بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim
Bismillahirrahmanirrahim
“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür.
***
Şeyhleri Tanrılaştırma ve Onlara Kulluk Etme:
Tasavvufçuların İslâm'dan en fazla saptığı
konulardan biri de, şeyhlerini Allah'tan başka tanrı gibi görmeleri veya
göstermeye çalışmalarıdır. Müridin şeyhin karşısında zelil, dilini yutmuş,
iradesiz, düşüncesiz ve gassalin elindeki cenaze gibi olmasını şart koşmuştur.
Bu alçaltıcı kulluğu da, müridin şeyhine bağlılığı, sevgisi, itaati ve Kutsi
makamlara yükselişinin açık alameti saymıştır. Şeyhine karşı bu şekilde yaşayan
ölü gibi olmayan müritlerin helak olacağını ve manevi makamlarda
yükselemeyeceğini söylemiştir.
Bakınız,
Tayfur (Ebu Yezid) el-Bistami bunu nasıl dile getiriyor:
"Üstadı (şeyhi)
olmayanın imamı şeytandır."
Letaifu'l-Minen
sahibi de bunu şöyle ifade ediyor:
"Şeyhlerin silsilesine kendisini
ulaştıracak ve kalbinden perdeyi kaldıracak üstadı olmayan kimse, sahipsiz bir
sokak çocuğu ve nesebi belirsiz bir kişidir."
Şeyhine
karşı müridin âdabını belirleyen Muhammed Osman'ı da dinleyelim:
"Geçtiğin
her halde şeyhini görmen ve bunun onun vasıtasıyla olduğunu bilmen gerekiyor.
Adabın biri de namazda oturur gibi huzurunda oturman, onda fena bulman,
seccadesine oturmaman, ibriği ile abdest almaman ve bastonuna dayanmamandır.
Ermişlerden birinin şu sözünü dinle: Şeyhine "Niçin?" diye soran
kimse felah bulmaz. İmajını kalbinden ve hayalinden sakın çıkarma. Biran olsun
ondan gafil olursan, bilki bu senin bedbahtlığındandır. Onda fena makamına
erişmeye çalış, böylece onda beka makamına erişirsin."
Tasavvufçular
müridin emir veya yasak hiçbir isteğine muhalefet etmemesini emretmektedir. Hz.
Peygamber'in sünnetine açıkça muhalefet ettiğini görse bile, şeyhin hiçbir
arzusuna muhalefet etmemesini söylerler.
Müridin şeyhin avucunda kalması, malını, ırzını ve insanlığını
sömürebilmesi için tasavvufçular, eş-Şarani diliyle, şeyhine başka şeyhi ortak
koşan kişinin Allah'a da ortak koşmuş olacağını kararlaştırmışlardır. Şeyhinin tarikatından başka tarikat seçen
veya onun istediği yoldan gitmeyen kişinin dinden çıkacağını da söylemişlerdir.
Tasavvuf
kitapları insanın şeref ve haysiyetini yerle bir eden, aşağılık, rezil ve sefil
bir dereceye düşüren, zalim ve edepsiz her türlü ayağın altında çiğnenmesini
sağlayan, kısaca insanı Allah'ın verdiği insani değerlerden ve izzetten yoksun
bırakın bu tür saçmalıklar ve hurafelerle doludur.
Bunun
neticesidir ki tasavvufçular tapanlar ve tapılanlar diye iki kısma
ayrılmaktadırlar. Yine bunun neticesidir ki bu uyuşturucu saçmalıklarla
melankoli olmuş nice yaşlı insanların henüz beşikte altını pisleten çocukların
ayaklarına yüz sürdüklerini, şeyh evladı veya mukaddes soyun mübarek nesli
diyerek mesih aleyhisselam gibi daha beşikte kerametlerle konuşturduklarını
görürsünüz. Tek sebebi de tarikat şeyhi efendisinin oğlu olmasıdır. Çünkü sırrı
onda, rabbaniyeti onu kutsallaştırmaktadır.
Bütün
tasavvufçuların şeyhlerinin her söylediğinin Allah'ın bir vahyi olduğuna
inanarak Allah'ın dinine muhalefet etmelerinin sebebi de bu zihniyettir. Çünkü
inançlarına göre şeyhlerinin kalbleri Rahman'ın üzerinde istiva ettiği tahtlar,
azamet ve büyüklüğünün gökleri, cemalinin tecellileridir. Hidayetini aleme
saçtığı ve vahyini insanlara kendisinden ulaştırdığı kutsal yerlerdir.
El-Kuşeyri
şöyle diyor: "Kim bir şeyhe intisap eder ve kalbi ile ona itiraz ederse,
intisap ahdini bozmuş ve kendisine tevbe vacip olmuş olur. Çünkü şeyhler,
"Üstadların hakları için tevbe geçmez" demişlerdir."
Tasavvufçular Niçin Kabirlere
Tevessül Ederler?
Tasavvufçuların
kabirlerle tevessülü konusunda şeyh efendi ile tartışmaya gerek yoktur. Çünkü
tasavvufçuların ve tasavvuf kurbanlarının işlediği en basit ve en açık
putperestliklerdendir. Tasavvuf
kâhinleri de, kabirde yatana duydukları sevgiden değil, belki kabrinde
putlaştırılan kişiler için toplanan kurbanlar ve sunulan adakların hatırı için
ona sevgi ve saygı gösterisinde bulunur ve medetler umarlar. Çünkü geçimleri ve
saltanatları bu sapık dine dayanmakta, insanların kaderlerinde bu sömürü
otoritesiyle tahakküm etmektedirler.
Kabirleri
kutsallaştırma ve onlarla tevessül konusunda bir de oryantalistleri dinleyelim;
Goldziher
şöyle diyor: "Eski dinlerden birçok unsurlar İslâm'a geçmiştir. Evliyanın
kutsallaştırması şeklinde birçok şekillerde bu kalıntılar varlığını
sürdürmüştür. Gerçek şu ki İslâm'ın özünü bozan ve gerçeğini tahrif eden bu
uydurma takdis kadar özgün uygulama ile ters düşen başka bir şey yoktur.
Sünnete uymağa özen gösteren gerçek sünni bir müslümanın bunu tiksindiği ve
nefret ettiği şirk şekillerinden sayması gerekir."
Avam
halkın evliyayı kutsallaştırması konusundan da söz ederek şöyle demektedir:
"Evliya
kabirleri ve diğer mukaddes yerler birtakım kalıntılar için avam halkın ibadet
yeri edindiği ve koyu bir putperestlikle sarıldığı yerlerdir. Hatta avam halk
en az Allah'a ibadet kadar bağlılık göstermektedir."
Yerel
veliden de söz ederek şöyle der:
"Birileri
veli adına yalan yemin ederken korktuğu kadar Allah adına yalan yemin etmekten
yüzü kızarmamaktadır."
Salih
selefin uygulamalarını, İslâm âlimlerinin görüşlerini ve uyarılarını
dinlemeyen, hatta bir türlü anlamaya yanaşmayan tasavvufçulara Yahudi
Goldziher'in bu uyarıları ve tespitleri belki bir ders olur. Ne de olsa Avrupa
malıdır!
Yine
oryantalist Ronaldson şöyle der:
"Kur'ân'da
apaçık ve kesin olarak belirtilen tevhide rağmen Müslüman milletler hâlâ
putperest birtakım gelenekleri devam ettirmektedir. Bütün Müslüman milletlerde
avam için dini hayatın en önemli yanları, salihlerin kabirlerini
kutsallaştırmalarıdır. Bu konuda modern âlimler (daha doğrusu, tasavvuf
şeyhleri ve onların büyüledikleri sözde âlimler) kamuoyunun seyrine ayak
uydurmuştur. Her bölgenin mahalli imamları olmuştur. Onların kabirlerini ve
kalıntılarını ziyaret ediyorlar. O imam da seviniyor ve onlara şefaat ediyor,
onları fakirlik ve hastalıktan kurtarıyor."
Gördüğünüz
gibi tasavvufçuların hurafe ve bidatleri İslâm'a mal edilmekte ve düşmanları
onu bunlarla tanımaktadır. Bu oryantalistin söylediklerini tarafsız olarak
düşündüğünüz ve İslâm âleminde yapılanları göz önüne getirdiğiniz zaman, ona
hak vermemeniz mümkün değildir. Ancak tasavvufçuların saçmalıklarının faturası
ne yazık ki İslâm dinine çıkarılmaktadır. Her kentte ve köyde bulunan ve halk
tarafından kutsallaştırılıp Allah'tan istenecek şeyler kendisinden istenen
yatırlar, tekkeler, ziyaretler ve şeyhlerin makamları göz önüne getirilirse, bu
oryantalistlerin tespitlerine hak vermemek mümkün müdür, dersiniz? Her anlattıkları
tasavvufçuların birer uygulaması değil midir?!
Onun için şeyh efendilerle
tevessül konusunda tartışma yapmayacağız. Katıksız bir şirk olmasına rağmen bu
konuda onlarla tartışmaya girmeyeceğiz. Çünkü bunların yaptığı tevessül daha
korkunç bir şirkin neticesidir. O da tasavvufçuların evliya dedikleri kişilerin
birer insan değil, dilediğini yaratan ve seçen tanrılar olduğuna inanmasıdır.
Yahut daha önce naklettiğimiz gibi Allah'ın zatı olup bazen Ticani, bazen
Nakşibendî, bazen Rufaî (ve Rufaî), bazen Şazeli, bazen Mevlevi, bazen da
Burhami olarak tecessüd edip görünen birer tanrı olduklarına inanmalarıdır.
Yoksa vahdeti vücut ne işe yarayacak? Bunun hiç mi ürünleri olmayacak?!
Tasavvufçu Cuma Hutbesini
Çırılçıplak Okuyor:
Tasavvuf
saçmalıklarının kâhini eş-Şa'rani insanlara bunu müjdeliyor ve ona çağrı için
mücadele veriyor. Bir fuhuş veya bir ahlaksızlık işleyen her tasavvufçunun
adını andıkça eş-Şarani'nin "Allah ondan razı olsun" demesi ve ona
dua etmesi ise bir başka garabet!
Bakınız,
eş-Şarani avreti açmanın ve dinin hükmünü çiğnemenin bir keramet olduğunu
insanlara nasıl sunuyor:
"Bunlardan
biri de eş-Şeyh İbrahim el-Aryan'dır. Minbere çıkıyor ve halka çırılçıplak
konuşma yapıyordu. es-Sultan, Dimyat, Babullok, Beynessûrayn, Camiu Tolon, el-hamdü
lillahi rabbilalemin, diyordu ve insanlar bunlardan çok çok şeyler
öğreniyordu."
Veli
dediği tımarhane kaçkını bir delinin topluluk karşısına çırılçıplak çıkması ve
sarhoş saçmalıkları gibi laflar etmesi ruhani rahmetin kutsal feyizleri midir
ey tasavvufçular ve ey akıl sahipleri?! Şairler gibi derin hayallere ve
sembolistler gibi kapalı dünyalara dalın ve gözünüzü alabildiğine geniş
ufuklara dikin ve tasavvur edin ki namaz kılmaya gelen topluluğun huzuruna
çırılçıplak çıkarak feyizler saçan bir velinin manzarasını kavrayabilesiniz!
Kutsallaştırılan
şu insana bakınız; cuma günü minberin son basamağına çıkıyor ve insanların
bütün dikkatleri üzerinde toplanıp zihinlerini üzerinde teksif ettikleri,
yapacağı öğüdü can kulağıyla dinleyip bütün kalpleriyle kendisine yöneldikleri
anda, evet dinleyicilerin bütün duygularıyla ona yönelip ağzından dökülecek
nasihatleri yakalayabilmek için dikkat kesildikleri anda bir lütuf ve nimet
olarak pantolon ve donunu indiriyor ve cemaate bir porno ziyafeti çekiyor!
Yanlış
anlamadınız, kutsallaştırılan bu adam, minberi üzerinde, camide ve cuma günü
halkın karşısında onlara Allah'ı hatırlatacak ve irşat edecek şeyler
söyleyeceğini beklerken, yukarıda sıraladığımız saçmalıkları söylüyor, avretini
onlara gösteriyor.
Ebed
meçhullerini ve ezel çizgilerini hayalinde canlandırmaya çalışan, bazen dalarak
müstahile vehimden vücut kazandıran sınırsız hayalin müstahili tasavvur
etmekten daha çetin gördüğü şu putperest manzarayı göz önüne getirin ve
tasavvuf afyonunun insanı ne ölçüde uyuşturabileceğini
tasavvur ediniz. Tasavvuru bile tüyler ürperten bu senaryoyu tasavvuf
kâhinlerinden eş-Şarani tasavvufi bir hakikat olarak kabul etmekte, ona
inanmakta, ilahi bir zafermiş gibi insanlara müjdelemekte, irtikâp eden şeytana
da Allah'tan bol bol hoşnutluk ve rıza talep etmektedir. Ama bunu çok görmemek
lazımdır. Ne de olsa tasavvufçudur!
Kur'ân-ı
Kerim bize insanoğlunun avretini açma günahından dolayı cezalandırıldığını
bildirmektedir. Yüce Allah buyuruyor:
"Ey Âdemoğulları! Şeytan ana babanız
(Âdem ile Havva'yı) avret yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini
soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtıp bir belaya
düşürmesin..." (A'râf 27)
Avretini Açan Tasavvufçu Mükâfat
Görüyor!
Ed-Debbağ anlatıyor:
"Veli
olmayanların avreti açılacak olursa melekler ondan nefret ederler. Manevi avret
de müstehcen sözler ve edep dışı şeylerle olur. Ama velinin avreti açılacak
olursa melekler ondan nefret etmez. Çünkü bunu sahih bir amaç için yapmakta ve
daha önemli bir şey için avretini örtmeyi terk etmektedir."
Gördüğünüz
gibi, eş-Şarani bunu el-Arayan'a mahsus bir keramet sayarken, ed-Debbağ avreti
açmanın tasavvufta velilik için bir düstur olduğunu söylemektedir.
Bir de Gümüşhanevi'yi dinleyelim. Tasarruf
sahibi veli çeşitlerinden söz ederek şöyle demektedir:
"Rahmanilere
üçtür. Bunlar vahiy anında çıplak otururlar, vahyi işitirler ve onu
anlarlar."
Tasavvufçuların veli dedikleri kişilerin vahiy
aldıklarını nasıl iftira ettiğini görüyorsunuz. "Kimdir bu veliler?"
diye sormanıza gerek yok. Çünkü çıplaklar kampında soyunan serseriler olduğunu
kendisi tasrih ediyor. Günahın edepsizliğe ve ahlaksızlığa alet ettiği, haramı
ifade etmesi için vasıta yaptığı çıplak veliler!
Tasavvufçular Yırtıcılara ve
Başka Şeylere Dönüşüyor:
Eş-Şarani veliler arasında saydığı el-Gamri
hakkında şunları naklediyor:
"Yanına
Muhammed İbn Şuayb girdi. Havada oturduğunu ve yedi gözü olduğunu gördü."
Şeyh Ebu
Havde hakkında da şunları naklediyor:
"Huzuruna
girdiğin zaman bir asker görürsün. Tekrar yanına girdiğin zaman bir arslan
olarak görürsün. Tekrar yanına girdiğin zaman fil olarak görürsün. Topraktan
alıyor ve insanlara altın ve gümüş olarak veriyordu."
Ne
dersiniz, bir Müslüman fil veya arslan olan tasavvufçuyu öldürse kendisine
kısas mı, kan diyeti mi vacip olur?
Şarani'nin
iddiasına göre fil veya arslana dönüşen bu şeyhi bazıları kılıçlarıyla vurmuş,
bir çuvala doldurmuşlar. Sabah olunca şeyhin dirilip eski haliyle oturduğunu
görmüştür. Evet, tasavvufçular bu şekilde kendilerini her şey görürler.
Eş-Şarani
bunların kötülüklerinden yavruyu iffetli ve tertemiz annesinden
şüphelendirecek, genelevi kadınlarının bile şeytanlarla beraber olduğunda
söylemeye utanacağı edepsizlikler naklederek insanlara birer keramet olarak
sunmakta ve onlara dualar yağdırmaktadır.
Ali Vahiş,
Ebu Havde ve başkaların güya kerametlerini okuyunuz ve Lut kavminin işlediği
çirkin fiilleri, yüce Allah'ın onları bundan dolayı nasıl en ağır cezalarla
cezalandırdığını gözünüz önüne getiriniz. İşte Lut kavminin işlediği ve yüce
Allah'ın cezasına müstahak oldukları o edepsizliği işleyen birtakım kişileri
eş-Şarani şeyh olarak takdim ediyor ve bu fiillerine keramet ediyor. Üstelik bu
cinayetleri işleyen edepsizler için bir de "Allah ondan razı olsun"
diyor. Fakat bütün bunlara şaşmamak lazımdır. Çünkü eskiden beri
tasavvufçuların dini budur.
Yusuf
İbn el-Hüseyin er-Razi şöyle der:
"Halkın
afetlerine baktım ve nerelerden felakete uğradıklarını gördüm. Tasavvufçuların
afetinin çocuklara musallat olmada, erkeklerle livatada ve kadınlara
düşkünlükte olduğunu gördüm."
Bu
günahlardan işlediklerini itiraf ettikten sonra şöyle der:
"Yaptığımı
gördüğünüz her şeyi yapın, ama çocuklara musallat olmayın. Çünkü bu fitnelerin
en kötüsüdür."
Ondan
sonra şöyle devam ediyor:
"Çocuklara
musallat olmamak için Allah'a bin defadan fazla söz verdimse de yanakların
güzelliği, bellerin inceliği ve gözlerin cazipliği beni baştan çıkardı. Allah
onlarla beraber bana hiçbir günahı sormadı."
El-Harrâz
da şöyle anlatıyor:
"İblisi
rüyada gördüm. Bana, benden size bir latife bıraktım, dedi. Nedir? deyince,
şöyle dedi: Çocuklara musallat olmak! (Onlarla livata yapmak). Tasavvufçulardan
bu işi yapmayan var mı ki?, dedim."
Yüce
Allah Lut kavmini kötüleyerek şöyle buyuruyor:
"Rabbinizin
sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp insanlar içinden erkeklere mi
yaklaşıyorsunuz? Doğrusu, siz sınırı aşmış bir milletsiniz." (Şuâra 166)
Onlara
lanet okudu, pişmiş çamurdan üzerlerine taş yağdırdı. Böyle olunca,
tasavvufçuların hem kendileri hem de ümmetin başına neler getireceğini tasavvur
ediniz! Bu cinayeti çok alçakça, edepsizce, ahlaksızca ve insanlık dışı bir
şekilde irtikâp etmişlerdir. Bıyığı terlememiş çocuklarla, gençlerle ve dilsiz
hayvanlarla işlemişlerdir. Hem de nerede? Bütün halkın gözü önünde ve çarşıdan
dönen yahut çarşıya giden insanların huzurunda!
Evet, eş-Şarani’nin tasavvuf
evliyası için bir keramet olarak sunduğu keramet bu! Üstelik cinayete daha da
açıklık getirerek şöyle diyor:
"Ali vahiş hayvanla münasebet kuracağı
zaman onun sahibini başını tutmaya mecbur ederdi."
Eş-Şarani’nin
üslubuyla tasavvufçuların bu cinayetlerini sizlere aktarmaya doğrusu
utanıyorum. Onun için kitabını kendiniz bulunuz ve herhangi bir tasavvufçunun
hakkında yazdıklarını okuyunuz. Şüpheniz olmasın, alçak, edepsiz, ahlaksız ve
vahşi cinayetlerle yüz yüze geleceksiniz! Bu misalleri burada daha fazla
çoğaltmaya edebimiz müsaade etmiyor.
Çürümüş Kemikler Hayatta Tasarruf
Ediyor!
Eş-Şarani anlatmaya devam ediyor:
"Şeyhim,
efendimiz Ahmet el-Bedevi'nin huzurunda kubbede benden söz aldı ve kendi eliyle
beni ona teslim etti. Mübarek eli kabirden çıktı ve ellerimi tuttu. Efendimiz
eş-Şinnâvi şöyle dedi: Bunu kolla ve gözden uzak tutma. Efendimiz Ahmet
el-Bedevi'nin kabirden "Evet" dediğini işittim. Bekâr olan eşimin
yatağına girdiğim zaman onunla birleşmeden beş ay bekledim. El-Bedevi geldi,
beni aldı, eşim de yanımda idi, kubbesinin üzerinde bir yatak serdi, bana helva
pişirdi, ölüleri ve dirileri çağırdı ve bana şöyle dedi: Hadi burada eşinin
bekarlığını gider (onunla zifafa gir). Bekâretini o gün giderdim, mevlit için
huzurumdan ayrıldı. Orada velilerden biri vardı. O gün el-Bedevi'nin kabirden
örtüyü kaldırdığını ve "Abdulvahhab gecikti, gelmedi" dediğini
söyledi."
Ondan
sonra El-Bedevi'nin Arap ve acemleri davet edip mevlidine getirdiğini, genç ve
yaşlı birçok kişinin kefenleriyle sürünerek mevlide geldiklerini eş-Şarani'ye
gösterdiğini iddia etmektedir. El-Harîsî
hakkında da şöyle demektedir:
"Bir
ihtiyaç için ona yöneldim. O zaman Mısır'da Ümmü Huvend medresesinin damında
bulunuyordum. Kabrinden çıkıp Dimyat'tan yürümeye başladığını gördüm. Aramızda
beş arşın kalacak kadar bana yaklaştı. Sabret, dedi ve kayboldu."
Burada
insanın çıldırası geliyor! Çünkü aklından zoru olan insanlar tarafından böyle
şeylerin söylenmesini bile insan tasavvur edemiyor. Ama şaşmamak lazım. Çünkü
her tasavvufçu şeriata düşman olduğu gibi akla da düşmandır. Bütün tasavvufçular
bilginin yegâne kaynağının zevk olduğuna inanırlar.
Onlara
göre akıl canavar bir tağut, şeriat da sağır taşlara pençelerini saplayan ve
göğe bir bakış bile yöneltmeyen bir materyalizm! Yahut onlara göre ölü tarihe
bir nevi tapmaktır. Onun için zevklerin farklılığına paralel olarak
tasavvufçularda eşyanın değerleri de farklı olmaktadır. Bir başkasının hak
olarak gördüğü şeyi tasavvufçu batılın kendisi olarak görebilir.
Tasavvufçunun
inandığı şey ile başkasının küfrettiği şey arasında çelişkinin bulunması da
onlar için önemli değildir. Çünkü inanan da, küfreden de hak din üzeredir.
Belki de "İtiraz eden, kovulur!" saçmalığını ortaya atmalarının
sebebi budur. Çünkü "Olabilir ki akıl veya şeriatla bir şeyin batıl
olduğuna hükmedersin, ama şeyhinin zevkinde o şey haktır ve bu itirazla kendini
onun huzurundan kovulmağa maruz bırakırsın" yorumunu boşuna
uydurmamışlardır.
Şeyhler
dervişleri bu şekilde eğitiyor ve köleleştiriyorlar. Şeyh ne yaparsa,
dervişlere bunu ancak Allah'ın emri ile yaptığını, yapmış olduğu iş şeriatın
hükmüne açıkça aykırı da olsa, onu emr-i ilahi olarak işlediğini telkin ediyor.
Dervişin elinde buna inanmak ve itaat etmekten başka bir şey kalmıyor.
Baksanıza, "Arif zina eder mi?"
sorusuna el-Cüneyt şöyle cevap veriyor:
"Evet.
Allah'ın emri mutlaka yerine gelecek yazılı bir kaderdir."
Batılla
renklendirdiği bir hak! Ayet Hz. Peygamber'in mubah olan bir şeyi işlemesinde
bir sakınca olmadığını anlatırken, el-Cüneyt, arifin işlediği zinanın Allah'ın
yerine gelecek yazılı bir kaderi olduğunu söylüyor ve ayeti istismar ediyor.
Üstelik zina eden bir kimseye "arif" adını da veriyor. Yani imanın
zirvesine ulaşmış bir mümin. Zira gayb sayfasında hakkında takdir edileni
görmüş ve zina ederek yerine getirmiş(!)
Hâlbuki
Hz. Peygamber "Zani zina ederken mümin değildir" buyurmaktadır.
Tasavvufçular
aklın bilginin yollarından olmasına karşı çıkmakta ve zıtlar arasında zıtlıkla
hüküm vermesine kızmaktadırlar. Şeriatın da iman ile küfür yahut hayır ile şer
arasında ayırım yaptığı için düşmanı olmaktadırlar. Çünkü şeriat zevki kutsal
ilham yahut göğün vahyi olarak kabul etmemektedir. Onun için "Tadan
bilir!" sözü meşhur terimlerindendir. Yani marifet yolu olarak sadece
zevki kabul edenler rabbani hakikatlerin künhünü hakkıyla bilen ariflerden
olurlar.
Gördüğünüz
gibi Eş-Şarani şeyhi el-Bedevi'nin kemikleri çürümüş ve toprağa karışmış
olmasına rağmen diri olduğunu, yemek pişirip yıkandığını, diri ve ölüleri
mevlidine davet ettiğini tasavvur ediyor. Yine el-Harisi'yi aklına getirir
getirmez şeyhin kabirden kalkıp Dimyat'tan Kahire'ye kadar koşarak geldiğini
nasıl söylediğini gördünüz.
Şimdi
Allah için söyleyiniz. Bu saçmalıkların veya putperestliklerin Kur'ân'la yahut
akıl ve mantıkla bir ilişkisi var mıdır? İşte Hz. Fatıma! Kabrinde defnedilen
babasının mübarek yüzüne toprakların atılmasına yüreği yanarak
"Rasûlullah'ın yüzüne nasıl toprak atabiliyorsunuz?" diyor.
Hz. Enes
onun acılarını dindirecek ve yüreğine su serpecek hak ile cevap veriyor ve
şöyle diyor:
"Böyle emr olunmasaydık, yapmazdık."
Acaba
Rasûlullah neden ilk veziri Hz. Ebu Bekir ile kızı Hz. Fatıma arasındaki
anlaşmazlıkta mezarından çıkıp hakemlik yapmamıştır? Neden Hz. Aişe'nin Cemel
gününe çıkmasını veya olaylara katılmasını engellememiştir? Neden düzenlenen
komplo ile öldürülen Hz. Ömer'i önceden uyarmamıştır? Neden mecusinin hançerini
iman dolu Hz. Ömer'in göğsüne saplanmaktan alıkoymamıştır? Neden Zinnurayn Hz.
Osman'ı öldürenlerden ve Hz. Ali'yi zalimlerin hançerinden korumamıştır?
Rasûlullah yoksa tasavvufçuların şeyhleri kadar büyük değil miydi? Yoksa
Rasûlullah canciğer ashabını ve yakınlarını tasavvuf şeyhlerinin kötülükleri
sevdiği kadar sevmiyor muydu?
İşte
gözünün nuru Hz. Hüseyin! Düşmanları, yüce bir umudu karanlık bir ümitsizliğin
kuşatması gibi onu kuşatıyorlar. Henüz açılan bir çiçek gibi olan yavrusunun
susuzluğunu gidermek için ellerini kaldırıp düşmandan bir avuç su istiyor, buna
karşılık yavrunun yüreğine saplanan bir oktan başka karşılık görmüyor. Acaba
neden Rasûlullah sel sebilden bir sürahi Hz. Hüseyin'e ve küçük yavruya
uzatmıyor? Yahut yavrunun yüreğine saplanan oku ve büyük kahraman, yüce insan
Hz. Hüseyin'i öldürenleri neden Rasûlullah önlemiyor?
Bütün
bunların bir tek cevabı vardır. O da Rasûlullah'ın onları destekleyecek veya
onlara yapacak hiçbir şeye sahip olmamasıdır. Çünkü ölmüştür. Sahih veya zayıf
bir hadis, gerçekler veya hurafelerle ilgilenen bir tarih Rasûlullah'ın
öldükten sonra onları şu veya bu şekilde desteklediğini yahut imdatlarına
koştuğunu söylemiş değildir. Şayet yüce Allah dostları desteklemesi veya
imdatlarına koşması hususiyetlerini kabirde bir ölüye verseydi Rasûlullah'a
verirdi.
Hâlbuki
bu kadar büyük olayın, daha doğrusu felaketin yüce ashabın seçkinleri başına
geldiği, ehli beytinin çiçeklerini birer birer girdabına aldığı halde
Rasûlullah'ın onları şu veya bu şekilde desteklediğini veya kurtardığını
görmüyoruz. Çünkü ölmüştür! Çünkü bunu yapma imkânı ve gücü yoktur! Ama şeyh
Bedevi, ölmüş olmasına rağmen dilediği ölülere mutlu ve tatlı bir hayat
bağışlıyor, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacını gideriyor, sözler veriyor, putu
etrafında tavaf edenlerle konuşuyor, hatta bir türlü muradına eremeyen gelince
güveyi bütün halkın huzurunda karı koca yapıyor ve insanlara ağız tadıyla bir
porno filmi seyrettiriyor.
Bütün
bunları da çürümüş kemikleri ve kokuşmuş etleri toprak olduktan sonra yapıyor
(!) eş-Şarani'nin bu mitolojileriyle el-Bedevi şeyhinin Hz. Peygamber'den daha
üstün ve makbul, daha güçlü ve yetkili olduğunu anlatmak istediğini
görüyorsunuz değil mi?
Tasavvufçu
Evreni İdare Ediyor!
Abdülaziz ed-Debbağ şöyle diyor:
"Büyük
bir makama yükselmiş bir veli gördüm. Konuşan ve dilsiz yaratıkları, yabani
hayvanları ve haşaratı, gökleri ve yıldızları, yerleri görüyor. Yer küresinin
tamamı ondan alıyor. Bir anda seslerini ve konuşmalarını işitiyor. Herkese ne
istiyorsa veriyor ve ihtiyacını gideriyor. Bu işlerin hiçbiri diğerinden
alıkoymuyor."
Ed-Debbağ
bir kulu Allah'ın sıfatlarıyla tavsif ediyor ve ona rablık giydiriyor.
Şimdi de
kendini anlatan Ahmed et-Tîcanî'yi dinliyelim:
"Ruhum
Muhammed'in ruhudur. Rasul ve nebileri destekliyor. Ruhum ezelden ebede kadar
aktap ve arifleri destekliyor. Allah
mahşer günü insanları topladığı zaman, orada bulunan herkesin işiteceği yüksek
bir sesle bir münadi şöyle seslenir: Ey mahşer halkı! Şu kişi sizi destekleyen
imamınızdır. Peygamberlerin zatından doğan bütün feyizleri zatım alıyor ve
benden bütün yaratıklara dağıtılıyor."
Bağlılarından
biri de onu şöyle tavsif ediyor:
"Yöneldiği
zaman zenginleştirir, hoşnut eder ve bütün arzuları gerçekleştirir."
Bir
diğeri de şöyle tanıtır:
"Hiçbir
veli hiçbir peygamberden onu vasıtalığı olmadan hiçbir feyiz alamaz."
Diğeri
de şöyle anlatır:
"Kapalı
şeyleri açığa çıkaracak, meçhulleri bildirecek, ihtiyaçların akıbetini
anlayacak ve onlara terettüp eden afetleri ve çıkarları kavrayacak kadar
rabbani ve nüfuzlu bir basirete sahiptir."
El-Bistami
de şöyle diyor:
"Allah
beni tutup önüne koydu ve ey Ebu Yezid, kullarım seni görmek istiyorlar, dedi.
Ona, vahdaniyetinle beni terbiye et, kimliğini bana giydir, ehadiyyetine beni
yükselt, öyleki kulların beni gördüğü zaman "Seni gördük, desinler ki
gördükleri sen ol, ben de oradan kaybolayım"
Yine Ali
Harazim, et-Ticaniyi şöyle tavsif ediyor:
"Zenginleştirir
ve doyurur, gaybı bilir."
Bütün bu
sıfatlar Allah'ın sıfatlarıdır. Yüce Allah kendini bu sıfatlarla tavsif
etmektedir:
"Zengin
eden de, varlıklı kılan da odur." (Necm 48)
"O
gaybı bilendir. Dilediği peygamberler dışında gaybına kimseyi muttali kılmaz.
Çünkü o bunun ardından ve önünden gözcüler salar." (Cin 26)
Köpekler Tasavvufçuların
Velilerdir!
Karanlık devirlerinde ve putperest
dönemlerinde bile insanlık köpekleri tanrılaştırmamışken, tasavvufçular şirk
şekillerinde bir yenilik yaparak yeni putlar uydurmaya çalışmışlardır. Tarihte
en çirkin putperestliklerin bile tanrılaştırmadıkları köpekleri tanrılaştırmak
istemişlerdir.
Et-Tilimsani'nin köpeğin çürümüş kemiklerinin tasavvuf
tanrısının kendisi olduğuna dair sözlerini naklettik. Muhammed Bahauddin'in de
şeyhlerinin köpeği nasıl tanrılaştırdığını ifade eden sözlerini aktardık. Şimdi
de efendisi el-Acmi'nin kerametlerini anlatan eş-Şarani'ye kulak verelim:
"Gözü
bir köpeğe ilişti. Köpeklerin tümü ona boyun eğdi. Bütün insanlar
ihtiyaçlarının giderilmesi için ona başvurur oldular. O köpek hastalanınca
etrafına köpekler toplanıp ağladılar. Ölünce de uluma ve ağlamaya başladılar.
Allah bazı insanlara ilham etti de onu defnettiler. Köpekler ölünceye kadar
onun kabrini ziyaret ediyorlardı. Köpeği bir bakış bu duruma getirirse, insana
yöneltilince neler yapmaz ki?!"
Eş-Şarani,
sözünü ettiği el-Acmi'nin halvetinden çıkarken bakışı kime ilişirse özünün som
altına dönüştüğünü nakletmeyi de ihmal etmiyor.
Biraz
İnsaf!
Şimdi
şeyh efendiye ve onun gibi olanlara sesleniyorum; söyler misiniz, eş-Şarani'nin
şu iftiralarına gönlünüz razı oluyor mu? Bunlara din olarak bakabiliyor
musunuz? Hak adına sizlere sesleniyorum, belki hak karşısında vicdanınız sizi
muhasebeye çeker ve tarafsız düşünmeniz mümkün olur.
Puran Tilmiz, 29.01.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf;
Bir Düşünce Virüsü
Okuma:
Hukukçu
bir Sûfinin İbnü’l- Arabî Müdafası: İmam Şa'rani Örneği, Yrd. Doç. Dr. Hâlim
GÜL, Karabük Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi