Kişi kültü sayrılığına tutulanlar kendilerini gerçekleştirme gereğini bir türlü kavrayamazlar. Kavradıklarını sandıkları şey kendilerine ait olmayandır. Kendilerine ait anı yaşamaktan, kendilerine ait zamanı var etmekten yoksun olduklarının farkına varamaz kişi kültü sayrılığına tutulan.
Bu sayrılık kişiye yaşadığı anı, zamanı cehenneme çevirir, kültleştirdiği kişinin yaşayışından uzaklaştıkça acı duymasına, acılar içinde kıvranmasına, nedensiz öfke içinde kıvranmasına neden olur.
Bu bir bilinç tutulmasıdır. Bu bir akıl tutulmasıdır. Kişi kültünün nesnesinin kendi zamanında olan biteni şimdide, bu anda, yaşadığı zamanda görmek ister. Oysa bu, yaşamın doğasına, varoluşun doğasına aykırıdır. Bu aykırılık kişi kültü sayrılığına kapılan kişiyi hem kendinde hem toplumda açmazlara sürükler. Sürüklendiği açmaz kişiyi hem kendini hem toplumu yıkıcılığa götürür.
Eylemlerinde yapıcılık yoktur kişi kültü sayrılığına kapılanın. Çünkü eylemleri akıl süzgecinden, mantık süzgecinden geçerek gerçekleşmiş değildir. Duygusaldır. Ve duygu da nefret yüklüdür. Hınç yüklüdür. Kin yüklüdür. Öfke yüklüdür.
Kişi kültü kişiyi kendine yabancılaştırır. Kendine yabancılaşan hınç ve nefret ve öfke ve kin ile dolar. Eylemleri de hınç, nefret, öfke ve kin yüklüdür. Yakıp yıkarak, öfke kusar, hıncıyla yok etme eylemine kalkışır. Bu yok etme eylemiyle kültünün nesnesinin dönemine ulaşacağını sanır. Bu sanı kişiyi onulmaz bir birsam içinde yaşatır. Birsam yüklü bir düşle gün tüketir. Soluk alır. Her soluk aldığı anda yüreği sancır, her soluk aldığında içi kanar. Kendi doğası, kendi bilinçaltı bile ona geçmişin bir daha yaşanmayacağını fısıldar. Bu kendi iç sesi kişi kültü sayrılığına kapılanı daha bir hırçınlaştırır, daha bir öfke ile doldurur, daha bir hınca gömer. Dışa dönük eylemlerinde kendisine yönelik bir saldırganlık bile vardır. Ne yazık ki, bunun ayrımında değildir kişi kültü sayrılığına kapılan kişi.
Kişi kültü kişiyi kendini kendisi olarak gerçekleştirmesine engel olduğu için de öfkeye boğar. Öfkeye boğar, çünkü her canlı kendisi olarak var olmak ister. Bu her canlının kendinde doğasında içkindir. Kişi kültü sayrılığıyla malul olan kişi kendi kendisiyle çatışır. Bu çatışmanın da ayrımında değildir.
Ve bu çatışma kişinin yıkıcı eylemleriyle kendini açığa vurur. Eylemlerinin akıl dışılığını sezer aslında. Ve bu seziye düşmanca saldırır. Kendi dışındakilere saldırısında kendisi de vardır. Kendisine de saldırmaktadır. Kendisinin içinde yükselen sesi, kendisi olarak var olması gerektiğini sezdiren sesi bir tür sapkınlık olarak görür. Bu sapkınlıktan ötürü daha bir şiddetlenir öfkesi. Öfkesinin bir nesnesi de kendisidir artık. Kendisiyle de savaşır.
Ve fakat kendisine yabancılaştığı için sapkınlığı kendi dışında bulmaya, kendi dışında görmeye meyillidir. Bu hal onu bütünüyle dengeden çıkarır. Eylemleri daha bir öldürücü, daha bir kahredicidir. Kendisini kendisi olarak yaşamayı sapkınlık gördüğü için kültünün nesnesinin yaşamasına aykırı yaşamları olmaması gereken olarak görür. Bunu kendi iç sesi de dillendirdiği için daha bir düşman kesilir.
Öfkesinin temelinde aslında kendisi vardır. Kendisi olarak yaşaması gerektiğini söyleyen iç sesinin nesnesini dışarda görür, bunun bir gerçeklik olduğunu ayrımsar ve fakat sayrılığından kaynaklanan görüşten ötürü bunu bir sapkınlık olarak değerlendirir ve bu sapkınlığı yok etmek için devinir. Bu deviniyi aklileştirmek için de kendisi gibi kişi kültü sayrılığıyla sakatlanmış bilinçleri örnek gösterir kendine.
Kişi kültü sayrılığı hem bireylerin hem toplumların gelişmesine, değişmesine, engel olur. Oysa dış dünyanın doğası değişim, gelişimdir. Bu doğaya karşı duruş ister istemez saldırganlığa, yıkıcılığa sevk eder kişiyi. Bu doğaya karşı duruş bir tür cinnettir. Cinnet de hem kişiyi hem toplumu acılara boğar. Bu cinnet hali soy kırımlara, katliamlara sevk eder kişi veya toplumu. Bu cinnet halinin övgülerinde katliamlar vardır. Törenleri, ayinleri, şölenleri katliamların yüceltilmesine yöneliktir.
Katliamlar, öldürmeler, yakıp yıkmalar bu cinnet halini daha bir acımasızlaştırır. Acımasızlaştırır çünkü öldürdükçe, yok ettikçe kültünün nesnesinin yaşadığı anı, yaşadığı zamanı getirmediğini, getiremeyeceğini görür. O anın bir daha gelmeyeceğini, gelemeyeceğini fark eder ve iyice çileden çıkar. İyice çıldırır. Bir canavara dönüşür. Canavardan da daha berbat, daha vahşi bir varlığa dönüşür.
Kişi kültü sayrılığına kapılan kişi, her kişinin kendi zamanının nesnesi olduğunu bir türlü kavramak, anlamak istemez. Kendi zamanını, kendi anını oluşturmaktan, özgün bir varoluşu yaşamaktan ürker. Kendisi olarak var olmak, kendisi olarak zamanını kurmak, zamanını oluşturmak ona imkânsız gelir. Öyle bir şeyin olmaz olduğuna, olmaması gerektiğine inanır. Öylesi bir oluşu, özgün bir oluşu, kendisi olarak var olmayı sapkınlık bilir ver ürker. Ürktükçe korkar, korktukça öfkelenir, öfkelendikçe hırçınlaşır, hırçınlaştıkça saldırganlaşır.
Ne kendisi kendisi olarak var olmak ister ne başkalarının kendisi olarak var olmasına tahammül gösterir. Çünkü kişi kültü sayrılığı ona kültünün nesnesinin olması gereken olduğunu fısıldar. Çünkü kişi kültü sayrılığı ona kültünün nesnesinin varoluşun son noktası olduğunu fısıldar. Ondan önce gelenlerin onun gelişine bir vesile olmaktan öte bir anlamı olmadıklarını, ondan sonra olanların, olacakların da onu yaşaması gereken nenler olduğunu fısıldar.
Salt o vardır. Salt o olmalıdır. O kültün anı yaşanmalıdır. O kült gibi yaşanmalıdır. O kült gibi olmak zorunludur. O kült gibi düşünmek, o kült gibi sevmek, o kültün sevdiklerini sevmek, o kültün yediklerini yemek, o kültün içtiklerini içmek gerektiğine inanır. O kültün erdiklerinin dışında erilecek şeyler olmadığına inanır, erilecek şeylerin varlığını bir tür sapma görür. O kültün gördükleri dışında şeyler görmeyi zul sayar. O kültün söylemleri dışında söylemleri küfür beller. O kültün algılamaları dışındaki algıları yok oluş sayar. Kültünün nesnesinden öncekileri bir taşıyıcı gördüğü gibi kendi varlığını da o külte armağan beller.
Armağan salt bir nesnedir. İnsan o külttür, kendisi bir nesne. Nesneye düşen o kültün elinde bir süs olmaktır. Bir süs olarak kalmaktır.
Kişi kültü sayrılığı salt pagan anlayışlarda, algılarda görülen de değildir. Vahiy kökenli algı ve anlayışlarda da görülmektedir kişi kültü sayrılığı. Son elçiye bildirilen “Onlar bir ümmetti geldi geçti.” buyruğu bu tehlikeye işaret etmektedir.
Bu genel uyarıyı başkalarına yorup, kendini azat bilenlerin kendi zamanlarını oluşturmaktan, kendilerini kendileri olarak var etmekten nasıl uzaklaştığını günümüzde gözlemlemek mümkündür. Bu eylemi, kendini kendisi olarak yaşamayı es geçme eylemini nasıl kutsadıklarını gözlemlemek hiç de zor değil. Apaçık buyruklara rağmen, ölümsüz olanın Allah olduğu defalarca vurgulanmasına rağmen, siz kendinizden sorumlusunuz denmesine rağmen başkalarını yaşama hevesiyle kendilerini öldürenler, kendilerinin katili olduklarının farkında bile değiller.
Kendisi olarak soluk almayan kendisini öldürmüştür. Kendi kendisinin katili olmuştur. Bilincinin katili olmuştur. Bedeni soluk alsa da kendisi olarak soluk almamaktadır. Vahiyle beslenen bir bilinç iddiasında olanlar kendilerini yaşamak zorundadır. Mükellef olmanın bir gereğidir bu.
Kendisi olmayan nasıl kendinden sorumlu olacaktır? Kişi kendisi olmayacak ise, bir başkası olmak için ise sorumluluğun, mükellefliğin hiçbir anlamı kalmaz. Özgün olmayan şeyin mükellefliğinden söz edilemez.
Cemal Çalık, 23.02.2015, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Deneme, Çalınmış Sözcüklerim