“Bizimle gönül birliği bulunan, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te Eylül 2000 tarihinden itibaren görev yapmış askerlerin itiraflarını topluyor ve yayınlıyoruz.”
Taciz, Yağma, Aşağılama, Dayak, İşkence, Öldürme, Yaralama, Sûikastler, Özel Mülklere Verilen Zararlar…
“Bu, ayrıca var olan gerçekliği bildiği halde inkar eden inatçı çoğunluğa karşı da bir dik duruş. Bu, İsrail toplumuna ve liderlerine, çalışmalarımızın sonuçlarını değerlendirmek için acil bir çağrı.”
Askerler görev başında başlarından geçenleri anlatıyor:
Bana göre el-Halil bölümlere ayrılamaz, tek bir uzun hat gibidir. Hatırladığım kadarıyla o zamanlar, sokağa çıkma yasağının ne zaman uygulandığı, yasağın ne zaman kaldırıldığı noktasında pek de hassas değildim. Buna sadece nöbet görevim olduğu zamanlarda dikkat ederdim. Tek bildiğim, nöbete giderken… Şöyle sorardım: “Yasak var mı, yok mu? Yasak mı var? İyi o zaman uygularız. Yasak yok mu? Tamam, yolumuza gideriz.” Çoğu zaman sokağa çıkma yasağı uygulanırdı.
***
Casaba’ya giden yolda kurulmuş ve geçişin yasak olduğu kontrol noktasındayken, 50 veya 60’larında bir adam geldi, yanında birkaç kadın ve çocuklar vardı. Onun ailenin büyüğü olduğunu düşünmüştüm, yanındaki kadınların onun eşleri mi, kardeşleri mi yoksa her ne iseler bunu bilmeden.
Size gelen kalabalığın başında bir adam vardır, ona doğru gider ve Arapça: ““Waqif, mamnu` tajawul, ruh `al beit” [Dur, sokağa çıkma yasağı var, evine dön] dersiniz. Sonra sizinle tartışmaya başlar. Zaten hemen her zaman sizinle tartışırlar. Tartışırken ona: “Kısa kes, devam et, buradan defol git, yapabileceğin bir şey yok. Bunu yapmak hoşuma gitmiyor ama yeter. Evine git” dersiniz.
Gerçekten cüretkâr davranan adam bu şekilde oradan geçebileceğini düşünür. Yani şöyle ya da böyle doğru şeyi yaptığına inanmaktadır. Bu durum sizin kafanızı karıştırır. Aslında onun tarafında olduğunuz, geçmesinin sizi de memnun edeceğini ama buna yetkinizin olmadığını hatırlatırsınız. Ama o her şeye rağmen gururla önünüzde dikilip… Tartışma böyle sürer gider.
En sonunda devriye birlikleri görünür, iki askerle on kişi arasındaki tartışma, on askerle on kişi ve kendisini dizginlemeye pek de istekli olmayan bir subay arasındaki tartışmaya dönüşür. Kısacası silahlar çekilir, bacaklara hedef alınır. Yeniden: “Buradan defolun gidin, bu kadar konuşma yeter!” diye bağırılır.
Tüm bunlar olurken başta bahsettiğim adamın yakınında, bir veya iki metre ötesinde bulunuyordum. Üzerinde düzgün bir elbise ve başında Filistin puşisi vardı, gerçekten saygıdeğer birine benziyordu. Ve ben silahımla onun karşısında, göğsüme yakın tuttuğum silahımla kendimi ona karşı savunmaya, kendimi korumaya çalışıyordum. Bilmiyorum, sanki her an bir şey yapacağından korkuyordum, ortam her zamankinden çok daha gergindi.
Derken göğsünü öne doğru çıkardı, ellerini sıkı sıkı yumruk yapmıştı. Sonra ben… Parmağım tetiğe doğru gitmeye başladığında onun gözlerinin yaşlarla dolduğunu gördüm. Arapça bir şeyler söyledi, arkasını döndü ve gitti. Yanındaki kalabalık da onu takip etti. Beni niye özellikle bu olayın çok etkilediğini bilmiyorum. Sokağa çıkma yasağı olduğunda karşıma çıkan insanlara her zaman evlerine gitmelerini söylerdim. Ama bu adamda farklı bir asillik vardı ve ben kendimi yaptığımdan dolayı çok kötü hissetmiştim. “Burada benim ne işim var?” gibi bir duygu…
Tamer Güner, 20.02.2015, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri
Takip et: @Trrguni
Orijinal Metin:
http://www.breakingthesilence.org.il/wp-content/uploads/2011/02/Soldiers_Testimonies_from_Hebron_2001_2004_Eng.pdf
Orijinal Metin:
http://www.breakingthesilence.org.il/wp-content/uploads/2011/02/Soldiers_Testimonies_from_Hebron_2001_2004_Eng.pdf