"Kan emen vampirler, akbabalar dünyayı talan ederken biz nerede duruyoruz? Nerede duracağız? "
Bazen kendimi işte bu karınca gibi hissediyorum; karınca kadar küçük, karınca kadar güçsüz, karınca kadar güçlü vs... Bu fotoğraf büyüledi beni, bir damlacık su için ne de mükemmel bir çaba...
Kendimi çok iyi hissetmiyorum bugün (güçsüz karınca:)) sağ elimde de şişme ve ağrı başladı ne yapacağımı bilmiyorum doğrusu, en iyisi insan olmak, karınca gibi ya da değil...
İnsan olduğumu bana hatırlatan satırlar okumak iyi geliyor her halükarda. Zekiye'nin aşağıda aktaracağım yazısı da işte bu yazılardan...
Kalbime dokundu...
Haber Ajanda Dergisinin Mart sayısında yer aldı yazı, bu blogu okuyan üç beş kişi de umarım okuyunca benimle aynı şeyleri hisseder... Hisseder ve fark eder; ne zaman başladı doğduğumuz topraklardaki turist olma çabamız, ne zaman turist olmaktan vazgeçip kendimiz olacağız? Kan emen vampirler, akbabalar dünyayı talan ederken biz nerede duruyoruz? Nerede duracağız?
Sorular ve yüzleşmelerle ayakkabılarımızı kirleten tozlardan rahatsız olmaktan vazgeçeriz belki... Ve belki o gün biraz daha insan olmaya başlarız... Zekiye'ye bu yazısı için ve benim arkadaşım olduğu için minnettarım... Hamd olsun Allah'a c.c
Medeniyet Enerjidir de
Doğduğun topraklarda turist olmak...İç acıtıcı bir şeyler var bu işte; basma entarinin altına allı morlu, paçayarı büzmeli pijamalar giyip lastik ayakkabılarla tozu dumana kata kata koşturduğun patika yollarda, yıllar sonra Adidas,Nika ayakkabılarını eskitmemek için ayakkabılarına bakmaktan etrafı göremediğin, Lewi's kotun takılmasın diye daldan budaktan sakındığın, elindeki fotoğraf makinesiyle senin zaman tünelindeki bir zamanındaki hallerine benzeyen kız çocuklarının fotoğrafını çekme telaşına düşmende acımsı bir tat var.
Kıyafetler kadar şehirlisin, markalar kadar medenisin. Elinde tuttuğun makine kadar yabancısın aldığın görüntülere artık. Yani başka birisin artık...Yoğurdun nasıl mayalandığını bildiğin halde yoğurdu marketten aldığın gün başladı başkalaşman. Beş yüz senedir başka mayalara karıştırılmamasına özen gösterilen mayalara kabaran ekmekle doyarak büyüdüğün halde, ekmek yapmayı öğrenmemekte direnmeye başladığın gün, başka biri olacağın belliydi zaten.
Başka biri; üretmekten habersiz, ekmeği, peyniri, yoğurdu marketten almaya alışmış biri... Üretmeden tüketmeye, hazıra konmaya alışmış biri... Sofraya koyduklarının çoğu el emeği olmayan biri... Yaprak sarmasını, su böreğini satın almaya başlamış biri... Göz nuru işlemeli masa örtüleri örtmeyen biri... Televizyonun üstüne dantel örtüler örtmeyen biri... Örtmeyen, örtmeyi, ayıpları, kusurları ört bas etmeyi unutmuş biri... Kanaviçe işlemeyi bilmeyen biri... Dantel örmeyi emeklilik sıkıntısından kurtulmak için kurslara giderek öğrenmeye başlayan biri... Kadınsal faaliyetlerin tümünü yadsımış biri...
Ne hazin öyküdür annenin dantel örmeyi öğretmek için yalvardığı günlerde bu faaliyetleri biraz köylü bulduğun için öğrenmeyi reddedip emekliliğe erdiğinde pişman olmak öğrenmediğin için... "Yaptığın banaysa öğrendiğin kendine..." diyen annenin sesi çarpar kulağına hamur açamadığını fark ettiğinde bin pişmanlıkla...
Ah anne, keşke biraz daha ısrar etseydin, kızsaydın zorla öğretseydin hamur açmayı da çocuklarıma bir anne böreği yapabilseydim ben de senin gibi! Pratik olmayan bir yolla, hazır olmayan bir yufkayla bir börek açabilseydim yavrularıma hiç değilse şu hayatta.
Şimdi her şey pratik. Bir tek puzzle zor şu hayatta. O da yap-boz zaten. Yani bozmak için yapılan. Bozmamak için yapılan bir kurgusu yok bu medeniyetin. Bozulsun ki yeniden yapılsın. Bozulamayacağı Allah'ın vaadi olan son Kitabı örtülere sarıp sakladığımız gün, ayıpları açığa mı çıkarmaya başladık acaba?
"Aaa ne kadar otantik!" diye bakmaya başladığın gün iğne oyalı yazmalara, kendine turist olduğun gündür senin! Kalıcı olamazsın artı. Turistik ayakkabılarına nereden bulaştığını bilemediğin toz taneciği kadar hükmün kalmaz bu hayatta.. Kökleri, bin yıllarca yaşayacak çınarlara benzeyemezsin artık. Bin mevsim açılmış, sonra solmuş çiçek kadar kalırsın hayatta. Modern olma telaşın bitmiştir senin.
Şehirliliğin elektrik kadardır ancak! Elektriği kesilmiş şehirli kadın ne yapabilir sahi? Çamaşır yıkayabilir mi mesela? Bulaşık yıkayabilir mi? Çorba kaynatabilir mi? Ateş yakıp çocuklarını ısıtabilir mi?
"Medeniyet enerji kadardır" diye gezip durduğum şu günlerde neden Ortadoğu üzerinde bu kadar büyük savaş palanlarının yapıldığını, akbabaların neden buralarda dolaşıp durduğunu daha iyi anlıyorum sanki.
Şehirli kadınlar çamaşır yıkayabilsinler de şehirler kokmasın diyedir belki de... Yeni çağın medeniyet kurgusu, düğme kurgusu maalesef. Düğmeye bas, aydınlansın dünya; ısınsın, ışısın, arınsın!
Evet ama o kadar canı, o kadar kanı doldurabileceğimiz çukurları açacak kadar geniş mi dünya? Kan kokusunu cosla venishle yok edebileceğinden emin mi bu neocon canavarlar?
Her şeyin kadınların doğduğu topraklara turist olma hevesiyle başladığını nereden biliyorsunuz? Soylu bir hicret amacı olsaydı bu göç dalgalarının, marka ayakkabıları toz olmasın diye titizlenmezdi fotoğrafçı kadın!
Neşe Kutlutaş, 22.02.2015, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, (İlk Yayın Tarihi, 29.05.2012)