"Türkiye'nin
geleceği artık Erdoğan'ın iki dudağı arasındadır. Çünkü; Ak Parti
kurumsallaşmamıştır, Devlet kurumsallaşmamıştır."
Söz
söyleme hakkı kendisi için talepte bulunmayanındır... Yazıya başlarken aklıma
takılan ilk cümle buydu. Cümlenin içeriğine, felsefesine ve söyleniş biçimine
baktığım gibi kim tarafından kime söylendiğine de baktım. Bu cümle her
tarafıyla 'dosdoğru' bakanların aklına gelen bir cümledir; diğerlerinin aklına
bu şekilde gelmesi imkânsızdır. 'Dosdoğru' bakanlar diyorum her şeyleriyle
dosdoğru olanlar demiyorum; böyle bir haslete sahip insan var mıdır günümüzde
ki böyle diyebilelim? Kişisel beklentileri için talepte bulunanların dosdoğru
bakmadıklarını da hepimiz biliyoruz.
Dosdoğru
bakan bir insan gördüğü, anladığı, fark ettiği şeylere dair düşüncelerini ölçer,
biçer, tartar ve muhatabına olduğu gibi, eğip bükmeden sarf eder. Bugün 2015
yılının üçüncü ayında dünya, özellikle müslüman coğrafya kan gölüne dönmüşken,
Türkiye, 37 yıllık PKK Terörü'nden kurtulmak üzere iken her şeye çok daha
dikkatli bakmak zorundayız.
Bu
memleketi idare edenlerin artık bize mâni çıkardılar deme lüksü yok. Bu sebeple
herkesi dikkatle dinlemek zorundalar. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan, buna
kıldığı Namaz, gittiği Umre kadar dikkat etmeli; onun her hatası telafisi mümkün olmayan bir yolda
artık. Bıçak sırtında her şey; Erdoğan batarsa Türkiye batar, müslümanların ve
sömürülmüşlerin umudu batar. Büyük Duruşu, onu bugüne taşıdı, tarihinin en
büyük saldırısı altında iken halktan %52 oy alarak Cumhurbaşkanı oldu.
Her şey
bitmedi, asıl her şey şimdi başladı. İhmal edilemez büyüklüğe ulaşan
Türkiye'nin itibarı 13 yıllık bir yokuşu tırmandı, ama en küçük bir hasarda
çökebilecek kadar da kırılgan bir profile sahip.
Bir
süredir Erdoğan'ın tarafsızlığı tartışılıyor; haklı bir tartışma bu. Fakat ona
oy verenler onun tarafsızlığını istemiyorlar, tartışılmaması gereken de bu.
Erdoğan, kendisini seçenlerin ve seçmeyenlerin hayat standartlarının
iyileşmesine hayatını adayarak tarafını belirledi; Başbakan iken nasıl herkesin
yararına yol yapıyor idiyse Cumhurbaşkanı iken de kurduğu halka hizmet
düzeninin sürmesini istiyor. Bu sebeple,
birbirine düşman olarak bugüne gelen CHP, MHP, HDP, SP, VP ve Cemaat onun
karşısında saf tutarak taraflarını Erdoğan karşıtlığı olarak belirlemiş
durumdalar ve bu partilerin halka hizmete yönelik herhangi bir programları yok.
Seviyesi
gittikçe düşen söylem ve eylem grafikleriyle 2015 Haziran Genel Seçimleri'ne hazırlanan
muhalefet partilerine karşı Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olarak taraflı olması yürütmenin
ve devletin tüm organlarının sağlıklı işlemesine yönelik anayasal sorumluluğunu
yerine getirme görevi var. Devleti ve halkı muhalefet partilerine karşı korumak
onun tarafının sınırlarını belirliyor.
Erdoğan,
Türkiye Cumhuriyeti'ni tüm kurum ve kuruluşları ve insanları ile birlikte
koruma kollama sorumluğuna sahiptir, tarafı budur ve bu zorunlu taraf tutuş, tarafgirlik gerektiriyorsa içeriden ve dışarıdan
gizli, anlaşılmaz, izah edilemez bağlarla, terörü bitiren, halkı zenginleştiren
bir anlayışa karşı saf tutan muhalefete karşı olan bir duruşu da tarafsızlık
olarak algılayabiliriz.
Bütün bu
anlattıklarımdan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ve Ak Parti Genel Başkanı,
Başbakan Davutoğlu'na söz söyleme hakkım doğuyor. Sözlerimin çoğunluğu Erdoğan'a
yönelik, zira Davutoğlu 13 yıldır iktidar olan bir partinin genel başkanı ve
başbakan olarak sınırlı sorumluluklarla karşı karşıya. O bir Erdoğan değil,
ondan da Erdoğan'dan beklediğimiz şeyleri beklemek ona haksızlık olur. Erdoğan
gibi bir liderin kurduğu partide Erdoğan'dan başkasının sözünün geçmesi beklenemez,
beklenmemelidir. O halde Erdoğan, olanlardan sorumlu olduğu gibi olacak
olanlardan da sorumludur. Erdoğan'ın
Başkanlık Sistemi'ni istemesi bu sorumluluğu aldığının da ilanıdır.
Başkanlık
Sistemi'ni isteyen Erdoğan'dan ne isteyebilirim? Kendimle ilgili olmayan, ama
sonuç itibarı ile yaşadığım ülke ve dünya dolayısıyla her açıdan yaşayacağım
ekonomik ve sosyolojik sıkıntılardan ya da refahtan da etkileneceğime göre, en
az Erdoğan kadar kendim için de isteyebileceğim şeyler neler?
Erdoğan'dan,
hangi sâiklerle olursa olsun, kendisiyle bugüne dek sadakatle yol alan yol
arkadaşlarına karşı aşırı hassas davranmasını bekliyorum. Siyasette nihâî otorite
esas olduğu gibi, tevâzû da, kadirşinâslık da esastır. Halk, o sessiz duruşuyla
buna çok dikkat eder.
Bugün
Obama, kıskıvrak bir halde yalnızlaştırdığı ve açıkça savaştığı Putin'e karşı, geleneksel
Amerikan alışkanlıkları gereği, tahrik edecek bir dil kullanmayı tercih etmez. Cumhurbaşkanı
olarak Erdoğan, sözlerini eskiden olduğundan çok daha dikkatle seçmek
zorundadır. Bunun için geçmişte kendisine yardımcı olan ekiplerden daha profesyonel
ekiplerle çalışmak, birçok sorunu kolaylıkla çözmesine yardımcı olacaktır. Aksi
halde söylemlerinde belirgin zikzaklar oluşacak, süreklilik kaybolacak ve
bugüne dek sadece kendi inisiyatifiyle aldığı yol görevini lâyıkı ile yerine
getirmeyen ekipleri tarafından tahrip edilecektir.
Cumhurbaşkanı
olarak Erdoğan'ın çelişkilerle, zikzaklarla işi olamaz. Açıkça kavga edemeyeceği
ülkelere karşı diplomatik bir dil kullanma zamanı gelmiştir. Uzun süredir
sürdürdüğü BMGK karşıtı söylem, arkasında güçlü devletlerin desteğini
bulamadığı için etkisizleşmiştir. Erdoğan gittikçe yalnızlaştığı bir fotoğrafta,
ikna edici olma özelliğini yitirecektir. Bu sebeple Türkiye Cumhuriyeti'ni tek başına
seslendirme alışkanlığını değiştirmelidir; sorumluluk alanlarını net bir şekilde
belirlediği yürütmeyi ve sözcüleri düşüncelerini seslendirmek üzere
görevlendirmelidir.
Türkiye
Haziran ayında çok kritik bir Genel Seçim yaşayacaktır. Başbakan Davutoğlu'nun
açıkladığı üzere milletvekili seçilmek üzere’Ak Parti’ye 1040’ı kadın adaylar
olmak üzere 6223 müracaat yapıldı. Şu anda Temayül Seçimleri yapılıyor. 6-15
Mart’ta mülakatlar başlayacak, 16-22 Mart’ta komisyon toplantıları
gerçekleşecek, 23 Mart’ta üst kurul toplanacak, 7 Nisan’da aday listesi, 14
Nisan’da geçici aday listesi açıklanıp 24 Nisan’da Yüksek Seçim Kurulu (YSK)
aday listeleri tamamlanacak.
Gönül
isterdi ki bu aday adaylarının tamamı, kişilikleri, ilkeleri ve idealleri
yüzünden mecliste halkı temsil etmek üzere müracaat etmiş olsunlar. Maalesef bu
böyle değil. Türkiye'nin her yerinden
kişisel beklentileri olmayan insanlar, aday adaylarından bir kısmına
yönelik itirazlarını seslendirmeye başladılar.
Bürokratlar,
işadamları ve eski siyasetçiler bir süre daha iktidarda kalacağından emin
oldukları Ak Parti listelerinden meclise girmek için çabalıyorlar. İçlerinde
samimi hizmet duyguları olanlar olduğu gibi, tamamen iki yüzlü tutumlarla eski
siyasî görüşlerini inkâr ve reddederek yer, makam, itibar ve para kazanma
peşindeler. Erdoğan bu aday adaylarını hakkıyla eleyebilecek bir sistem kurmalıdır
ve bu kritik seçimde, halkın istediği bir meclis grubu oluşturmayı esas görev
olarak bilmelidir. Bu seçim öncekilerden çok daha farklıdır ve çok daha
dikkatli bir liste hazırlamaktan başka çare yoktur.
Türkiye'nin
geleceği artık Erdoğan'ın iki dudağı arasındadır. Çünkü; Ak Parti
kurumsallaşmamıştır, Devlet kurumsallaşmamıştır. Kurumsallaşmak yetkili
kurullar oluşturmak ya da kurum binaları inşa etmek demek değildir. 17 Aralık
sonrası devletin yaşadığı zaaf, bahsettiğim kurumsallaşma eksikliğinden
kaynaklanmaktadır. Devlet tek tip memurlardan oluşturulamaz. Devlet cemaat,
tarikat, dernek ya da STK adı altında faaliyet gösteren yapıların kendi
aralarında paylaşarak yöneteceği bir yapı değildir, olamaz. Herkes hak ettiği
yere gelebilmelidir.
Devletin
ve Ak Parti'nin ihtiyaç duyduğu strateji eksikliği, kurumsallaşma eksikliğinden
kaynaklanmaktadır. Devletin ve Ak Parti'nin özgürce düşünen kurulları yoktur.
Erdoğan'ın mutlu olacağı bir fikir üretme kaygısı ve bu kaygıyla malul
danışmanlar ya da başka yapılar devletin kurumsallaşmış bir geleneğe sahip
olmasını engelliyor. Oysa devlet her türlü olasılığı hesaplayacak ve buna göre
politika üretecek özgür düşünceli beyinlere muhtaçtır.
Erdoğan 'Yeni
Türkiye'yi yeni olarak tasarlayacak bir kurul oluşturmalıdır. Türkiye
Cumhuriyeti, yıkılmış olan Osmanlı Devleti'ni model olarak alamaz; o devlet yıkıldığı
için alamaz. 13 yıllık iktidar süresince eksiklerini tamamlayan devlet, henüz
kendi başına güven verecek bir tutarlılığa, sistematik organizasyon ruhuna sahip
değildir. Söz ettiğim kurul bu aksaklıkları giderecek yeni bir devlet algısı
üzerinde çalışmalıdır.
Cumhurbaşkanı
olarak Erdoğan, devletin kurum ve kuruluşlarına atadığı bürokratların işine
ekranlardan karışmamanın yollarını araştırmalıdır. Çünkü; onları atayan da
kendisidir. Bir bürokrat danışmanların etkisiyle hırpalanmaktan hoşlanmaz.
İbadet ederken çekilmiş fotoğrafların basında dolaşması çok hoş bir görüntü sergilememektedir. Bu hususlarda Türkiye çok yol aldı, algılar değişti; bundan sonrası samimiyet testinden başarısızlıkla çıkmış olmak demektir.
Son
olarak, Türkiye, caydırıcılık özelliği açısından nükleer silaha sahip olmadığı
sürece uluslar arası bir kural inşa edemeyeceğini unutmamalıdır. Kimlerle hangi
tür işbirliği yapıldığını, doğru bilgilendirme adına, uygun bir dille halka
izah etmelidir. ABD veya İngiltere ya da Almanya-Fransa, İran'la yapacağı işbirliklerinin
gerekçesini halka anlatmalıdır.
Bütün bunlarla
birlikte devlet, bir ahlâk sahibi olmalıdır.
Cumhurbaşkanı
Erdoğan'dan beklediklerim bunlardır.
Bundan sonra her şeyden sorumlu olacak olan da Erdoğan'dır. Zirvede olmanın günahı da büyüktür sevabı da...
Allah hayırlı işlerinde yardımcısı olsun.
Arif Şahin, 03.03.2015, Sonsuz Ark, Şaşkınların Tarihi 59