“Bizimle gönül birliği bulunan, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te Eylül 2000 tarihinden itibaren görev yapmış askerlerin itiraflarını topluyor ve yayınlıyoruz.”
Taciz, Yağma, Aşağılama, Dayak, İşkence, Öldürme, Yaralama, Sûikastler, Özel Mülklere Verilen Zararlar…
“Bu, ayrıca var olan gerçekliği bildiği halde inkar eden inatçı çoğunluğa karşı da bir dik duruş. Bu, İsrail toplumuna ve liderlerine, çalışmalarımızın sonuçlarını değerlendirmek için acil bir çağrı.”
Askerler görev başında başlarından geçenleri anlatıyor:
Bir
defasında, devriye görevimiz sırasında müfreze komutanımız, ben ve diğer iki
askerden, polisin bir Filistinlinin evini aramasına eşlik etmemiz istenmişti.
Uyuşturucu arıyorlardı. Bu evin içinde uyuşturucu bulunduğuna dair bazı
ihbarlar alınmıştı, biz de evin içerisinde ve dışarıyı kollayarak polise eşlik
ettik. X ve ben eve girdik, ben bir şahsa ait odada uyuşturucu arayan bir
polisle beraberdim.
Odada
bir yatak, çok büyük bir banyo ve duvar boyunca büyük, gösterişli ve gerçekten
lüks bir ayna vardı. Polis dolap çekmecelerini ters çeviriyor, eşyaları açıyor,
hoşuna giden şeyleri alıyor, bohçalanmış eşyaları dağıtıyor, askıdaki
elbiseleri aşağı indiriyor ve banyoyu, tüm odayı darmadağın ediyordu. Arama
yaparken bohçaları ve çeşit çeşit çantayı alıp aynaya doğru fırlatıyordu. Ayna
henüz kırılmamıştı.
Evi
aranan şahıs, polisten bir daha aynaya doğru bir şey fırlatırken daha dikkatli
olmasını rica etti ve az daha aynayı kıracağını söyledi. Polis onu dinlemiyordu
bile, onu yakalayıp birkaç tokat attı ve bir daha konuşmaması söyledi ve
bağırarak duvara doğru dönmesini istedi. Adamın kafasını bükerek duvara dayadı.
Adam
duvara dayalı ayakta duruyordu. Hiçbir şey yapamadım, sadece ona vurmamasını
söyledim. Polis bana pis pis bakarak işine aynı şekilde devam etti. Daha sonra
X geldi, ona olan biteni anlattım, o da polisi bir kenara çekerek adama niye
vurduğunu sordu. Polis adama vurmadığını, onun kendisine çok kaba davrandığını
söyledi…
İşte
polisin arama yapma tarzı böyleydi.
***
Şimdi ben
subaya gitsem ve şöyle desem: ”Çocuğu hasta olan bir kadın var, onu hastahaneye
götürmek istiyor” ve ona eşlik edip edemeyeceğimi sorsam, bana şöyle der:
“Durumu nasıl?” Ben de bir şeyden
şüphelenmeden durumunun iyi gibi olduğunu söylediğim takdirde bölük komutanı ve
karargâhtan gelen cevap şöyle olacaktır: “Yapacak bir şey yok. Sokağa çıkma
yasağı var. Hiçbir yere gitmiyorlar” ve şüphesiz dedikleri gibi olur, bir yere
gidemezler.
***
Eğer
herhangi bir silah sesi duyulacak olursa, ya da böyle bir ihtimal varsa, bölük
veya müfreze komutanlarından birinin izniyle bir veya iki zırhlı araca binerek
doğrudan Ebu Sneina’ya doğru yola çıkardık, burada amaç caydırıcılıktır.
Bana
göre oraya gittiğimizde herhangi birini bulma veya yakalama ihtimali yoktu. Ebu
Sneina’ya yaptığımız baskınlardan hatırladığım… Arabalara, sokak aralarına,
dükkânlara ve özel bir hedef olmaksızın oraya buraya caydırıcı olması için
açtığımız ateştir. Bir yere girer, çokça gürültü yapar ve dışarı çıkardık.
Sanıyorum
sistemli bir şeyin parçasıydık ve sağduyumuz doğru düzgün çalışmıyordu. Bölük
içerisinde kendi aramızda, temel insani noktalarda bu sağduyu iyi bir şekilde
çalışıyordu fakat bize küçük gibi gelen, açıkça pek de küçük olmayan
meselelerde ise durum böyle değildi. Oraya gitmemizin sebebi belki günlük
rutinden kurtulmak, biraz aksiyon yaşamak, biraz ateş etmek içindi. Yani bana
göre bu yapılanların, birini tutuklama veya bir görevi yerine getirme anlamında
bir mantığı yoktu.
***
Tüm bu
anlattığımız şeylerdeki temel nokta günlük rutinin bir parçası olmalarıdır ve
bunlar gibi anlatılacak pek çok olay vardır. Bu anlatılanlar, altı aydan fazla
süren aktif görev sürem sırasında günlük hayatımın ayrılmaz bir parçasıydı.
Görev sabah sekiz ve akşam sekiz arasındadır. Bu gece gündüz değişmeden sabit
bir şekilde devam eder. Uyuyor olsanız bile büyük ihtimal sizi kaldırırlar ve
tüm bunları yaşarsınız.
Bir
asker olarak bu olayların hepsini onaylamıyordum. Gerçekten içimi acıtıyordu.
Beni, anlatılanlardan çok daha fazla inciten olaylar olmuştur. O zaman kendi
kendime… Orada bulunmamı şöyle meşrulaştırıyordum; (askerlikten) sonra tüm
bunları değiştirmek için uğraşacaktım.
Oradan
ayrılalı bir ay olmuş bir asker olarak şu anda en ciddi problemim şu; şöyle ki iki ay öncesine kadar tek düşündüğüm
ve içimi yakan şey, orada olan bitenler için bir şeyler yapmaktı, bu şekilde
yaşamam mümkün değil diye düşünüyordum.
Hayat,
çimlerle ve Fransız stili sokak lambaları ile çevrili mahallemdeki evimde
otururken ve dışarıda arabam dururken yaşadığım gibi değildi. İnsanlar dışarıda
fareler, sıçanlar arasındaki çöplerin içinde yiyecek ararken ben normal
hayatımda zenginlik içinde yaşıyordum ve bu beni gerçekten rahatsız ediyordu.
Ve şu
anda fark ediyorum ki tüm bunlar hala içimi yakmaya devam ederken, yavaş yavaş
unutuyorum. İlk başlarda bir eğlence programını rahatça seyredemiyor veya bir
kızla beraber olamıyordum. Çünkü devamlı kendi kendime şöyle diyordum; “Bir
dakika, şu anda nöbet tutan birileri var veya bazıları sekiz saatlik görev
başında ve yanında Casaba’dan dışarıya ambulansla çıkması gereken bir hasta var
ve o asker hastayı bir saat tutuklu tutmak zorunda.”
Şimdi
ise görüyorum ki bunlar artık beni çok fazla rahatsız etmiyor, ülkede yaşayan
ve bunları yaşamamış pek çok insanı rahatsız etmediği gibi. Onlar için bunları
düşünmemek, kendilerini tüm bunlardan ayrı tutmak çok daha kolay. Fakat problem
hala orada duruyor.
***
Askerlik
görevimin sonunda şunu anladım, beni en çok rahatsız eden şey kendimi mi yoksa
ülkemi mi koruduğum düşüncesiydi. Sonlara doğru şunu iyi anladım ki daha çok
kendimi gözetmeye başlamıştım, çünkü kendimi oradaki ideoloji ile
özdeşleştirmiyordum.
Beni en
çok rahatsız eden şey, korumakla görevli olduğum kişilerin beni gerçekten küçük
görüyor oluşuydu. Bundan dolayı onlara karşı tehdit oluşturduğu düşünülen
kişileri kollamaya başlamıştım.
Tamer Güner, 06.02.2015, Sonsuz Ark,
Çevirmen Yazar, Çeviri
Orijinal Metin: