31 Ocak 2015 Cumartesi

SA1128/AŞ58: Erdoğan'ın Sırtındaki Vebal

"Erdoğan'ın sırtındaki vebal hem gücünü arttırıyor hem de zayıflatıyor, Erdoğan bunu asla unutmamalı..."


Söze nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Her kaotik problemi aştığımızda biraz daha serinkanlı bakarız olaylara diye ummuş olmamın verdiği bir sıkıntı mı, bilmiyorum. Ne Gezi Terörü'nde bu kadar sıkıldım, Ne 17-25 Aralık Darbe Girişimi'nde. 30 Mart Yerel Seçimleri ile Cumhurbaşkanlığı Seçimleri beni zerre kadar tedirgin etmemişti. Türkiye onurlu bir yolculuk yapıyordu ve bu onurlu yolculuğun kesintiye uğramasını ya da sona ermesini isteyen yerli-yabancı saldırganlar vardı. Farkındaydım ve bu farkındalığın verdiği özgüvenle sonraki günlere dair iyimserlik biriktiriyordum. Ama şimdi, şimdi ciddi bir şekilde tedirginim.

Nasıl tedirgin olmayacağım ki? Eleştirilerin dosdoğru algılanmadığı bu derin ayrışma ve karmaşa zamanlarında söylediğim, söyleyeceğim her sözün önünü, arkasını tek tek izah etmek zorunda kalıyorum. Doğru sözlü olmak  zorunda olan, hüsn-ü zanna odaklanmış  bir müslüman zihninin üreteceği eleştirileri, "Ben tasnif dışındayım, eleştirilerim hepimizin hayrınadır" diyerek izah etmek zorunda kalması kadar kötü bir ahvâl olabilir mi?

Bir şey yanlışsa, yanlış yola doğru sevk ediyorsa hepimizi, hepimiz adına bizi kim uyaracak? Kim yaptığımızın yanlış olduğunu söyleyecek? Bizi uyaranı da tutup karşı kıyıya fırlatmamız ve taşlamamız, kime zarar verecek? 


Hem uyaranı inciteceğiz, hem de başka uyaracak olanları sindirecek ya da tedirgin edeceğiz. İktidar olmanın sorumlulukları bu kadar kolay davranmamızı gerektirmiyor, aksine her bir eleştiriyi ciddi bir şekilde değerlendirmek ve dosdoğru konumlandırmak zorundayız.

Bu ülkenin büyük yürüyüşünün karşısına dikilenlerden olmadığımızı, bu yürüyüşün bir ferdi olarak nasıl izah edebiliriz ki? Yani, eleştirileri birilerinin fısıltılarına uyarak duymazdan gelen ve gün geçtikçe kulaklarını tıkayan, daha başına buyruk davranan bir lideri nasıl uyarabilirsiniz?

Bugün, her şeye dair hepimizden çok daha fazla şey bilen Erdoğan'ı Cumhurbaşkanı olarak  daha serinkanlı daha profesyonel bakarken görmek isterdim. Üstelik bugün, geçmiş söylemlerinden daha cesur bir çıkışla, daha önce işaret ettiği 'Üst Akıl' kastını açarak "'Paralel Yapı'nın Mossad'a ilişkili olduğunu" söylediği bugünde ben niye tedirginim? Daha rahat olmam ve bunu desteklerken de sonraki adımlara yönelik zihnimde beliren fikirleri aktarmak isterken şimdi neden tedirginim?

Gezi ve Cemaat meselelerinde sürekli üzerinde çalıştığım dış mihrak olgusunun bugün Erdoğan tarafından açıkça ilan edilişi çok ciddi bir başlangıca işaret ederken, bu başlangıçtan değil tedirginliğim. Sadece Mossad'la yetinmemesi gerektiğini CIA'i de söylemlerine dahil etmesi gerektiğini düşündüğüm bugünde ciddi bir sıkıntının varlığından emin oldum. Erdoğan ciddi bir şekilde yanlış yönlendiriliyor.

Bir süredir medyada, özellikle muhafazakar diye nitelendirebileceğimiz medyada önce İngiltere hedef tahtasına oturtuldu, dikkatler ABD'den uzaklaştırıldı. hatta Kurtlar Vadisi dizisi bile Amon-Ra işbirliği ile temsil ettiği Türkiye düşmanlığını tefrik etti, dizinin başkahramanını ABD'yi temsil eden Amon ile uzlaştırdı, İngiltere'yi temsil eden Ra ile savaştırdı. Geldiğimiz noktada Erdoğan'ın ilan ettiği tek düşman şu anda Mossad. Bu muydu hepsi?

17-25 Aralık'tan önce "Bir imparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz" diyen  ve  Erdoğan'ın Gülen'i sorumlu tuttuğu darbe girişimi başarısız olunca ve Erdoğan Gülen'i ABD'den isteyince, “Gülen hakkında bazı üst düzey (AKP) yetkilileri şikayete geldiklerinde onlara soruyorum, ‘Sorun nedir? Sizin veya bizim hukukumuzda (Gülen Cemaati’nin) işlediği suçu gösterin’ diyorum. Şiddet uyguluyorlar mı? Para aklama mı var? İnsan kaçırma mı? Vize problemleri mi var?’ Onlar hiçbir şey göstermedi.’’ diyen  ve son noktayı, "ABD, Hizmet Hareketi’ni hiçbir şekilde şiddetli bir silahlı örgüt olarak görmüyor. Nokta" diyerek nokta koyan ABD Büyükelçisi Ricciardone ne oldu?

Hepimiz biliyoruz ki; Erdoğan'ı indirmek isteyen sadece İsrail değildi; İngiltere, Almanya, Fransa dahil tüm Avrupa ve bizzat başrolde olan ABD idi. hatta yanlarında Hamaney'in İran'ı, Esed'in Suriye'si, Kral Abdullah'ın Suudi Arabistan'ı, Sisi'nin Mısır'ı ve Katar hariç tüm körfez emirlikleri vardı bu koalisyonda. Bir tek Putin yoktu bu işin içinde, Çünkü o Ukrayna'yı kaybetmemekle meşguldü, yaptırımlarla sıkıştırılmıştı.

Geldiğimiz noktada Erdoğan'ın kadrolu karşıtı olan gazeteci Amberin Zaman tuhaf  bir şekilde "Washington'dan bakınca Erdoğan kalıcı, bilginize" diyor . Halen Atlantik Konseyi başkan yardımcılığı yapan ve "Türkiye’nin coğrafi önemi var. ABD, dünyayı sadece izlemek değil, etkili olmak istediği müddetçe, bazı ülkeler coğrafyaları ve nüfus büyüklükleri ve eğitilmiş insanlarıyla önemli olacak. Bunu da böyle kabul etmek zorundayız. Bu (ABD-Türkiye ilişkilerinde) her iki tarafın siyasetçileri için çileden çıkarıcı bir ilişki olsa da, biz birbirimize mahkumuz. Dünyanın o bölümünde Türkiye hayati derecede önemli bir ülke, ve orada kim oturuyorsa, askeri darbe yapmış olan generaller olsun, veya Erbakan gibi adamlar olsun.. biz, anlamlı görüşmeler yapabiliyorduk, Başbakan Erdoğan’la da… Biz birbirimizle görüşmeye devam etmek zorundayız. Yeter ki kurumları olgunlaştıralım." diyen Ricciardone'nin dediği gibi mi oluyor her şey?

Uzlaşıldığı için Amon hedef dışında mı? Ra ne oldu? Ya Merkel? Mossad zaten hazır olan kolay hedef mi? Hepsi bu kadar mıydı? Peki bugünkü faiz kıskacı ne anlama geliyor?

Uzunca bir süredir Paralel Yapı'ya karşı geçmişin derin yapılanmalarına yol verildiği söylentisi dolaşıyor ortalıkta. Paralel Yapı'nın baş aktörleri nerede, İsrail'de mi? Yoksa hem CIA hem de FBI'ın kontrolü altında ABD'de mi? Hedef niye sadece Mossad? İnterpol'e gidecek olan Kırmızı Bülten'in hazırlanması neden bu kadar uzuyor? Ve neden Erdoğan, ABD'de mûkim Gülen'in iade talebini Deport/Sınırdışı talebine dönüştürüyor?

Bugün Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan hemen her gün ya da bazen günde birkaç kez çeşitli vesilelerle konuşuyor, sesinin sert tonu bazen tedirgin, bazen de gündelik politikanın ve ekonominin içine girerken inanılmaz derecede yıpratıcı bir güçle çıkıyor. Bir Başbakan gibi davranmaya devam ediyor ve farkında olmadan Başbakan Davutoğlu'nun çalışma alanlarında bir kasırga gibi esiyor.

Ak Parti'nin 2015 Haziran'ına hazır olup olmadığı sorusu bir yana, Erdoğan daha sakin olması gereken bu dönemde niye bu kadar gergin? Ve bu gerginliğin bedelini neden TCMB Başkanı Erdem Başçı ödüyor? Faiz gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin sömürüldüğü bir hortum ve bu hortumu inşa eden de büyüten de Erdem Başçı değil. 

Mayıs 2015'te İstanbul'a yapılmakta olan üçüncü havalimanının finansmanı ile ilgili sorunların olması faizi zorla düşürmeye yeter sebep midir? Ya da Erdem Başçı ve Ali Babacan gerçekten faizin düşmesini istemiyor mu? Her iki ismin 12-13 yıllık Ak Parti iktidarlarının geçmişinde parlak sicilleri varken, onları Paralel Yapı'yla ilişkileri varmış gibi gösterenlere itibar ederek hedef tahtasına oturtmak doğru mudur?

İddialara itibar ediliyorsa, bu iki ismin MGK Kararlarına kadar girmiş olan Paralel Yapı ile ilişkilerini hangi cesaretle sürdürebildiklerini de sorgulamak gerekmiyor mu? Ya da Ali Babacan neden tekrar yeni hükümete dahil edildi? Erdem Başçı'nın faizi düşürmemesi için ne gibi nedeni olabilir? Bizim bilmediğimiz bir neden varsa, bunu bilmeye hakkımız yok mu?

Bugün Babacan ve Başçı üzerinden yürütülen planlı saldırıların hedefinde yine Erdoğan var. Beni asıl tedirgin eden bu saldırı değil, Erdoğan'ın bu saldırının farkında olup olmadığına dair endişelerim. Geçmişte Erdoğan yine Başçı'yı eleştirmişti faiz konusunda, ancak bunun  olası bir taktik olduğunu düşünmüştüm. Ki sonraki zamanda da bu taktiğin doğru işlediğini ve piyasayı kontrol etmeye yönelik olduğunu görmüştüm. Ama şimdi durum tamamen farklı.

Uluslararası piyasa denen ve aslında tamamen Wall Street'in, yani neocon-yahudi kapitalizmin yönetiminde olan piyasa stratejistlerinin hedefinde yine Erdoğan var, onu en güçlü olduğu bu dönemde uzlaşma görüntüsü altında, özellikle yakınlarına sokuşturdukları elemanları vasıtası ile zayıflatıyorlar, diye düşünüyorum.

Eğer başarılı olurlarsa bugüne dek yapılan her şey çöker. Bir merkez bankası hükümetle kavga edemez, Erdoğan bunu defalarca yaşadı ve gördü. Merkez Bankası'na yapılan orantısız baskıların sonucunda da piyasa denen kazan kaynamaya ve soymaya başlar; faizi düşüreyim derken, fırlatırsınız.

Tedirginliğimin asıl sebebi bu ve coşku dolu bir kalabalık sırf Erdoğan işaret ettiği için önüne geleni sınırsızca eleştiriyor. Erdoğan'ın gücünün bu türden etkilerle zayıflamasını istemediğim gibi, sonradan Erdoğan'ın yakın çevresine girmeyi başaran danışmanların kullandığı bir güç olmasını istemiyorum. Ne Erdoğan'ın buna hakkı var ne de danışmanlarının.

Bu milletin vebali vardır Erdoğan'ın gücünde. Bu vebal danışmanların aklından ya da fikirlerinden daha etkili ve güçlüdür. Faiz hiç olmamalı, peki bunu yapabilecek güce sahip miyiz?

Erdoğan'ın sırtındaki vebal hem gücünü arttırıyor hem de zayıflatıyor, Erdoğan bunu asla unutmamalı.

Eğer ekonomi herhangi bir kaostan aşırı bir şekilde etkilenir de çığırdan çıkarsa, millet 17-25 Aralık'ta verdiği desteği vermekte tereddüt edebilir. Ki; o zaman Türkiye'nin felaketi demek olur bu.

Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan, daha sakin olmalı ve eleştirileri dikkatle dinlemeli; iyi niyetli eleştiri ile kötü niyetli eleştiriyi bu iç içe geçmişlikte ayırdetmek zor olsa da sabırla ayırdetmeli... Eleştirenleri de ürkütmemeli... Sistem tartışmalarının yapıldığı ve seçimlerin yaklaştığı bu dönemde iyileri küstürmek çok büyük zarar verebilir.

Ocak ayları neden bu kadar kasıyor insanları? Bunu da anlamıyorum.


Arif Şahin, 31.01.2015, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 58




Seçkin Deniz Twitter Akışı