بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim
Bismillahirrahmanirrahim
“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür.
***
Keramet Çeşitleri:
Ölüleri diriltmek
Abdurrauf el-Münavî, el-Kevakibu'd-Dürriyye kitabında tasavvufçuların üç türlü kerameti olduğunu söyledikten sonra Ölüleri diriltme kerametlerini şöyle anlatır:
Kerametlerin en üstünü budur. Buna örnek olarak şu
kerametleri gösterebiliriz. Ebu Ubeydillah el-Yusri savaşa gitmiş, ama
yanındaki biniti ölmüş, Allah'tan diriltmesini istemiş, hemen kulaklarını sallayarak
hayvan kalkmıştır.
Yine Mufarric
ed-Demamînî'ye getirilen kızartılmış piliçlere ed-Demamini "Allah'ın
izniyle uç" demiş, onlar da uçmuşlardır. El-Keylani
de yediği tavuğun kemiğini eline almış ve "Allah'ın izniyle kalk"
demiş, tavuk kalkmıştır. Ebu
Yusuf ed-Dehmani'nin bir oğlu ölmüş, Ed-Dehmani ona çok üzülmüş ve çocuğa,
"Allah'ın izniyle kalk" demiş, o da kalkmış ve uzun zaman yaşamıştır.
Yine damdan bir çocuk düşmüş ve ölmüş, Ed-Dehmani hemen Allah'a dua etmiş,
çocuk dirilmiştir."(Abdurrauf el-Münavi, el-Kevakibu'd-Dürriyye fi Tabakali's-Sufiyye, 1 i, Basım 1938, el-Münavi'nin Fabakatında bu türden kerametler pek çoktur. Tasavvufçulann keramet çeşitleri için yine bakınız. Nicboln, islam Sufilerı, 119.)
Görüyorsunuz,
yüce Allah'ın Hz. İbrahim, Hz. İsa'ya verdiği mucizelerin aynısı. Yahut
harabeye dönmüş kasabaya uğradıktan sonra ölen ve Allah tarafından yüz sene
sonra diriltilen insanın diriltilişi gibi bir şey!
El-Kelâbâzî
böyle demiyor mu?:
"Su
üzerinde yürümek, hayvanlarla konuşmak, tayy-i mekan yapmak ve bir şeyi olduğu
yerden başka yerde göstermek gibi evliyanın kerametlerini kabul etmede icma
etmişlerdir." (el-Kelabazi, el-Taarruf M Mezhebi Ehli't-Tasavvuf, 44)
Hasan
Rıdvan da bunları menzum olarak şöyle dile getiriyor:
"Allah
bir velisine kudretle tecelli ederse, o veli güzel olur, eşyayı gaybi müşahade
ile avucunda ve kendi kudretiyle müşahade eder. Ancak görünen alemde bunun
eserleri onun eliyle zahir olur. Himmet sahiplerinin ayaklarıyla su üstünde,
bulutlar veya hava üzerinde yürümeleri, tayy-i zaman veya mekan etmeleri,
toprağı ekmek yapmaları veya daha başka gösterdikleri olağanüstü işler
bundandır. Şartı da ona muvafık olmasıdır."
Onun
için tasavvufçular Allah'ın bütün evreninde velilerinin genel tasarrufa ve
umumi yönetime sahip olduklarını, bundan dolayı emir ve nehiy, kabul veya red,
hami veya zem hakkına sahip bulunduklarını kabul etmişlerdir.
El-Kûhenî,
Seleme er-Râdî'nin mucizelerinden söz ederek şöyle der:
"Kardeşlerden
birinin eşi hamile kaldı ve çocuk dokuzunda annesinin karnında öldü. On gün
annesinin karnında ölü olarak kaldı. Doğuracağı zaman eşi bu durumu şeyhimize
anlattı. Öyle mi? dedi. Ondan sonra çocuk annesinin karnında ölmemiş gibi
sapasağlam doğdu. Kardeşlerden birinin de gözü kör oldu. Durumu üstada anlattı.
Ona, bunu gizlersen gözün açılır, dedi. Bu şartı kabul etti ve gözünü silince
gözü açıldı. Cize limanında önde gelen kişilerden birinin bir tek kızı vardı.
Sıtmaya tutuldu, iyileştikten sonra dili tutuldu. Hiç konuşmadı. Yıllarca
doktorlara götürüp getirdiler, çaresi olmadı. Şeyhimize getirdiler. Ona bir
baktı ve ismini sordu. Kız ismini söyledi ve hemen dili çözüldü."
Yüce
Allah'ın Hz. İsa'ya verdiği mucizelerin aynısı! Bu şekilde tasavvufçular
velilerinin dilsiz, cüzamlıyı, körü iyileştirdiğine, ölüleri dirilttiğine
inanırlar. İşin tuhaf yanı, kendilerine Allah'ın kudretinin nispet edildiği ve
evliya dedikleri bu insanların birçoğu şeytanın Allah'a karşı isyan ettiği gibi
isyan içindedirler!
Tasavvufçuların
kerametlerinin ilki bu olunca, diğerlerini burada sıralamaya gerek
kalmamaktadır. Merak edenler Abdurrauf el-Bünavi'nin el-Kevakibu'd-Durriyye,
kitabına bakabilirler.
Tasavvufçular “Kün” (Ol) Deme
Gücüne Sahip!
Tasavvufçular şeyhlerinin bir şeye
"ol" deme gücüne sahip olduğunu ve ol deyince o şeyin derhal
oluverdiğini iddia ediyorlar. Onlardan biri Allah'ın kendine halife bıraktığı
veliden söz ederek şöyle diyor:
"O
halifedir. Allah ona "ol" deme gücünü verir. Bir şeye "ol"
der demez, o şey hemen oluverir."
Ebussuûd da şöyle der:
"Allah
bana on beş senedir tasarruf verdi, ama biz nükte olsun diye bıraktık."
İbn-i Arabî bu sözü ele alarak şöyle diyor:
"Biz
ise, nükte olsun diye değil, kemali marifet için onu terk ettik."
Acaba
Ebussuûd âlemde tasarruf ederken Allah ne yapıyordu? Bu şekilde tasavvufçular
şeyhlerini Allah'ın ortakları yapıyorlar.
O halde
peygamberlerin mucizeleri nedir? Diyeceksiniz. Hemen belirtelim ki
peygamberler, tasavvufçuların şeyhleri için söyledikleri tarzda, canları
istediği ve akılları estiği zaman mucize göstermemişlerdir. Onların mucize
göstermeleri Allah'ın izni ve emriyle olmuştur. Bir peygamberler, tasavvufçuların
şeyhleri için söyledikleri tarzda, canları istediği ve akılları estiği zaman
mucize göstermemişlerdir. Onların mucize göstermeleri Allah'ın izni ve emriyle
olmuştur.
Bir
peygamber istediği zaman değil, Allah dilediği zaman mucize ile peygambere
ikramda bulunur. Hz. Musa kendi kudretiyle asasını taşa vurmadı, denizi kendi
gücü ile yarmadı. Öyle olsaydı Firavun’ının ve askerlerinin kendisine
ulaşmalarından korkusu niçindi? Kendi gücüne dayanarak asasının denizi
yarabileceğine şüpheli de olsa bir kanaati olsaydı, neden Firavun ve ordusundan
korkacaktı?
Hatta
büyücüler büyülerini yapınca Hz. Musa'yı neden bir korku titremesi aldı? Onu
teskin ve tesbit için yüce Allah ona şöyle buyurmuştur: "Korkma!
Kesinlikle üstün gelecek olan sensin." (Taha, 68) Mucizeler
gösterebileceğine dair bu bir kudret alameti midir, yoksa kurtarıcı ilahi
kudrete samimiyet ve teslimiyetle yapılan beşeri bir yakarış mıdır?
Cebrail
de kendi başından ve kendi iradesiyle Hz. Muhammed'e Kur'ân'ı getirmiş
değildir. Sadece ve sadece Allah'ın emri ve iradesiyle ona inmiştir. "Biz
ancak Rabbinin emriyle ineriz." (Meryem, 64) Şu ayete bakınız, bu gerçeği
apaçık görürsünüz. Yüce Allah buyuruyor: "Ey ateş! İbrahim için serinlik
ve esenlik ol, dedik." (Enbiya,69) Bu sözü İbrahim söylememiştir. Aksine onu
söyleme gücüne sahip olan ve İbrahim'in rabbi bulunan Allah'tır.
O halde şehvet
hevesleri ve kuruntu dürtüleriyle tasavvuf şeyhlerinin âlemin kaderinde
tasarruf ettikleri hurafeleri nereden geliyor? Bir şeye ol, demekle o şeyin
hemen oluvereceğine dair iftiraları nasıl ortaya atabiliyorlar? Yüce Allah
yalancıların uydurmalarından münezzehtir!
Acaba
el-Keylani'nin hayat vereceği bir tavuktan yahut kemikleri çürümüş bir hayvanı
el-Yusri'nin diriltmesinden insanlar ne yarar sağlayacaklardır? Yol ortasında
ve halkın gözü önünde zina cürümünü işleyen Ali Vahiş ve el-Sârisi’nin
kerametlerinden insanlara ne yarar gelecektir?
Gördüğünüz
gibi tasavvufçular azim sahibi peygamberlerin Allah'ın izin ve iradesiyle
gösterdikleri mucizelerin bunak ve ahmak velileri tarafından gösterildiğine
hükmetmişlerdir. Peygamberlerin mucizelerinin bunakların ve günah küpü
canilerin kudretinin eserleri olduğuna hükmettikten sonra, tasavvufçuların
kendilerine Muhammed'e indirdiği Kur'ân gibi bir Kur'ân indirildiğini iddia
etmekten ne alıkoyacaktır?
Yüce
Allah "Şu çürümüş, un olmuş kemikleri kim diriltecek? Dedi. de ki, onları
ilk defa yaratmış olan diriltir"(Yâsin, 78-79) buyuruyor. Tasavvufçular
şeyhlerin de Allah gibi hayat ve kudret sahibi olduklarını iddia ettiklerine
göre, onlar da çürümüş kemikleri diriltebilirler, demektir. Sonra, başkasına
hayat vermeğe kadir olan bir kimse, evleviyetle kendine ebedilik ve sonsuzluk
vermeğe de kadirdir, demektir. Aksi halde kendine veremediğini başkalarına
nasıl verebilir? Tasavvufçuların dalalet çöllerinde yollarını yitirmiş
ahmakları ve zalimleri yüce ve hâkim olan Allah'ın sıfatlarıyla nasıl tavsif
ettiklerini görüyorsunuz değil mi?
Cansızların Konuşmalarını İşitmek
İbn-i Arabî keramet çeşitlerini sayarak şöyle
diyor:
"Kerametlerden
biri de konuşma derecelerine göre cansızların konuşmalarını işitmektir." (İbn-i
Arabi, Mevakiu'n-Nucum, 75, basım 1325 hicri)
Yüce
Allah "Onların teşbihlerini anlamazsınız" buyuruyor. İbn Arabî ise tasavvufçuların
işittiklerini söylüyor. Şimdi İbn-i Arabî’ye inanmak için Allah'ı mı
yalanlayalım?
Yine
şöyle diyor:
"Kerametlerden
biri de melei a'la "yüce âlem" ile konuşmaktır." (İbn-i Arabi,
a.g.e., 81, İbn Arabi bunu üstadı el-Cazali'den alınıp ve "Veliye, Musa'ya
seslenikliî;i ı;ibi i-lahi meclislerden seslenilir" kısmını eklemiştir.)
Acaba
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer melei a'la ile konuştular mı? Hatta peygamberlikten
önce yahut vahiy zamanları dışında peygamberler melei ala ile konuştular mı?
Ama diyeceksiniz, onlar kim, tasavvufçular kim? Tasavvuf meşhurları yanında
isimleri mi okunur? Çünkü onlar nazarında herhangi bir zındık Rasûlullah'tan
üstündür.
Tasavvuf
meşhurlarından el-Bistami'nin, "Allah'a yemin ederim ki sancağım
Muhammed'in sancağından daha büyüktür"
iftirasını okumadınız mı? Yine, "Beni bir defa görmen, Rabbini bin
defa görmekten daha hayırlıdır"
iftirasını duymadınız mı?!
Tasavvufçu Gökler Âleminde
Dolaşıyor
Tasavvufçulardan biri Rabbine seslenerek şöyle
diyor:
"Bazıları
senden istediler, onlara tayy-i mekânı (bir anda uzun mesafeler almak), su ve
hava üstünde yürümeyi, yerin hazinelerini verdin. Onlar için kişiler
değişti."
Sonra
Rabbinin kendisine verdiği nimetlerden söz ederek şöyle der:
"En
alt feleğe soktu, aşağı melekûtta beni dolaştırdı. Yerleri ve ucuna kadar altındakileri
gösterdi. Sonra yüksek feleğe soktu, beni göklerde dolaştırdı. Arşa kadar
içindeki cennetleri gösterdi. Sonra huzurunda durdurdu ve şöyle dedi: Gördüğün
her şeyi iste, sana vereyim. Şöyle dedim: Gördüklerimden beğendiğim bir şey
olmadı ki onu senden isteyeyim."
Bu
utanmaz tasavvufçu Allah'ın arşını bile beğenmiyor. Yerin derinliklerinde
dolaştığını iddia eden bu meczup toprak altındaki petrolün yerini bilip
milletine bile söyleyemiyor, kalkmış Allah'ın arşını beğenmediğini söylüyor.
Şeytana bakınız!
Ali İbn
Hicazi el-Beyyûmi ise gökte şeyh
Demirtaş'ı gördüğünü ve kendisine dünya ve ahirette korkmamasını söylediğini,
Hz. Peygamberi halvette gördüğünü, Hz. Ebu Bekr'e "Haydi, Demirtaş'ın
zaviyesine gidelim" derken duyduğunu, Şeyh Bedevi'nin yanına girip Hz.
Peygamberi orada gördüğünü, Hz. Peygamber'i görmesinin bir vehim olmasından
korktuğu için Demirtaş'ı kabrinin yanında görünce kendisine "Elini
peygambere uzat, yanımda duruyor" dediğini iddia ediyor.
Tasavvufçu Cenneti Garantiliyor!
Ticani tarikatının baş tağutu şunları iddia
ediyor:
"Âlemin
efendisi bana uykuda değil, uyanık iken şunu söyledi: Sana kim bir hizmette
veya bir iyilikte bulunur yahut doyurursa sorgusuz cezasız cennete girer. Beni
seven, zerre miktarı bana iyilik yapan, beni doyuranların hesapsız ve cezasız
cennete girmelerini, benden zikir alanların geçmiş ve gelecek bütün
günahlarının bağışlanmasını, hiçbir şeyden Allah'ın onları hesaba çekmemesini,
ölümden cennete girişlerine kadar Allah'ın azabından emin olmalarını, hepsinin
Hz. Peygamber'in etrafında illiyyin (yüce cennet)de benimle beraber olmalarını
istedim. Rasûlullah bana "Onlarla beraber senin illiyyinde benim yanımda
oluncaya kadar bunu onlar için kesintisiz (yüzde yüz) garantiledim"
dedi."
Hâlbuki
yüce Allah Hz. Peygamber'e şöyle buyuruyor:
"Sen
sevdiğini hidayete erdiremezsin."
"De ki, bütün şefaat Allah'ın iznine bağlıdır. Göklerin ve yerin
hükümranlığı onundur."
Hz.
Peygamber de kızı Hz. Fatma’ya şöyle buyuruyor: "Salih amel işle,
Allah'tan sana hiçbir şey yapamam." Muhterem bir kadın vefatı esnasında
bir sahabi için "Allah'ın sana ikramda bulunduğuna şahadet ederim"
diye şahadette bulunduğunu gören Hz. Peygamber, onu uyararak ve gerçeği
göstererek "Allah'ın ona ikram ettiğini ve biliyorsun? Ben ona hayır
umarım. Allah'a yemin ederim ki ben Allah'ın resulüyüm, ama yarın bana ne
yapılacağını bilmiyorum" dedi.
Ama et-Ticani öyle mi? O peygamberden söz
alıyor, kendine ve çömezlerine cenneti garantiliyor, insanları sömürmek için
hep kendine yardım yapılmasını ve doyurulmasını istiyor ve yaptığı boş
vaatlerle insanların dini duygularını istismar ediyor. "Kim beni
doyurursa" ibaresine bakın ve tasavvufçuların insanların mallarını din
kisvesi altında nasıl soyduklarını, gözlerini nasıl başkalarının mallarına
diktiklerini müşahede edin.
Tasavvufçunun Kalbi Allah'ın
Arşından Daha Geniş!
El-Bistami şöyle diyor:
"Arş
ve ihtiya ettiklerinin milyon katı arifin kalbinin bir köşesine konsa, farkına
bile varmaz. Hususi (özel) kulun kalbi Allah'ın evidir, nazargahıdır,
ilimlerinin kaynağıdır, sırlarının barınağıdır, meleklerinin konağıdır,
nurlarının hazinesidir, ziyaret edilen Kâbe'si ve vakfe yapılan
Arafat'ıdır."
Melekût Âlemi Tasavvufçunun
Karnında!
Fatımiler'in hedefine hizmet eden Ablulaziz
ed-Debbağ şöyle diyor:
"Yedi
gök, yedi yer ve arşın biçimde olduğunu görüyorum. Arşın üzerindeki yetmiş örtü
de içimdedir."
Ve Türlü Kerametler (!)
El-Münavi
Tabakat'ında tasavvufçuların ölülerle konuştuklarını, dedesinin İmam Şafii ile
konuştuğunu, Zinnun el-Mısri 'nin ruhunun birçok cisimlerin işlerini idare
ettiğini , el-Havvas'ın üzerine gökten sofraların indiğini, Hz. Hızır'ın ona
içirdiğini, el-Bistami'nin velileri peygamberlerden üstün tuttuğunu, kapısını
çalan birisine el-Bistami'nin "Ne istiyorsun?" deyince, o kişi
"Ebu Yezid el-Bistami'yi istiyorum" demesi üzerine el-Bistami'nin
"Evde Allah'tan başka kimse yoktur" dediğini, iddia etmektedir.
Yine
es-Sülemi'nin -tasavvufçuların Buda'sı- İbrahim İbn Edhem'le Davud ile Hızır'ın
karşılaştıklarını, onunla konuşup beraber yediklerini, kendisine Allah'ın ismi
azamını öğrettiklerini nasıl iftira ettiğini okuyabilirsiniz. Cennet ve
cehennemin kimin elinde olduğunu mu öğrenmek istersiniz.
Ed-Desuki
kendi elinde olduğunu iddia ediyor ve şöyle diyor:
"Cehennemin
kapılarını kendi ellerimle kapattım, Firdevs cennetinin kapılarını da kendi
ellerimle açtım. Beni ziyaret eden kişiyi Firdevs cennetine koyarım. Allah'a
muttasıl hiçbir veli yoktur ki Hz. Musa'nın konuştuğu gibi Allah'la konuşmuş
olmasın."
Peygamberlerin
mucizelerinin tasavvufçuların bazı kerametleri olduğunu mu öğrenmek
istiyorsunuz?
İşte ed-Debbağ'ın Mecusi iftiraları:
"Süleyman'a
mülkünde verilen ve Davud'un emrine verilen, İsa'ya ikram edilenlerin tümünü
Allah fazlasıyla peygamberin ümmetinden tasavvufçulara vermiş, kör, sağır,
dilsizi iyileştirme ve ölüleri diriltme gücünü onlara vermiştir."
Tasavvufçuların
yankesicilik yapma kerametlerini mi merak ettiniz? Buyurun ed-Debbağ'ı
dinleyin:
"Tasavvuf
sahibi veli elini dilediğinin cebine gizli sokar, istediği kadar para alır ve
cebin sahipleri bunun farkına bile varmazlar."
Selefinden
halefine kadar ed-Debbağ'ın tasavvufçuların kutuplarından biri olduğu malumdur.
Bilmiyorum, bu şirk ifadelerde putperestlik çirkefliklerini sizlere teker teker
göstermeye gerek var mı? Gördüğünüz gibi, delalete ve izaha ihtiyaç kalmadan
her şeyi ile ortadadır.
Bu
karanlık, bu kokuşmuşluk, bu boğucu cehennem dumanlarını teker teker göstermeye
ihtiyaç var mıdır? Allah -putperestlerin söylediklerinden münezzehtir.- Arşı,
kürsüsü, mülkü, meleği, melekûtu, insan ve cinleriyle, hayvan ve cansızlarıyla,
aşağılık ve üstünüyle bütün âlem, insanların duyguları, düşünceleri, iradeleri,
akıllarından geçirdikleri, kalb ve nefisleriyle bütün yaratıklar, gördüğünüz
gibi tasavvuf dininde tağutlarının avucunda ve tasarrufu altındadır. Yırtıcı
güdüleri, çılgın şehvetleri, azgın istekleri ve utanmaz yüzsüzlüklerinin
tahakkümü altındadır.
Puran Tilmiz, 04.02.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf;
Bir Düşünce Virüsü
Okuma Sayfaları:
1- Keramet:
2- Tasavvufçuların Zikirleri: