4 Şubat 2015 Çarşamba

SA1135/KY5-PT44: Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü/ A-Nazarî Tasavvuf- Keramet Çeşitleri

 بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim

“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür. 

***

Keramet Çeşitleri:

Ölüleri diriltmek 

Abdurrauf el-Münavî, el-Kevakibu'd-Dürriyye kitabında tasavvufçuların üç türlü kerameti olduğunu söyledikten sonra Ölüleri diriltme kerametlerini şöyle anlatır: 

Kerametlerin en üstünü budur. Buna örnek olarak şu kerametleri gösterebiliriz. Ebu Ubeydillah el-Yusri savaşa gitmiş, ama yanındaki biniti ölmüş, Allah'tan diriltmesini istemiş, hemen kulaklarını sallayarak hayvan kalkmıştır.

Yine Mufarric ed-Demamînî'ye getirilen kızartılmış piliçlere ed-Demamini "Allah'ın izniyle uç" demiş, onlar da uçmuşlardır. El-Keylani de yediği tavuğun kemiğini eline almış ve "Allah'ın izniyle kalk" demiş, tavuk kalkmıştır. Ebu Yusuf ed-Dehmani'nin bir oğlu ölmüş, Ed-Dehmani ona çok üzülmüş ve çocuğa, "Allah'ın izniyle kalk" demiş, o da kalkmış ve uzun zaman yaşamıştır. Yine damdan bir çocuk düşmüş ve ölmüş, Ed-Dehmani hemen Allah'a dua etmiş, çocuk dirilmiştir."(Abdurrauf el-Münavi, el-Kevakibu'd-Dürriyye fi Tabakali's-Sufiyye, 1 i, Basım 1938, el-Münavi'nin Fabakatında bu türden kerametler pek çoktur. Tasavvufçulann keramet çeşitleri için yine bakınız. Nicboln, islam Sufilerı, 119.)

Görüyorsunuz, yüce Allah'ın Hz. İbrahim, Hz. İsa'ya verdiği mucizelerin aynısı. Yahut harabeye dönmüş kasabaya uğradıktan sonra ölen ve Allah tarafından yüz sene sonra diriltilen insanın diriltilişi gibi bir şey!

El-Kelâbâzî böyle demiyor mu?:

"Su üzerinde yürümek, hayvanlarla konuşmak, tayy-i mekan yapmak ve bir şeyi olduğu yerden başka yerde göstermek gibi evliyanın kerametlerini kabul etmede icma etmişlerdir."  (el-Kelabazi, el-Taarruf M Mezhebi Ehli't-Tasavvuf, 44)

Hasan Rıdvan da bunları menzum olarak şöyle dile getiriyor:

"Allah bir velisine kudretle tecelli ederse, o veli güzel olur, eşyayı gaybi müşahade ile avucunda ve kendi kudretiyle müşahade eder. Ancak görünen alemde bunun eserleri onun eliyle zahir olur. Himmet sahiplerinin ayaklarıyla su üstünde, bulutlar veya hava üzerinde yürümeleri, tayy-i zaman veya mekan etmeleri, toprağı ekmek yapmaları veya daha başka gösterdikleri olağanüstü işler bundandır. Şartı da ona muvafık olmasıdır." 

Onun için tasavvufçular Allah'ın bütün evreninde velilerinin genel tasarrufa ve umumi yönetime sahip olduklarını, bundan dolayı emir ve nehiy, kabul veya red, hami veya zem hakkına sahip bulunduklarını kabul etmişlerdir.

El-Kûhenî, Seleme er-Râdî'nin mucizelerinden söz ederek şöyle der:

"Kardeşlerden birinin eşi hamile kaldı ve çocuk dokuzunda annesinin karnında öldü. On gün annesinin karnında ölü olarak kaldı. Doğuracağı zaman eşi bu durumu şeyhimize anlattı. Öyle mi? dedi. Ondan sonra çocuk annesinin karnında ölmemiş gibi sapasağlam doğdu. Kardeşlerden birinin de gözü kör oldu. Durumu üstada anlattı. Ona, bunu gizlersen gözün açılır, dedi. Bu şartı kabul etti ve gözünü silince gözü açıldı. Cize limanında önde gelen kişilerden birinin bir tek kızı vardı. Sıtmaya tutuldu, iyileştikten sonra dili tutuldu. Hiç konuşmadı. Yıllarca doktorlara götürüp getirdiler, çaresi olmadı. Şeyhimize getirdiler. Ona bir baktı ve ismini sordu. Kız ismini söyledi ve hemen dili çözüldü."

Yüce Allah'ın Hz. İsa'ya verdiği mucizelerin aynısı! Bu şekilde tasavvufçular velilerinin dilsiz, cüzamlıyı, körü iyileştirdiğine, ölüleri dirilttiğine inanırlar. İşin tuhaf yanı, kendilerine Allah'ın kudretinin nispet edildiği ve evliya dedikleri bu insanların birçoğu şeytanın Allah'a karşı isyan ettiği gibi isyan içindedirler!

Tasavvufçuların kerametlerinin ilki bu olunca, diğerlerini burada sıralamaya gerek kalmamaktadır. Merak edenler Abdurrauf el-Bünavi'nin el-Kevakibu'd-Durriyye, kitabına bakabilirler.

Tasavvufçular “Kün” (Ol) Deme Gücüne Sahip!

Tasavvufçular şeyhlerinin bir şeye "ol" deme gücüne sahip olduğunu ve ol deyince o şeyin derhal oluverdiğini iddia ediyorlar. Onlardan biri Allah'ın kendine halife bıraktığı veliden söz ederek şöyle diyor:

"O halifedir. Allah ona "ol" deme gücünü verir. Bir şeye "ol" der demez, o şey hemen oluverir."

 Ebussuûd da şöyle der:

"Allah bana on beş senedir tasarruf verdi, ama biz nükte olsun diye bıraktık."

İbn-i Arabî bu sözü ele alarak şöyle diyor:

"Biz ise, nükte olsun diye değil, kemali marifet için onu terk ettik." 

Acaba Ebussuûd âlemde tasarruf ederken Allah ne yapıyordu? Bu şekilde tasavvufçular şeyhlerini Allah'ın ortakları yapıyorlar.

O halde peygamberlerin mucizeleri nedir? Diyeceksiniz. Hemen belirtelim ki peygamberler, tasavvufçuların şeyhleri için söyledikleri tarzda, canları istediği ve akılları estiği zaman mucize göstermemişlerdir. Onların mucize göstermeleri Allah'ın izni ve emriyle olmuştur. Bir peygamberler, tasavvufçuların şeyhleri için söyledikleri tarzda, canları istediği ve akılları estiği zaman mucize göstermemişlerdir. Onların mucize göstermeleri Allah'ın izni ve emriyle olmuştur.

Bir peygamber istediği zaman değil, Allah dilediği zaman mucize ile peygambere ikramda bulunur. Hz. Musa kendi kudretiyle asasını taşa vurmadı, denizi kendi gücü ile yarmadı. Öyle olsaydı Firavun’ının ve askerlerinin kendisine ulaşmalarından korkusu niçindi? Kendi gücüne dayanarak asasının denizi yarabileceğine şüpheli de olsa bir kanaati olsaydı, neden Firavun ve ordusundan korkacaktı?

Hatta büyücüler büyülerini yapınca Hz. Musa'yı neden bir korku titremesi aldı? Onu teskin ve tesbit için yüce Allah ona şöyle buyurmuştur: "Korkma! Kesinlikle üstün gelecek olan sensin." (Taha, 68) Mucizeler gösterebileceğine dair bu bir kudret alameti midir, yoksa kurtarıcı ilahi kudrete samimiyet ve teslimiyetle yapılan beşeri bir yakarış mıdır?

Cebrail de kendi başından ve kendi iradesiyle Hz. Muhammed'e Kur'ân'ı getirmiş değildir. Sadece ve sadece Allah'ın emri ve iradesiyle ona inmiştir. "Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz." (Meryem, 64) Şu ayete bakınız, bu gerçeği apaçık görürsünüz. Yüce Allah buyuruyor: "Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol, dedik." (Enbiya,69)  Bu sözü İbrahim söylememiştir. Aksine onu söyleme gücüne sahip olan ve İbrahim'in rabbi bulunan Allah'tır. 

O halde şehvet hevesleri ve kuruntu dürtüleriyle tasavvuf şeyhlerinin âlemin kaderinde tasarruf ettikleri hurafeleri nereden geliyor? Bir şeye ol, demekle o şeyin hemen oluvereceğine dair iftiraları nasıl ortaya atabiliyorlar? Yüce Allah yalancıların uydurmalarından münezzehtir!

Acaba el-Keylani'nin hayat vereceği bir tavuktan yahut kemikleri çürümüş bir hayvanı el-Yusri'nin diriltmesinden insanlar ne yarar sağlayacaklardır? Yol ortasında ve halkın gözü önünde zina cürümünü işleyen Ali Vahiş ve el-Sârisi’nin kerametlerinden insanlara ne yarar gelecektir?

Gördüğünüz gibi tasavvufçular azim sahibi peygamberlerin Allah'ın izin ve iradesiyle gösterdikleri mucizelerin bunak ve ahmak velileri tarafından gösterildiğine hükmetmişlerdir. Peygamberlerin mucizelerinin bunakların ve günah küpü canilerin kudretinin eserleri olduğuna hükmettikten sonra, tasavvufçuların kendilerine Muhammed'e indirdiği Kur'ân gibi bir Kur'ân indirildiğini iddia etmekten ne alıkoyacaktır?

Yüce Allah "Şu çürümüş, un olmuş kemikleri kim diriltecek? Dedi. de ki, onları ilk defa yaratmış olan diriltir"(Yâsin, 78-79) buyuruyor. Tasavvufçular şeyhlerin de Allah gibi hayat ve kudret sahibi olduklarını iddia ettiklerine göre, onlar da çürümüş kemikleri diriltebilirler, demektir. Sonra, başkasına hayat vermeğe kadir olan bir kimse, evleviyetle kendine ebedilik ve sonsuzluk vermeğe de kadirdir, demektir. Aksi halde kendine veremediğini başkalarına nasıl verebilir? Tasavvufçuların dalalet çöllerinde yollarını yitirmiş ahmakları ve zalimleri yüce ve hâkim olan Allah'ın sıfatlarıyla nasıl tavsif ettiklerini görüyorsunuz değil mi?

Cansızların Konuşmalarını İşitmek

İbn-i Arabî keramet çeşitlerini sayarak şöyle diyor:

"Kerametlerden biri de konuşma derecelerine göre cansızların konuşmalarını işitmektir." (İbn-i Arabi, Mevakiu'n-Nucum, 75, basım 1325 hicri)

Yüce Allah "Onların teşbihlerini anlamazsınız"  buyuruyor. İbn Arabî ise tasavvufçuların işittiklerini söylüyor. Şimdi İbn-i Arabî’ye inanmak için Allah'ı mı yalanlayalım?

Yine şöyle diyor:

"Kerametlerden biri de melei a'la "yüce âlem" ile konuşmaktır." (İbn-i Arabi, a.g.e., 81, İbn Arabi bunu üstadı el-Cazali'den alınıp ve "Veliye, Musa'ya seslenikliî;i ı;ibi i-lahi meclislerden seslenilir" kısmını eklemiştir.)

Acaba Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer melei a'la ile konuştular mı? Hatta peygamberlikten önce yahut vahiy zamanları dışında peygamberler melei ala ile konuştular mı? Ama diyeceksiniz, onlar kim, tasavvufçular kim? Tasavvuf meşhurları yanında isimleri mi okunur? Çünkü onlar nazarında herhangi bir zındık Rasûlullah'tan üstündür.

Tasavvuf meşhurlarından el-Bistami'nin, "Allah'a yemin ederim ki sancağım Muhammed'in sancağından daha büyüktür"  iftirasını okumadınız mı? Yine, "Beni bir defa görmen, Rabbini bin defa görmekten daha hayırlıdır"  iftirasını duymadınız mı?!

Tasavvufçu Gökler Âleminde Dolaşıyor

 Tasavvufçulardan biri Rabbine seslenerek şöyle diyor:

"Bazıları senden istediler, onlara tayy-i mekânı (bir anda uzun mesafeler almak), su ve hava üstünde yürümeyi, yerin hazinelerini verdin. Onlar için kişiler değişti."

Sonra Rabbinin kendisine verdiği nimetlerden söz ederek şöyle der:

"En alt feleğe soktu, aşağı melekûtta beni dolaştırdı. Yerleri ve ucuna kadar altındakileri gösterdi. Sonra yüksek feleğe soktu, beni göklerde dolaştırdı. Arşa kadar içindeki cennetleri gösterdi. Sonra huzurunda durdurdu ve şöyle dedi: Gördüğün her şeyi iste, sana vereyim. Şöyle dedim: Gördüklerimden beğendiğim bir şey olmadı ki onu senden isteyeyim."

Bu utanmaz tasavvufçu Allah'ın arşını bile beğenmiyor. Yerin derinliklerinde dolaştığını iddia eden bu meczup toprak altındaki petrolün yerini bilip milletine bile söyleyemiyor, kalkmış Allah'ın arşını beğenmediğini söylüyor. Şeytana bakınız!

Ali İbn Hicazi el-Beyyûmi  ise gökte şeyh Demirtaş'ı gördüğünü ve kendisine dünya ve ahirette korkmamasını söylediğini, Hz. Peygamberi halvette gördüğünü, Hz. Ebu Bekr'e "Haydi, Demirtaş'ın zaviyesine gidelim" derken duyduğunu, Şeyh Bedevi'nin yanına girip Hz. Peygamberi orada gördüğünü, Hz. Peygamber'i görmesinin bir vehim olmasından korktuğu için Demirtaş'ı kabrinin yanında görünce kendisine "Elini peygambere uzat, yanımda duruyor" dediğini iddia ediyor.

Tasavvufçu Cenneti Garantiliyor!

 Ticani tarikatının baş tağutu şunları iddia ediyor:

"Âlemin efendisi bana uykuda değil, uyanık iken şunu söyledi: Sana kim bir hizmette veya bir iyilikte bulunur yahut doyurursa sorgusuz cezasız cennete girer. Beni seven, zerre miktarı bana iyilik yapan, beni doyuranların hesapsız ve cezasız cennete girmelerini, benden zikir alanların geçmiş ve gelecek bütün günahlarının bağışlanmasını, hiçbir şeyden Allah'ın onları hesaba çekmemesini, ölümden cennete girişlerine kadar Allah'ın azabından emin olmalarını, hepsinin Hz. Peygamber'in etrafında illiyyin (yüce cennet)de benimle beraber olmalarını istedim. Rasûlullah bana "Onlarla beraber senin illiyyinde benim yanımda oluncaya kadar bunu onlar için kesintisiz (yüzde yüz) garantiledim" dedi." 
Hâlbuki yüce Allah Hz. Peygamber'e şöyle buyuruyor:

"Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin."  "De ki, bütün şefaat Allah'ın iznine bağlıdır. Göklerin ve yerin hükümranlığı onundur." 

Hz. Peygamber de kızı Hz. Fatma’ya şöyle buyuruyor: "Salih amel işle, Allah'tan sana hiçbir şey yapamam." Muhterem bir kadın vefatı esnasında bir sahabi için "Allah'ın sana ikramda bulunduğuna şahadet ederim" diye şahadette bulunduğunu gören Hz. Peygamber, onu uyararak ve gerçeği göstererek "Allah'ın ona ikram ettiğini ve biliyorsun? Ben ona hayır umarım. Allah'a yemin ederim ki ben Allah'ın resulüyüm, ama yarın bana ne yapılacağını bilmiyorum" dedi.

Ama et-Ticani öyle mi? O peygamberden söz alıyor, kendine ve çömezlerine cenneti garantiliyor, insanları sömürmek için hep kendine yardım yapılmasını ve doyurulmasını istiyor ve yaptığı boş vaatlerle insanların dini duygularını istismar ediyor. "Kim beni doyurursa" ibaresine bakın ve tasavvufçuların insanların mallarını din kisvesi altında nasıl soyduklarını, gözlerini nasıl başkalarının mallarına diktiklerini müşahede edin.

Tasavvufçunun Kalbi Allah'ın Arşından Daha Geniş!

 El-Bistami şöyle diyor:

"Arş ve ihtiya ettiklerinin milyon katı arifin kalbinin bir köşesine konsa, farkına bile varmaz. Hususi (özel) kulun kalbi Allah'ın evidir, nazargahıdır, ilimlerinin kaynağıdır, sırlarının barınağıdır, meleklerinin konağıdır, nurlarının hazinesidir, ziyaret edilen Kâbe'si ve vakfe yapılan Arafat'ıdır."

Melekût Âlemi Tasavvufçunun Karnında!

 Fatımiler'in hedefine hizmet eden Ablulaziz ed-Debbağ şöyle diyor:

"Yedi gök, yedi yer ve arşın biçimde olduğunu görüyorum. Arşın üzerindeki yetmiş örtü de içimdedir."

Ve Türlü Kerametler (!)

El-Münavi Tabakat'ında tasavvufçuların ölülerle konuştuklarını, dedesinin İmam Şafii ile konuştuğunu, Zinnun el-Mısri 'nin ruhunun birçok cisimlerin işlerini idare ettiğini , el-Havvas'ın üzerine gökten sofraların indiğini, Hz. Hızır'ın ona içirdiğini, el-Bistami'nin velileri peygamberlerden üstün tuttuğunu, kapısını çalan birisine el-Bistami'nin "Ne istiyorsun?" deyince, o kişi "Ebu Yezid el-Bistami'yi istiyorum" demesi üzerine el-Bistami'nin "Evde Allah'tan başka kimse yoktur" dediğini, iddia etmektedir.

Yine es-Sülemi'nin -tasavvufçuların Buda'sı- İbrahim İbn Edhem'le Davud ile Hızır'ın karşılaştıklarını, onunla konuşup beraber yediklerini, kendisine Allah'ın ismi azamını öğrettiklerini nasıl iftira ettiğini okuyabilirsiniz. Cennet ve cehennemin kimin elinde olduğunu mu öğrenmek istersiniz.

Ed-Desuki kendi elinde olduğunu iddia ediyor ve şöyle diyor:

"Cehennemin kapılarını kendi ellerimle kapattım, Firdevs cennetinin kapılarını da kendi ellerimle açtım. Beni ziyaret eden kişiyi Firdevs cennetine koyarım. Allah'a muttasıl hiçbir veli yoktur ki Hz. Musa'nın konuştuğu gibi Allah'la konuşmuş olmasın."

Peygamberlerin mucizelerinin tasavvufçuların bazı kerametleri olduğunu mu öğrenmek istiyorsunuz?

İşte ed-Debbağ'ın Mecusi iftiraları:

"Süleyman'a mülkünde verilen ve Davud'un emrine verilen, İsa'ya ikram edilenlerin tümünü Allah fazlasıyla peygamberin ümmetinden tasavvufçulara vermiş, kör, sağır, dilsizi iyileştirme ve ölüleri diriltme gücünü onlara vermiştir."

Tasavvufçuların yankesicilik yapma kerametlerini mi merak ettiniz? Buyurun ed-Debbağ'ı dinleyin:

"Tasavvuf sahibi veli elini dilediğinin cebine gizli sokar, istediği kadar para alır ve cebin sahipleri bunun farkına bile varmazlar." 

Selefinden halefine kadar ed-Debbağ'ın tasavvufçuların kutuplarından biri olduğu malumdur. Bilmiyorum, bu şirk ifadelerde putperestlik çirkefliklerini sizlere teker teker göstermeye gerek var mı? Gördüğünüz gibi, delalete ve izaha ihtiyaç kalmadan her şeyi ile ortadadır.

Bu karanlık, bu kokuşmuşluk, bu boğucu cehennem dumanlarını teker teker göstermeye ihtiyaç var mıdır? Allah -putperestlerin söylediklerinden münezzehtir.- Arşı, kürsüsü, mülkü, meleği, melekûtu, insan ve cinleriyle, hayvan ve cansızlarıyla, aşağılık ve üstünüyle bütün âlem, insanların duyguları, düşünceleri, iradeleri, akıllarından geçirdikleri, kalb ve nefisleriyle bütün yaratıklar, gördüğünüz gibi tasavvuf dininde tağutlarının avucunda ve tasarrufu altındadır. Yırtıcı güdüleri, çılgın şehvetleri, azgın istekleri ve utanmaz yüzsüzlüklerinin tahakkümü altındadır.


<<Önceki                Sonraki>>


Puran Tilmiz, 04.02.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü




Okuma Sayfaları:

1- Keramet:

2- Tasavvufçuların Zikirleri:

Seçkin Deniz Twitter Akışı