"Herkes Kur'an
okumalı, kendi huzuru için."
Herkesin
uyuduğu vakitlerde kimseyi rahatsız etmemek için gece lambasının ışığında
okurdum kitaplarımı... Romanlar, yarıda bırakılmayacak maceralarla doluydu;
hele ertesi güne kalamayacak kadar heyecan verici olayların içinde iken,
bırakıp uyumak bana göre değildi. Binlerce kitap okumuştum ve bunların büyük
çoğunluğu romandı; macera, polisiye, casusluk, dedektiflik, tarihî kahramanlık....
güzeldi her romanda hep zafer kazanan kahramanlarla özdeşleşmek; yarım
bırakamazdım.
Gecelerin
gündüzlere dönüştüğü zamanlarda bazen uykumda bile yarım bıraktığım romanı
okuduğumu hatırlıyorum. Tabi, rüyamda okuduğum kısımlar, hayal gücümün, bilinçaltımın
yazdığı kısımlardı; eğlenceliydi.
Okula giderken; durakta, otobüste ayakta sallanarak yolculuk yaparken, durakta inip okula yürürken, sabah törenlerinde, teneffüslerde, babamın bakkal dükkanında müşteri beklerken... aklınıza neresi gelirse artık, açar kitabımı okurdum. Benim için zamanın geçmemesi diye bir sorun yoktu; canımın sıkılması ancak yanımda okuyacak kitabım yoksa mümkün olan bir şeydi.
Bir roman
okuduğumda, yazarın bütün birikimlerini de öğrenmiş oluyordum. Paris
sokaklarını gitmeden tanıyordum mesela. Ya da denizlerde rüzgarların,
yelkenlerin, kasırgaların neler yaptığını öğreniyordum. Bir kılıç nasıl savrulur,
bir silah nasıl tutulur, bir suç nasıl işlenir, nasıl tesbit edilir; bir kral
nasıl yönetir, bir yargıç nasıl karar verir, bir avukat nasıl savunur, bir
polis nasıl yakalar... hepsini öğreniyordum. Bir sürü karakter tanıyordum, doğru söyleyenle
yalan söyleyenin fotoğrafını çekebiliyordum.
Yıllar
yılları takip edip ben yetişkinliğe doğru yol aldığımda, bir gün yine bir kitap
okurken Babam, "Kur'an oku, Babam!" dedi o incitmemeye çalışan
sesiyle."Kur'an'da her şey var"...
Kur'an da okuyordum, ama tabi Perşembe'yi Cuma'ya bağlayan gece, tüm ölmüşlerimin, peygamberlerimin ve dinime hizmeti geçmişlerimin ruhuna hediye ettiğim sevap için. Kur'an'ın Arapçasını da okuyordum, tefsiri ile de ilgileniyordum, mealiyle de... Kur'an'ın esaslarını okuya okuya öğrenmiştim.
Kur'an da okuyordum, ama tabi Perşembe'yi Cuma'ya bağlayan gece, tüm ölmüşlerimin, peygamberlerimin ve dinime hizmeti geçmişlerimin ruhuna hediye ettiğim sevap için. Kur'an'ın Arapçasını da okuyordum, tefsiri ile de ilgileniyordum, mealiyle de... Kur'an'ın esaslarını okuya okuya öğrenmiştim.
Babam'a,
"Kur'an'ı daha iyi anlamak için bunları okuyorum Baba!" demiştim
gülümseyerek. Babam susmuştu, kırmamak için başka bir şey söylememişti;
görüyordu çünkü diğer kitaplara daha fazla vakit ayırdığımı. Ben de samimiydim,
Babamı geçiştirmiyor ya da avutmuyordum. Kendisi düzenli olarak okurdu Kur'an'ı ve Arapçası'ndan
anlamaya çabalardı.
Okumak bir
tür devinim, bunu zamanla anladım. Çocukken beni çeken maceralar, daha sonra
İnsanlık Tarihi'ne ve Dinler -Düşünceler Tarihi'ne yönlendirecekti. Saçma sapan
felsefî tartışmaların günümüzde de sürmesi bana hep tuhaf gelirdi; İslam dışındaki dinlerin
halen neden var olduğunu anlayamazdım. Çünkü; insan daima en doğrusunu aramaya
odaklı bir akla ve zihne sahipti, aksi halde ikna ve tatmin olamazdı. Madem İslâm son din, o
zaman tüm tartışmaların bitmiş olması gerekiyordu. Ama bitmiyordu tartışmalar
ve savaşlar. İnsanlığın büyük bir kısmı İslâm'ı son din olarak kabul etmiyordu
çünkü. O onların sorunu deyip geçiyordum. Öyleydi de, ama şimdi öyle
düşünmüyorum.
Kimi zaman
Sokratik döneme sıkışmış felsefî tartışmalarla meşgul ediliyordu insanlar; ne
ileriye ne de geriye dönüp bakmıyordu kimse. Oysa Presokratik dönemdeki
tartışmalar o kadar çok zengin ve gerçeğe temas eden kollara sahiplerdi ki. İnsana
ve aklına seslenen Sokrat belki doğadan insana evrilen felsefeye, azgınlaşmış
insanlığın geldiği son noktada bu yüzden ihtiyaç duymuştu. Ama hemen sonrasında
da bu güne dek uzanan kirli bir ezbercilik hastalığı başlamıştı.
Antik Yunan
ya da Helenistik Felsefe'nin ve daha
sonra Müslüman Filozofların (Meşşâilerin) tartışma konularına baktığımda, Kur'an'ın
geçmişteki bütün sorulara cevap
verdiğini gördüm... "De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa
Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla
bilendir." Hucurât 16 ayetinin, üzerinde düşünmeyen bir okur için fazla
sürpriz gelmeyebileceğini, ancak geçmişteki tartışmalarda Allah'ın küçük şeyleri veya
yerdekileri bilemeyeceği, sadece gökte olanları bilebileceği gibi konuların
tartışıldığını bilen biri için çok büyük anlam ifade ettiğini görmüştüm.
Bugün insanın
en büyük problemi bu; cehâlet! Oysa uzayda keşifler yapacak kadar ilerlemiş bir
insanlık medeniyeti için cehâlet kolay kullanılabilir bir kavram olmamalı. Ama insana huzur ve adalet verecek olan
bilginin hangi bilgi olduğunu bilmeyen bir insanlık cehâletten başka hangi sıfata
lâyık olabilir ki? Uzay ve Bilgi Çağı'nda
insanlar sanki hiç düşünmemişler,
tartışmamışlar, erdem-etik üzerinden ayrıcalık edinmemişler gibi sömürmeye ve
öldürmeye devam ediyorlar.
Babam,
haklıydı; insanın huzur ve adalet için ihtiyaç
duyacağı her türlü bilgi Kur'an'da vardı ve müslümanların çoğu dâhil kimse bunun
öneminin farkında değildi. Hepimiz çok kitap okuyorduk, ama bu bizi iyi ve âdil
yapmıyordu, huzurlu olamıyorduk. Okudukça zanlarla dolu kitaplar kafamızı daha
çok karıştırıyordu. Merhametimiz eksiliyordu, bencilleşiyorduk, paylaşmıyorduk,
rekabet ediyorduk; zanlarla, sanal algılarla günleri ve geceleri geçiriyorduk.
En çok kitap
okuyan insanların yaşadığı ülkelerde üretilen silahların ve bombaların kimi
öldürmek için üretildiğini ve satıldığını düşünmeyen milyonlarca insan vardı.
Ve onlar Kur'an okumuyorlardı; huzur ve adalet artık hayallerde bile
tutulamıyordu.
Bugün okumaya
devam ediyorum. Okumak bana zarar vermedi, Babam ve onun Kur'an okuma tavsiyesiyle
büyümüştüm; ama ne yazık ki dünyam benim kadar şanslı olmayan milyarlarca
insanla dolu.
Babamı
gözlerim dolarak anıyorum; o da hepimiz gibi mükemmel değildi, ama bana "Kur'an
oku!" diyen bir babaydı. Allah ondan râzı olsun, diliyorum.
Ve tavsiye
ediyorum. Herkes Kur'an okumalı, kendi huzuru için.
Doğa Toprak, 18.02.2015, Sonsuz
Ark