"Erdoğan'ın sırtındaki vebal hem gücünü arttırıyor hem de
zayıflatıyor, Erdoğan bunu asla unutmamalı..."
Söze nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Her kaotik problemi
aştığımızda biraz daha serinkanlı bakarız olaylara diye ummuş olmamın verdiği
bir sıkıntı mı, bilmiyorum. Ne Gezi Terörü'nde bu kadar sıkıldım, Ne 17-25
Aralık Darbe Girişimi'nde. 30 Mart Yerel Seçimleri ile Cumhurbaşkanlığı
Seçimleri beni zerre kadar tedirgin etmemişti. Türkiye onurlu bir yolculuk
yapıyordu ve bu onurlu yolculuğun kesintiye uğramasını ya da sona ermesini
isteyen yerli-yabancı saldırganlar vardı. Farkındaydım ve bu farkındalığın
verdiği özgüvenle sonraki günlere dair iyimserlik biriktiriyordum. Ama şimdi,
şimdi ciddi bir şekilde tedirginim.
Nasıl tedirgin olmayacağım ki? Eleştirilerin dosdoğru
algılanmadığı bu derin ayrışma ve karmaşa zamanlarında söylediğim, söyleyeceğim
her sözün önünü, arkasını tek tek izah etmek zorunda kalıyorum. Doğru sözlü olmak zorunda olan, hüsn-ü zanna odaklanmış bir müslüman zihninin üreteceği eleştirileri, "Ben
tasnif dışındayım, eleştirilerim hepimizin hayrınadır" diyerek izah etmek
zorunda kalması kadar kötü bir ahvâl olabilir mi?
Bir şey yanlışsa, yanlış yola doğru sevk ediyorsa hepimizi, hepimiz adına bizi kim uyaracak? Kim yaptığımızın yanlış olduğunu söyleyecek? Bizi uyaranı da tutup karşı kıyıya fırlatmamız ve taşlamamız, kime zarar verecek?
Hem uyaranı inciteceğiz, hem de başka uyaracak olanları sindirecek ya da tedirgin edeceğiz. İktidar olmanın sorumlulukları bu kadar kolay davranmamızı gerektirmiyor, aksine her bir eleştiriyi ciddi bir şekilde değerlendirmek ve dosdoğru konumlandırmak zorundayız.
Bu ülkenin büyük yürüyüşünün karşısına dikilenlerden olmadığımızı,
bu yürüyüşün bir ferdi olarak nasıl izah edebiliriz ki? Yani, eleştirileri
birilerinin fısıltılarına uyarak duymazdan gelen ve gün geçtikçe kulaklarını tıkayan,
daha başına buyruk davranan bir lideri nasıl uyarabilirsiniz?
Bugün, her şeye dair hepimizden çok daha fazla şey bilen Erdoğan'ı
Cumhurbaşkanı olarak daha serinkanlı daha
profesyonel bakarken görmek isterdim. Üstelik bugün, geçmiş söylemlerinden daha
cesur bir çıkışla, daha önce işaret ettiği 'Üst Akıl' kastını açarak "'Paralel
Yapı'nın Mossad'a ilişkili olduğunu" söylediği bugünde ben niye
tedirginim? Daha rahat olmam ve bunu desteklerken de sonraki adımlara yönelik
zihnimde beliren fikirleri aktarmak isterken şimdi neden tedirginim?
Gezi ve Cemaat meselelerinde sürekli üzerinde çalıştığım dış
mihrak olgusunun bugün Erdoğan tarafından açıkça ilan edilişi çok ciddi bir
başlangıca işaret ederken, bu başlangıçtan değil tedirginliğim. Sadece Mossad'la
yetinmemesi gerektiğini CIA'i de söylemlerine dahil etmesi gerektiğini
düşündüğüm bugünde ciddi bir sıkıntının varlığından emin oldum. Erdoğan ciddi
bir şekilde yanlış yönlendiriliyor.
Bir süredir medyada, özellikle muhafazakar diye
nitelendirebileceğimiz medyada önce İngiltere hedef tahtasına oturtuldu,
dikkatler ABD'den uzaklaştırıldı. hatta Kurtlar Vadisi dizisi bile Amon-Ra işbirliği
ile temsil ettiği Türkiye düşmanlığını tefrik etti, dizinin başkahramanını ABD'yi
temsil eden Amon ile uzlaştırdı, İngiltere'yi temsil eden Ra ile savaştırdı. Geldiğimiz noktada Erdoğan'ın ilan ettiği tek düşman şu anda Mossad. Bu muydu
hepsi?
17-25 Aralık'tan önce "Bir imparatorluğun çöküşünü
izleyeceksiniz" diyen ve Erdoğan'ın Gülen'i sorumlu tuttuğu darbe
girişimi başarısız olunca ve Erdoğan Gülen'i ABD'den isteyince, “Gülen hakkında
bazı üst düzey (AKP) yetkilileri şikayete geldiklerinde onlara soruyorum,
‘Sorun nedir? Sizin veya bizim hukukumuzda (Gülen Cemaati’nin) işlediği suçu
gösterin’ diyorum. Şiddet uyguluyorlar mı? Para aklama mı var? İnsan kaçırma
mı? Vize problemleri mi var?’ Onlar hiçbir şey göstermedi.’’ diyen ve son noktayı, "ABD, Hizmet Hareketi’ni
hiçbir şekilde şiddetli bir silahlı örgüt olarak görmüyor. Nokta" diyerek nokta koyan ABD
Büyükelçisi Ricciardone ne oldu?
Hepimiz biliyoruz ki; Erdoğan'ı indirmek isteyen sadece İsrail
değildi; İngiltere, Almanya, Fransa dahil tüm Avrupa ve bizzat başrolde olan
ABD idi. hatta yanlarında Hamaney'in İran'ı, Esed'in Suriye'si, Kral
Abdullah'ın Suudi Arabistan'ı, Sisi'nin Mısır'ı ve Katar hariç tüm körfez
emirlikleri vardı bu koalisyonda. Bir tek Putin yoktu bu işin içinde, Çünkü o
Ukrayna'yı kaybetmemekle meşguldü, yaptırımlarla sıkıştırılmıştı.
Geldiğimiz noktada Erdoğan'ın kadrolu karşıtı olan gazeteci
Amberin Zaman tuhaf bir şekilde "Washington'dan
bakınca Erdoğan kalıcı, bilginize" diyor . Halen Atlantik Konseyi başkan
yardımcılığı yapan ve "Türkiye’nin coğrafi önemi var. ABD, dünyayı sadece
izlemek değil, etkili olmak istediği müddetçe, bazı ülkeler coğrafyaları ve nüfus
büyüklükleri ve eğitilmiş insanlarıyla önemli olacak. Bunu da böyle kabul etmek
zorundayız. Bu (ABD-Türkiye ilişkilerinde) her iki tarafın siyasetçileri için
çileden çıkarıcı bir ilişki olsa da, biz birbirimize mahkumuz. Dünyanın o
bölümünde Türkiye hayati derecede önemli bir ülke, ve orada kim oturuyorsa,
askeri darbe yapmış olan generaller olsun, veya Erbakan gibi adamlar olsun..
biz, anlamlı görüşmeler yapabiliyorduk, Başbakan Erdoğan’la da… Biz
birbirimizle görüşmeye devam etmek zorundayız. Yeter ki kurumları
olgunlaştıralım." diyen Ricciardone'nin dediği gibi mi oluyor her şey?
Uzlaşıldığı için Amon hedef dışında mı? Ra ne oldu? Ya Merkel? Mossad
zaten hazır olan kolay hedef mi? Hepsi bu kadar mıydı? Peki bugünkü faiz
kıskacı ne anlama geliyor?
Uzunca bir süredir Paralel Yapı'ya karşı geçmişin derin
yapılanmalarına yol verildiği söylentisi dolaşıyor ortalıkta. Paralel Yapı'nın
baş aktörleri nerede, İsrail'de mi? Yoksa hem CIA hem de FBI'ın kontrolü
altında ABD'de mi? Hedef niye sadece Mossad? İnterpol'e gidecek olan Kırmızı
Bülten'in hazırlanması neden bu kadar uzuyor? Ve neden Erdoğan, ABD'de mûkim
Gülen'in iade talebini Deport/Sınırdışı talebine dönüştürüyor?
Bugün Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan hemen her gün ya da bazen günde
birkaç kez çeşitli vesilelerle konuşuyor, sesinin sert tonu bazen tedirgin,
bazen de gündelik politikanın ve ekonominin içine girerken inanılmaz derecede
yıpratıcı bir güçle çıkıyor. Bir Başbakan gibi davranmaya devam ediyor ve
farkında olmadan Başbakan Davutoğlu'nun çalışma alanlarında bir kasırga gibi
esiyor.
Ak Parti'nin 2015 Haziran'ına hazır olup olmadığı sorusu bir yana,
Erdoğan daha sakin olması gereken bu dönemde niye bu kadar gergin? Ve bu gerginliğin
bedelini neden TCMB Başkanı Erdem Başçı ödüyor? Faiz gelişmekte olan ve az
gelişmiş ülkelerin sömürüldüğü bir hortum ve bu hortumu inşa eden de büyüten de
Erdem Başçı değil.
Mayıs 2015'te İstanbul'a yapılmakta olan üçüncü havalimanının
finansmanı ile ilgili sorunların olması faizi zorla düşürmeye yeter sebep midir?
Ya da Erdem Başçı ve Ali Babacan gerçekten faizin düşmesini istemiyor mu? Her
iki ismin 12-13 yıllık Ak Parti iktidarlarının geçmişinde parlak sicilleri
varken, onları Paralel Yapı'yla ilişkileri varmış gibi gösterenlere itibar
ederek hedef tahtasına oturtmak doğru mudur?
İddialara itibar ediliyorsa, bu iki ismin MGK Kararlarına kadar
girmiş olan Paralel Yapı ile ilişkilerini hangi cesaretle sürdürebildiklerini
de sorgulamak gerekmiyor mu? Ya da Ali Babacan neden tekrar yeni hükümete dahil
edildi? Erdem Başçı'nın faizi düşürmemesi için ne gibi nedeni olabilir? Bizim bilmediğimiz bir neden varsa, bunu bilmeye hakkımız yok mu?
Bugün Babacan ve Başçı üzerinden yürütülen planlı saldırıların
hedefinde yine Erdoğan var. Beni asıl tedirgin eden bu saldırı değil, Erdoğan'ın
bu saldırının farkında olup olmadığına dair endişelerim. Geçmişte Erdoğan yine
Başçı'yı eleştirmişti faiz konusunda, ancak bunun olası bir taktik olduğunu düşünmüştüm. Ki
sonraki zamanda da bu taktiğin doğru işlediğini ve piyasayı kontrol etmeye
yönelik olduğunu görmüştüm. Ama şimdi durum tamamen farklı.
Uluslararası piyasa denen ve aslında tamamen Wall Street'in, yani
neocon-yahudi kapitalizmin yönetiminde olan piyasa stratejistlerinin hedefinde
yine Erdoğan var, onu en güçlü olduğu bu dönemde uzlaşma görüntüsü altında,
özellikle yakınlarına sokuşturdukları elemanları vasıtası ile zayıflatıyorlar,
diye düşünüyorum.
Eğer başarılı olurlarsa bugüne dek yapılan her şey çöker. Bir
merkez bankası hükümetle kavga edemez, Erdoğan bunu defalarca yaşadı ve gördü.
Merkez Bankası'na yapılan orantısız baskıların sonucunda da piyasa denen kazan
kaynamaya ve soymaya başlar; faizi düşüreyim derken, fırlatırsınız.
Tedirginliğimin asıl sebebi bu ve coşku dolu bir kalabalık sırf
Erdoğan işaret ettiği için önüne geleni sınırsızca eleştiriyor. Erdoğan'ın gücünün
bu türden etkilerle zayıflamasını istemediğim gibi, sonradan Erdoğan'ın yakın
çevresine girmeyi başaran danışmanların kullandığı bir güç olmasını
istemiyorum. Ne Erdoğan'ın buna hakkı var ne de danışmanlarının.
Bu milletin vebali vardır Erdoğan'ın gücünde. Bu vebal
danışmanların aklından ya da fikirlerinden daha etkili ve güçlüdür. Faiz hiç olmamalı, peki bunu yapabilecek güce sahip miyiz?
Erdoğan'ın sırtındaki vebal hem gücünü arttırıyor hem de
zayıflatıyor, Erdoğan bunu asla unutmamalı.
Eğer ekonomi herhangi bir kaostan aşırı bir şekilde etkilenir de
çığırdan çıkarsa, millet 17-25 Aralık'ta verdiği desteği vermekte tereddüt
edebilir. Ki; o zaman Türkiye'nin felaketi demek olur bu.
Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan, daha sakin olmalı ve eleştirileri
dikkatle dinlemeli; iyi niyetli eleştiri ile kötü niyetli eleştiriyi bu iç içe
geçmişlikte ayırdetmek zor olsa da sabırla ayırdetmeli... Eleştirenleri de
ürkütmemeli... Sistem tartışmalarının yapıldığı ve seçimlerin yaklaştığı bu dönemde iyileri küstürmek çok büyük zarar verebilir.
Ocak ayları neden bu kadar kasıyor insanları? Bunu da anlamıyorum.
Arif Şahin, 31.01.2015, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 58