sevgisi, itaati ve Kutsi makamlara yükselişinin açık alameti saymıştır. Şeyhine karşı bu şekilde yaşayan ölü gibi olmayan müritlerin helak olacağını ve manevi makamlarda yükselemeyeceğini söylemiştir.

Bakınız, Tayfur (Ebu Yezid) el-Bistami bunu nasıl dile getiriyor: 

"Üstadı (şeyhi) olmayanın imamı şeytandır."

Letaifu'l-Minen sahibi de bunu şöyle ifade ediyor: 

"Şeyhlerin silsilesine kendisini ulaştıracak ve kalbinden perdeyi kaldıracak üstadı olmayan kimse, sahipsiz bir sokak çocuğu ve nesebi belirsiz bir kişidir."

Şeyhine karşı müridin âdabını belirleyen Muhammed Osman'ı da dinleyelim:

"Geçtiğin her halde şeyhini görmen ve bunun onun vasıtasıyla olduğunu bilmen gerekiyor. Adabın biri de namazda oturur gibi huzurunda oturman, onda fena bulman, seccadesine oturmaman, ibriği ile abdest almaman ve bastonuna dayanmamandır. Ermişlerden birinin şu sözünü dinle: Şeyhine "Niçin?" diye soran kimse felah bulmaz. İmajını kalbinden ve hayalinden sakın çıkarma. Biran olsun ondan gafil olursan, bilki bu senin bedbahtlığındandır. Onda fena makamına erişmeye çalış, böylece onda beka makamına erişirsin."

Tasavvufçular müridin emir veya yasak hiçbir isteğine muhalefet etmemesini emretmektedir. Hz. Peygamber'in sünnetine açıkça muhalefet ettiğini görse bile, şeyhin hiçbir arzusuna muhalefet etmemesini söylerler.  Müridin şeyhin avucunda kalması, malını, ırzını ve insanlığını sömürebilmesi için tasavvufçular, eş-Şarani diliyle, şeyhine başka şeyhi ortak koşan kişinin Allah'a da ortak koşmuş olacağını kararlaştırmışlardır.  Şeyhinin tarikatından başka tarikat seçen veya onun istediği yoldan gitmeyen kişinin dinden çıkacağını da söylemişlerdir.

Tasavvuf kitapları insanın şeref ve haysiyetini yerle bir eden, aşağılık, rezil ve sefil bir dereceye düşüren, zalim ve edepsiz her türlü ayağın altında çiğnenmesini sağlayan, kısaca insanı Allah'ın verdiği insani değerlerden ve izzetten yoksun bırakın bu tür saçmalıklar ve hurafelerle doludur.

Bunun neticesidir ki tasavvufçular tapanlar ve tapılanlar diye iki kısma ayrılmaktadırlar. Yine bunun neticesidir ki bu uyuşturucu saçmalıklarla melankoli olmuş nice yaşlı insanların henüz beşikte altını pisleten çocukların ayaklarına yüz sürdüklerini, şeyh evladı veya mukaddes soyun mübarek nesli diyerek mesih aleyhisselam gibi daha beşikte kerametlerle konuşturduklarını görürsünüz. Tek sebebi de tarikat şeyhi efendisinin oğlu olmasıdır. Çünkü sırrı onda, rabbaniyeti onu kutsallaştırmaktadır.  

Bütün tasavvufçuların şeyhlerinin her söylediğinin Allah'ın bir vahyi olduğuna inanarak Allah'ın dinine muhalefet etmelerinin sebebi de bu zihniyettir. Çünkü inançlarına göre şeyhlerinin kalbleri Rahman'ın üzerinde istiva ettiği tahtlar, azamet ve büyüklüğünün gökleri, cemalinin tecellileridir. Hidayetini aleme saçtığı ve vahyini insanlara kendisinden ulaştırdığı kutsal yerlerdir.

El-Kuşeyri şöyle diyor: "Kim bir şeyhe intisap eder ve kalbi ile ona itiraz ederse, intisap ahdini bozmuş ve kendisine tevbe vacip olmuş olur. Çünkü şeyhler, "Üstadların hakları için tevbe geçmez" demişlerdir."

Tasavvufçular Niçin Kabirlere Tevessül Ederler?

Tasavvufçuların kabirlerle tevessülü konusunda şeyh efendi ile tartışmaya gerek yoktur. Çünkü tasavvufçuların ve tasavvuf kurbanlarının işlediği en basit ve en açık putperestliklerdendir.  Tasavvuf kâhinleri de, kabirde yatana duydukları sevgiden değil, belki kabrinde putlaştırılan kişiler için toplanan kurbanlar ve sunulan adakların hatırı için ona sevgi ve saygı gösterisinde bulunur ve medetler umarlar. Çünkü geçimleri ve saltanatları bu sapık dine dayanmakta, insanların kaderlerinde bu sömürü otoritesiyle tahakküm etmektedirler.

Kabirleri kutsallaştırma ve onlarla tevessül konusunda bir de oryantalistleri dinleyelim;

Goldziher şöyle diyor: "Eski dinlerden birçok unsurlar İslâm'a geçmiştir. Evliyanın kutsallaştırması şeklinde birçok şekillerde bu kalıntılar varlığını sürdürmüştür. Gerçek şu ki İslâm'ın özünü bozan ve gerçeğini tahrif eden bu uydurma takdis kadar özgün uygulama ile ters düşen başka bir şey yoktur. Sünnete uymağa özen gösteren gerçek sünni bir müslümanın bunu tiksindiği ve nefret ettiği şirk şekillerinden sayması gerekir."

Avam halkın evliyayı kutsallaştırması konusundan da söz ederek şöyle demektedir:

"Evliya kabirleri ve diğer mukaddes yerler birtakım kalıntılar için avam halkın ibadet yeri edindiği ve koyu bir putperestlikle sarıldığı yerlerdir. Hatta avam halk en az Allah'a ibadet kadar bağlılık göstermektedir."

Yerel veliden de söz ederek şöyle der:

"Birileri veli adına yalan yemin ederken korktuğu kadar Allah adına yalan yemin etmekten yüzü kızarmamaktadır."

Salih selefin uygulamalarını, İslâm âlimlerinin görüşlerini ve uyarılarını dinlemeyen, hatta bir türlü anlamaya yanaşmayan tasavvufçulara Yahudi Goldziher'in bu uyarıları ve tespitleri belki bir ders olur. Ne de olsa Avrupa malıdır!

Yine oryantalist Ronaldson şöyle der:

"Kur'ân'da apaçık ve kesin olarak belirtilen tevhide rağmen Müslüman milletler hâlâ putperest birtakım gelenekleri devam ettirmektedir. Bütün Müslüman milletlerde avam için dini hayatın en önemli yanları, salihlerin kabirlerini kutsallaştırmalarıdır. Bu konuda modern âlimler (daha doğrusu, tasavvuf şeyhleri ve onların büyüledikleri sözde âlimler) kamuoyunun seyrine ayak uydurmuştur. Her bölgenin mahalli imamları olmuştur. Onların kabirlerini ve kalıntılarını ziyaret ediyorlar. O imam da seviniyor ve onlara şefaat ediyor, onları fakirlik ve hastalıktan kurtarıyor."

Gördüğünüz gibi tasavvufçuların hurafe ve bidatleri İslâm'a mal edilmekte ve düşmanları onu bunlarla tanımaktadır. Bu oryantalistin söylediklerini tarafsız olarak düşündüğünüz ve İslâm âleminde yapılanları göz önüne getirdiğiniz zaman, ona hak vermemeniz mümkün değildir. Ancak tasavvufçuların saçmalıklarının faturası ne yazık ki İslâm dinine çıkarılmaktadır. Her kentte ve köyde bulunan ve halk tarafından kutsallaştırılıp Allah'tan istenecek şeyler kendisinden istenen yatırlar, tekkeler, ziyaretler ve şeyhlerin makamları göz önüne getirilirse, bu oryantalistlerin tespitlerine hak vermemek mümkün müdür, dersiniz? Her anlattıkları tasavvufçuların birer uygulaması değil midir?! 

Onun için şeyh efendilerle tevessül konusunda tartışma yapmayacağız. Katıksız bir şirk olmasına rağmen bu konuda onlarla tartışmaya girmeyeceğiz. Çünkü bunların yaptığı tevessül daha korkunç bir şirkin neticesidir. O da tasavvufçuların evliya dedikleri kişilerin birer insan değil, dilediğini yaratan ve seçen tanrılar olduğuna inanmasıdır. Yahut daha önce naklettiğimiz gibi Allah'ın zatı olup bazen Ticani, bazen Nakşibendî, bazen Rufaî (ve Rufaî), bazen Şazeli, bazen Mevlevi, bazen da Burhami olarak tecessüd edip görünen birer tanrı olduklarına inanmalarıdır. Yoksa vahdeti vücut ne işe yarayacak? Bunun hiç mi ürünleri olmayacak?!

Tasavvufçu Cuma Hutbesini Çırılçıplak Okuyor:

Tasavvuf saçmalıklarının kâhini eş-Şa'rani insanlara bunu müjdeliyor ve ona çağrı için mücadele veriyor. Bir fuhuş veya bir ahlaksızlık işleyen her tasavvufçunun adını andıkça eş-Şarani'nin "Allah ondan razı olsun" demesi ve ona dua etmesi ise bir başka garabet!

Bakınız, eş-Şarani avreti açmanın ve dinin hükmünü çiğnemenin bir keramet olduğunu insanlara nasıl sunuyor:

"Bunlardan biri de eş-Şeyh İbrahim el-Aryan'dır. Minbere çıkıyor ve halka çırılçıplak konuşma yapıyordu. es-Sultan, Dimyat, Babullok, Beynessûrayn, Camiu Tolon, el-hamdü lillahi rabbilalemin, diyordu ve insanlar bunlardan çok çok şeyler öğreniyordu."

Veli dediği tımarhane kaçkını bir delinin topluluk karşısına çırılçıplak çıkması ve sarhoş saçmalıkları gibi laflar etmesi ruhani rahmetin kutsal feyizleri midir ey tasavvufçular ve ey akıl sahipleri?! Şairler gibi derin hayallere ve sembolistler gibi kapalı dünyalara dalın ve gözünüzü alabildiğine geniş ufuklara dikin ve tasavvur edin ki namaz kılmaya gelen topluluğun huzuruna çırılçıplak çıkarak feyizler saçan bir velinin manzarasını kavrayabilesiniz!

Kutsallaştırılan şu insana bakınız; cuma günü minberin son basamağına çıkıyor ve insanların bütün dikkatleri üzerinde toplanıp zihinlerini üzerinde teksif ettikleri, yapacağı öğüdü can kulağıyla dinleyip bütün kalpleriyle kendisine yöneldikleri anda, evet dinleyicilerin bütün duygularıyla ona yönelip ağzından dökülecek nasihatleri yakalayabilmek için dikkat kesildikleri anda bir lütuf ve nimet olarak pantolon ve donunu indiriyor ve cemaate bir porno ziyafeti çekiyor!

Yanlış anlamadınız, kutsallaştırılan bu adam, minberi üzerinde, camide ve cuma günü halkın karşısında onlara Allah'ı hatırlatacak ve irşat edecek şeyler söyleyeceğini beklerken, yukarıda sıraladığımız saçmalıkları söylüyor, avretini onlara gösteriyor.

Ebed meçhullerini ve ezel çizgilerini hayalinde canlandırmaya çalışan, bazen dalarak müstahile vehimden vücut kazandıran sınırsız hayalin müstahili tasavvur etmekten daha çetin gördüğü şu putperest manzarayı göz önüne getirin ve tasavvuf  afyonunun insanı ne ölçüde uyuşturabileceğini tasavvur ediniz. Tasavvuru bile tüyler ürperten bu senaryoyu tasavvuf kâhinlerinden eş-Şarani tasavvufi bir hakikat olarak kabul etmekte, ona inanmakta, ilahi bir zafermiş gibi insanlara müjdelemekte, irtikâp eden şeytana da Allah'tan bol bol hoşnutluk ve rıza talep etmektedir. Ama bunu çok görmemek lazımdır. Ne de olsa tasavvufçudur!

Kur'ân-ı Kerim bize insanoğlunun avretini açma günahından dolayı cezalandırıldığını bildirmektedir. Yüce Allah buyuruyor: 

"Ey Âdemoğulları! Şeytan ana babanız (Âdem ile Havva'yı) avret yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtıp bir belaya düşürmesin..." (A'râf 27)

Avretini Açan Tasavvufçu Mükâfat Görüyor!

 Ed-Debbağ anlatıyor:

"Veli olmayanların avreti açılacak olursa melekler ondan nefret ederler. Manevi avret de müstehcen sözler ve edep dışı şeylerle olur. Ama velinin avreti açılacak olursa melekler ondan nefret etmez. Çünkü bunu sahih bir amaç için yapmakta ve daha önemli bir şey için avretini örtmeyi terk etmektedir." 

Gördüğünüz gibi, eş-Şarani bunu el-Arayan'a mahsus bir keramet sayarken, ed-Debbağ avreti açmanın tasavvufta velilik için bir düstur olduğunu söylemektedir.

 Bir de Gümüşhanevi'yi dinleyelim. Tasarruf sahibi veli çeşitlerinden söz ederek şöyle demektedir:

"Rahmanilere üçtür. Bunlar vahiy anında çıplak otururlar, vahyi işitirler ve onu anlarlar."

Tasavvufçuların veli dedikleri kişilerin vahiy aldıklarını nasıl iftira ettiğini görüyorsunuz. "Kimdir bu veliler?" diye sormanıza gerek yok. Çünkü çıplaklar kampında soyunan serseriler olduğunu kendisi tasrih ediyor. Günahın edepsizliğe ve ahlaksızlığa alet ettiği, haramı ifade etmesi için vasıta yaptığı çıplak veliler!

Tasavvufçular Yırtıcılara ve Başka Şeylere Dönüşüyor:

 Eş-Şarani veliler arasında saydığı el-Gamri hakkında şunları naklediyor:

"Yanına Muhammed İbn Şuayb girdi. Havada oturduğunu ve yedi gözü olduğunu gördü."

Şeyh Ebu Havde hakkında da şunları naklediyor:

"Huzuruna girdiğin zaman bir asker görürsün. Tekrar yanına girdiğin zaman bir arslan olarak görürsün. Tekrar yanına girdiğin zaman fil olarak görürsün. Topraktan alıyor ve insanlara altın ve gümüş olarak veriyordu."

Ne dersiniz, bir Müslüman fil veya arslan olan tasavvufçuyu öldürse kendisine kısas mı, kan diyeti mi vacip olur?

Şarani'nin iddiasına göre fil veya arslana dönüşen bu şeyhi bazıları kılıçlarıyla vurmuş, bir çuvala doldurmuşlar. Sabah olunca şeyhin dirilip eski haliyle oturduğunu görmüştür. Evet, tasavvufçular bu şekilde kendilerini her şey görürler.

Eş-Şarani bunların kötülüklerinden yavruyu iffetli ve tertemiz annesinden şüphelendirecek, genelevi kadınlarının bile şeytanlarla beraber olduğunda söylemeye utanacağı edepsizlikler naklederek insanlara birer keramet olarak sunmakta ve onlara dualar yağdırmaktadır.

Ali Vahiş, Ebu Havde ve başkaların güya kerametlerini okuyunuz ve Lut kavminin işlediği çirkin fiilleri, yüce Allah'ın onları bundan dolayı nasıl en ağır cezalarla cezalandırdığını gözünüz önüne getiriniz. İşte Lut kavminin işlediği ve yüce Allah'ın cezasına müstahak oldukları o edepsizliği işleyen birtakım kişileri eş-Şarani şeyh olarak takdim ediyor ve bu fiillerine keramet ediyor. Üstelik bu cinayetleri işleyen edepsizler için bir de "Allah ondan razı olsun" diyor. Fakat bütün bunlara şaşmamak lazımdır. Çünkü eskiden beri tasavvufçuların dini budur.

Yusuf İbn el-Hüseyin er-Razi şöyle der:

"Halkın afetlerine baktım ve nerelerden felakete uğradıklarını gördüm. Tasavvufçuların afetinin çocuklara musallat olmada, erkeklerle livatada ve kadınlara düşkünlükte olduğunu gördüm." 

Bu günahlardan işlediklerini itiraf ettikten sonra şöyle der:

"Yaptığımı gördüğünüz her şeyi yapın, ama çocuklara musallat olmayın. Çünkü bu fitnelerin en kötüsüdür."

Ondan sonra şöyle devam ediyor:

"Çocuklara musallat olmamak için Allah'a bin defadan fazla söz verdimse de yanakların güzelliği, bellerin inceliği ve gözlerin cazipliği beni baştan çıkardı. Allah onlarla beraber bana hiçbir günahı sormadı." 

El-Harrâz da şöyle anlatıyor:

"İblisi rüyada gördüm. Bana, benden size bir latife bıraktım, dedi. Nedir? deyince, şöyle dedi: Çocuklara musallat olmak! (Onlarla livata yapmak). Tasavvufçulardan bu işi yapmayan var mı ki?, dedim."

Yüce Allah Lut kavmini kötüleyerek şöyle buyuruyor:

"Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp insanlar içinden erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu, siz sınırı aşmış bir milletsiniz." (Şuâra 166)

Onlara lanet okudu, pişmiş çamurdan üzerlerine taş yağdırdı. Böyle olunca, tasavvufçuların hem kendileri hem de ümmetin başına neler getireceğini tasavvur ediniz! Bu cinayeti çok alçakça, edepsizce, ahlaksızca ve insanlık dışı bir şekilde irtikâp etmişlerdir. Bıyığı terlememiş çocuklarla, gençlerle ve dilsiz hayvanlarla işlemişlerdir. Hem de nerede? Bütün halkın gözü önünde ve çarşıdan dönen yahut çarşıya giden insanların huzurunda! 

Evet, eş-Şarani’nin tasavvuf evliyası için bir keramet olarak sunduğu keramet bu! Üstelik cinayete daha da açıklık getirerek şöyle diyor: 

"Ali vahiş hayvanla münasebet kuracağı zaman onun sahibini başını tutmaya mecbur ederdi."

Eş-Şarani’nin üslubuyla tasavvufçuların bu cinayetlerini sizlere aktarmaya doğrusu utanıyorum. Onun için kitabını kendiniz bulunuz ve herhangi bir tasavvufçunun hakkında yazdıklarını okuyunuz. Şüpheniz olmasın, alçak, edepsiz, ahlaksız ve vahşi cinayetlerle yüz yüze geleceksiniz! Bu misalleri burada daha fazla çoğaltmaya edebimiz müsaade etmiyor.

Çürümüş Kemikler Hayatta Tasarruf Ediyor!

 Eş-Şarani anlatmaya devam ediyor:

"Şeyhim, efendimiz Ahmet el-Bedevi'nin huzurunda kubbede benden söz aldı ve kendi eliyle beni ona teslim etti. Mübarek eli kabirden çıktı ve ellerimi tuttu. Efendimiz eş-Şinnâvi şöyle dedi: Bunu kolla ve gözden uzak tutma. Efendimiz Ahmet el-Bedevi'nin kabirden "Evet" dediğini işittim. Bekâr olan eşimin yatağına girdiğim zaman onunla birleşmeden beş ay bekledim. El-Bedevi geldi, beni aldı, eşim de yanımda idi, kubbesinin üzerinde bir yatak serdi, bana helva pişirdi, ölüleri ve dirileri çağırdı ve bana şöyle dedi: Hadi burada eşinin bekarlığını gider (onunla zifafa gir). Bekâretini o gün giderdim, mevlit için huzurumdan ayrıldı. Orada velilerden biri vardı. O gün el-Bedevi'nin kabirden örtüyü kaldırdığını ve "Abdulvahhab gecikti, gelmedi" dediğini söyledi."

Ondan sonra El-Bedevi'nin Arap ve acemleri davet edip mevlidine getirdiğini, genç ve yaşlı birçok kişinin kefenleriyle sürünerek mevlide geldiklerini eş-Şarani'ye gösterdiğini iddia etmektedir. El-Harîsî hakkında da şöyle demektedir:

"Bir ihtiyaç için ona yöneldim. O zaman Mısır'da Ümmü Huvend medresesinin damında bulunuyordum. Kabrinden çıkıp Dimyat'tan yürümeye başladığını gördüm. Aramızda beş arşın kalacak kadar bana yaklaştı. Sabret, dedi ve kayboldu."

Burada insanın çıldırası geliyor! Çünkü aklından zoru olan insanlar tarafından böyle şeylerin söylenmesini bile insan tasavvur edemiyor. Ama şaşmamak lazım. Çünkü her tasavvufçu şeriata düşman olduğu gibi akla da düşmandır. Bütün tasavvufçular bilginin yegâne kaynağının zevk olduğuna inanırlar.

Onlara göre akıl canavar bir tağut, şeriat da sağır taşlara pençelerini saplayan ve göğe bir bakış bile yöneltmeyen bir materyalizm! Yahut onlara göre ölü tarihe bir nevi tapmaktır. Onun için zevklerin farklılığına paralel olarak tasavvufçularda eşyanın değerleri de farklı olmaktadır. Bir başkasının hak olarak gördüğü şeyi tasavvufçu batılın kendisi olarak görebilir.

Tasavvufçunun inandığı şey ile başkasının küfrettiği şey arasında çelişkinin bulunması da onlar için önemli değildir. Çünkü inanan da, küfreden de hak din üzeredir. Belki de "İtiraz eden, kovulur!" saçmalığını ortaya atmalarının sebebi budur. Çünkü "Olabilir ki akıl veya şeriatla bir şeyin batıl olduğuna hükmedersin, ama şeyhinin zevkinde o şey haktır ve bu itirazla kendini onun huzurundan kovulmağa maruz bırakırsın" yorumunu boşuna uydurmamışlardır.

Şeyhler dervişleri bu şekilde eğitiyor ve köleleştiriyorlar. Şeyh ne yaparsa, dervişlere bunu ancak Allah'ın emri ile yaptığını, yapmış olduğu iş şeriatın hükmüne açıkça aykırı da olsa, onu emr-i ilahi olarak işlediğini telkin ediyor. Dervişin elinde buna inanmak ve itaat etmekten başka bir şey kalmıyor.

 Baksanıza, "Arif zina eder mi?" sorusuna el-Cüneyt şöyle cevap veriyor:

"Evet. Allah'ın emri mutlaka yerine gelecek yazılı bir kaderdir."

Batılla renklendirdiği bir hak! Ayet Hz. Peygamber'in mubah olan bir şeyi işlemesinde bir sakınca olmadığını anlatırken, el-Cüneyt, arifin işlediği zinanın Allah'ın yerine gelecek yazılı bir kaderi olduğunu söylüyor ve ayeti istismar ediyor. Üstelik zina eden bir kimseye "arif" adını da veriyor. Yani imanın zirvesine ulaşmış bir mümin. Zira gayb sayfasında hakkında takdir edileni görmüş ve zina ederek yerine getirmiş(!) 

Hâlbuki Hz. Peygamber "Zani zina ederken mümin değildir"  buyurmaktadır.

Tasavvufçular aklın bilginin yollarından olmasına karşı çıkmakta ve zıtlar arasında zıtlıkla hüküm vermesine kızmaktadırlar. Şeriatın da iman ile küfür yahut hayır ile şer arasında ayırım yaptığı için düşmanı olmaktadırlar. Çünkü şeriat zevki kutsal ilham yahut göğün vahyi olarak kabul etmemektedir. Onun için "Tadan bilir!" sözü meşhur terimlerindendir. Yani marifet yolu olarak sadece zevki kabul edenler rabbani hakikatlerin künhünü hakkıyla bilen ariflerden olurlar.

Gördüğünüz gibi Eş-Şarani şeyhi el-Bedevi'nin kemikleri çürümüş ve toprağa karışmış olmasına rağmen diri olduğunu, yemek pişirip yıkandığını, diri ve ölüleri mevlidine davet ettiğini tasavvur ediyor. Yine el-Harisi'yi aklına getirir getirmez şeyhin kabirden kalkıp Dimyat'tan Kahire'ye kadar koşarak geldiğini nasıl söylediğini gördünüz.

Şimdi Allah için söyleyiniz. Bu saçmalıkların veya putperestliklerin Kur'ân'la yahut akıl ve mantıkla bir ilişkisi var mıdır? İşte Hz. Fatıma! Kabrinde defnedilen babasının mübarek yüzüne toprakların atılmasına yüreği yanarak "Rasûlullah'ın yüzüne nasıl toprak atabiliyorsunuz?" diyor. 

Hz. Enes onun acılarını dindirecek ve yüreğine su serpecek hak ile cevap veriyor ve şöyle diyor: 

"Böyle emr olunmasaydık, yapmazdık."

Acaba Rasûlullah neden ilk veziri Hz. Ebu Bekir ile kızı Hz. Fatıma arasındaki anlaşmazlıkta mezarından çıkıp hakemlik yapmamıştır? Neden Hz. Aişe'nin Cemel gününe çıkmasını veya olaylara katılmasını engellememiştir? Neden düzenlenen komplo ile öldürülen Hz. Ömer'i önceden uyarmamıştır? Neden mecusinin hançerini iman dolu Hz. Ömer'in göğsüne saplanmaktan alıkoymamıştır? Neden Zinnurayn Hz. Osman'ı öldürenlerden ve Hz. Ali'yi zalimlerin hançerinden korumamıştır? Rasûlullah yoksa tasavvufçuların şeyhleri kadar büyük değil miydi? Yoksa Rasûlullah canciğer ashabını ve yakınlarını tasavvuf şeyhlerinin kötülükleri sevdiği kadar sevmiyor muydu?
İşte gözünün nuru Hz. Hüseyin! Düşmanları, yüce bir umudu karanlık bir ümitsizliğin kuşatması gibi onu kuşatıyorlar. Henüz açılan bir çiçek gibi olan yavrusunun susuzluğunu gidermek için ellerini kaldırıp düşmandan bir avuç su istiyor, buna karşılık yavrunun yüreğine saplanan bir oktan başka karşılık görmüyor. Acaba neden Rasûlullah sel sebilden bir sürahi Hz. Hüseyin'e ve küçük yavruya uzatmıyor? Yahut yavrunun yüreğine saplanan oku ve büyük kahraman, yüce insan Hz. Hüseyin'i öldürenleri neden Rasûlullah önlemiyor?

Bütün bunların bir tek cevabı vardır. O da Rasûlullah'ın onları destekleyecek veya onlara yapacak hiçbir şeye sahip olmamasıdır. Çünkü ölmüştür. Sahih veya zayıf bir hadis, gerçekler veya hurafelerle ilgilenen bir tarih Rasûlullah'ın öldükten sonra onları şu veya bu şekilde desteklediğini yahut imdatlarına koştuğunu söylemiş değildir. Şayet yüce Allah dostları desteklemesi veya imdatlarına koşması hususiyetlerini kabirde bir ölüye verseydi Rasûlullah'a verirdi.

Hâlbuki bu kadar büyük olayın, daha doğrusu felaketin yüce ashabın seçkinleri başına geldiği, ehli beytinin çiçeklerini birer birer girdabına aldığı halde Rasûlullah'ın onları şu veya bu şekilde desteklediğini veya kurtardığını görmüyoruz. Çünkü ölmüştür! Çünkü bunu yapma imkânı ve gücü yoktur! Ama şeyh Bedevi, ölmüş olmasına rağmen dilediği ölülere mutlu ve tatlı bir hayat bağışlıyor, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacını gideriyor, sözler veriyor, putu etrafında tavaf edenlerle konuşuyor, hatta bir türlü muradına eremeyen gelince güveyi bütün halkın huzurunda karı koca yapıyor ve insanlara ağız tadıyla bir porno filmi seyrettiriyor.

Bütün bunları da çürümüş kemikleri ve kokuşmuş etleri toprak olduktan sonra yapıyor (!) eş-Şarani'nin bu mitolojileriyle el-Bedevi şeyhinin Hz. Peygamber'den daha üstün ve makbul, daha güçlü ve yetkili olduğunu anlatmak istediğini görüyorsunuz değil mi?

 Tasavvufçu Evreni İdare Ediyor!

Abdülaziz ed-Debbağ şöyle diyor:

"Büyük bir makama yükselmiş bir veli gördüm. Konuşan ve dilsiz yaratıkları, yabani hayvanları ve haşaratı, gökleri ve yıldızları, yerleri görüyor. Yer küresinin tamamı ondan alıyor. Bir anda seslerini ve konuşmalarını işitiyor. Herkese ne istiyorsa veriyor ve ihtiyacını gideriyor. Bu işlerin hiçbiri diğerinden alıkoymuyor."

Ed-Debbağ bir kulu Allah'ın sıfatlarıyla tavsif ediyor ve ona rablık giydiriyor.

Şimdi de kendini anlatan Ahmed et-Tîcanî'yi dinliyelim:

"Ruhum Muhammed'in ruhudur. Rasul ve nebileri destekliyor. Ruhum ezelden ebede kadar aktap ve arifleri destekliyor.  Allah mahşer günü insanları topladığı zaman, orada bulunan herkesin işiteceği yüksek bir sesle bir münadi şöyle seslenir: Ey mahşer halkı! Şu kişi sizi destekleyen imamınızdır. Peygamberlerin zatından doğan bütün feyizleri zatım alıyor ve benden bütün yaratıklara dağıtılıyor."

Bağlılarından biri de onu şöyle tavsif ediyor:

"Yöneldiği zaman zenginleştirir, hoşnut eder ve bütün arzuları gerçekleştirir."

Bir diğeri de şöyle tanıtır:

"Hiçbir veli hiçbir peygamberden onu vasıtalığı olmadan hiçbir feyiz alamaz."

Diğeri de şöyle anlatır:

"Kapalı şeyleri açığa çıkaracak, meçhulleri bildirecek, ihtiyaçların akıbetini anlayacak ve onlara terettüp eden afetleri ve çıkarları kavrayacak kadar rabbani ve nüfuzlu bir basirete sahiptir."

El-Bistami de şöyle diyor:

"Allah beni tutup önüne koydu ve ey Ebu Yezid, kullarım seni görmek istiyorlar, dedi. Ona, vahdaniyetinle beni terbiye et, kimliğini bana giydir, ehadiyyetine beni yükselt, öyleki kulların beni gördüğü zaman "Seni gördük, desinler ki gördükleri sen ol, ben de oradan kaybolayım" 

Yine Ali Harazim, et-Ticaniyi şöyle tavsif ediyor:

"Zenginleştirir ve doyurur, gaybı bilir."

Bütün bu sıfatlar Allah'ın sıfatlarıdır. Yüce Allah kendini bu sıfatlarla tavsif etmektedir:
"Zengin eden de, varlıklı kılan da odur." (Necm 48)

"O gaybı bilendir. Dilediği peygamberler dışında gaybına kimseyi muttali kılmaz. Çünkü o bunun ardından ve önünden gözcüler salar." (Cin 26)

Köpekler Tasavvufçuların Velilerdir!

 Karanlık devirlerinde ve putperest dönemlerinde bile insanlık köpekleri tanrılaştırmamışken, tasavvufçular şirk şekillerinde bir yenilik yaparak yeni putlar uydurmaya çalışmışlardır. Tarihte en çirkin putperestliklerin bile tanrılaştırmadıkları köpekleri tanrılaştırmak istemişlerdir. 

Et-Tilimsani'nin köpeğin çürümüş kemiklerinin tasavvuf tanrısının kendisi olduğuna dair sözlerini naklettik. Muhammed Bahauddin'in de şeyhlerinin köpeği nasıl tanrılaştırdığını ifade eden sözlerini aktardık. Şimdi de efendisi el-Acmi'nin kerametlerini anlatan eş-Şarani'ye kulak verelim:

"Gözü bir köpeğe ilişti. Köpeklerin tümü ona boyun eğdi. Bütün insanlar ihtiyaçlarının giderilmesi için ona başvurur oldular. O köpek hastalanınca etrafına köpekler toplanıp ağladılar. Ölünce de uluma ve ağlamaya başladılar. Allah bazı insanlara ilham etti de onu defnettiler. Köpekler ölünceye kadar onun kabrini ziyaret ediyorlardı. Köpeği bir bakış bu duruma getirirse, insana yöneltilince neler yapmaz ki?!"

Eş-Şarani, sözünü ettiği el-Acmi'nin halvetinden çıkarken bakışı kime ilişirse özünün som altına dönüştüğünü nakletmeyi de ihmal etmiyor.

Biraz İnsaf!

Şimdi şeyh efendiye ve onun gibi olanlara sesleniyorum; söyler misiniz, eş-Şarani'nin şu iftiralarına gönlünüz razı oluyor mu? Bunlara din olarak bakabiliyor musunuz? Hak adına sizlere sesleniyorum, belki hak karşısında vicdanınız sizi muhasebeye çeker ve tarafsız düşünmeniz mümkün olur.


<<Önceki                Sonraki>>


Puran Tilmiz, 29.01.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü



Okuma:

Hukukçu bir Sûfinin İbnü’l- Arabî Müdafası: İmam Şa'rani Örneği, Yrd. Doç. Dr. Hâlim GÜL, Karabük Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi

Seçkin Deniz Twitter Akışı