"Şii mezhebine mensup halk üç ayrı devlete
dağıtılmıştır. Türkmenler aynı şekilde üç ayrı devlete dağıtılmıştır. Lübnan'da
sayıları o dönem çok az olan Dürzi halk bile üç ayrı devlete paylaşılmıştır.
Aynı şekilde Kürtler köylerin dahi ortasından sınır geçirilmek suretiyle üç
ayrı ülkeye dağıtılmışlardır. Hiçbir ülkenin sınırlarında, hiçbir ülkenin iç işlerinde
gözümüz yok. Ülkelerin toprak bütünlüklerini savunmak noktasında Türkiye her
zaman en ön safta olacaktır. Ancak burada coğrafi sınırların değil,
zihinlerdeki sınırların, gönüllerdeki sınırların mutlaka ve mutlaka tartışmaya
açılması taraftarı olduğumu özellikle belirtmek isterim. Bu bizim için önemli."
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Marmara Üniversitesi Akademik Yılı Açılışı Konuşması,
3 Ekim 2014
Samar Hüseyin beş yaşında, dünya tatlısı bir Türkmen
kızı. Dört kardeşi, annesi, babası ve kuzeni ile birlikte Telafer’de küçük ve
mütevazi bir hayat yaşamaktaydı. Ta ki kabuslarda bile görülmeyecek bir vahşetle
ailesinin Amerikalılarca katledildiği 18 Ocak 2005’e kadar. Binlerce kilometre
ötedeki Amerikan toplum ve devleti Samar Hüseyini, ailesini yakın ve büyük
tehdit kabul ederek onlara saldırdı.
O gün ailenin en küçüğü Muhammed hafifçe
ateşlenir, bir hava alma vesilesi de kılıp ailece hastaneye götürürler. Doktor
Muhammed’in ciddi bir şeyi olmadığını belirtip aileyi eve yollar. Aile içine
doluştuğu eski araç ile neşe içinde bir akşam turu atıp eve yollanmak üzere
hastaneden ayrılır.
Yabancı bir ülkeyi, bilmedikleri sokakları, hiç bir
ilişkileri olmayan masum ve sivil halkları binlerce kilometre öteden düşman
belleyip işgale eden sömürge ordusu, hareket eden her şeyi tehdit ve tehlike
olarak görür ve Samar’ın babasının kullandığı aracı yaylım ateşine tutar.
Otomatik silahlarla taradıkları aracın ön koltuğunda oturan anne Kamila ve
aracı kullanan baba Hüseyin’i delik deşik ederler. Arka koltukta oturan
çocuklar; Kuzen Rajda, kardeşler; Samar, Ceylan, Rana, Muhammed ve Rakan bir
anda kanlar içinde kalırlar.
Rakan karnından ağır yaralanıyor ve sağ ayağını
hissetmiyor. 14 yaşındaki abla Ceylan, yüzü ve üstü başı kanlar içinde, gözleri
dehşetle açılmış,yaşananların bir kabus olması için dualar ederek, tercümana
avazı çıktığı kadar bağırıyor: ”Biz sadece eve gidiyorduk! Sadece eve
gidiyorduk, Amerikalı askerler neden ateş ettiler?”
Aksiyonu yüksek bir televizyon filminden bir sahne değil bu.
Gerçeğin, insanı derset eden, insanın omurgasına, karnına gümleyen gerçeğin ta
kendisidir bu. Bu gerçek, kadim müslüman milleti ve onun dost/akraba
halklarının arasına gerilen sınırların, her birimizi nasıl güçsüz duruma
düşürdüğünün resmidir.
Bu gün ülkemizde, bir kabir nakli dolayısı ile esen
fırtınanın mekanizması da tam olarak bu sınırlar ve bu sınırlara dayandırılan
husumetler ile ilgidir. Tam yüz yıl evvel, bu toprakları sömürgeleştirmek üzere
buralara üşüşen emperyalizm, cetvellerle çizdiği bu saçma sapan sınırları, her
biri emperyalizmin has evladı olan diktatörler eliyle adeta kutsallaştırarak
mazlum halklar arasına, sadece toprakta değil, gönüllere ve kafalara birer put
gibi yerleştirmeyi başarmıştır.
Bu gün kabir nakli dolayısı ile, en
milliyetçisinden en antiemperyalistine kadar her cenahtan ortak bir şekilde
çıkan ‘o toprak bizim, uğruna ölürüz’ nakaratının altında oraları yabancı bir
ülke, içinde yaşayan kardeş ve akrabaları yabancı halklar olarak görme
hastalığı yatmaktadır.
Şimdi amcaları, abileri, Samar’ın hüzünlü gözlerinin içine
bakın, orada mazlum bir müslüman evladı göreceksiniz. Orada Süleyman Şah’ın
mezarının neden Suriye’de, Karakozak’da olduğunu göreceksiniz. Şah Süleyman’nın
uğruna öldüğü YURTLUK’un ne demek olduğunu, özgür bir vatanda onurla ve
korkusuzca yaşamanın ne demek olduğunu anlayacaksınız. O zaman ‘fitne ve fesad
düzeni kurmaya kalkışmak insan öldürmekten çok daha büyük bir suçtur’ diye
buyuran Kur’an’ın ne demek istediğini anlayacaksınız.
Sadece sembolik anlamı dolayısı ile devletin üzerine
titrediği Süleyman Şah kabri değil, bütün bu topraklar boyunca, özgürlük/adalet
ve Allah için vuruşmuş, kahramanca bir şekilde şehid olmuş, varlığını bu
mübarek kavram ve bunlara iman eden mübarek halklar için dökmüş olan, adı sanı
bilinmez onbinlerce şehid kabrini anımsayın.
Onları nereye taşıyacaksınız,
onların buna rızası var mıdır, onların uğruna şehid oldukları bu YURTLUK’lar
kimlerin yurdudur?
Şimdi uçakları düşürerek, köyleri kasabaları bombalayarak,
akla hayale gelmez desiseler ile oyunlar, tuzaklar kurarak içine çekmeye
çalıştıkları bu pis oyunlarına, bir kabri taşıyarak milletin derin aklı onları
tiye almış bulunmaktadır.
Millet bu dünya tatlısı evladını, bu güzel Samar’ı yüreğine
basmıştır, İslam topraklarında ki her karış toprağı, içinde ki kardeş ve akraba
halklar ile birlikte kutsamış, bir kabri bir tuzağı boşa çıkarmak için
taşıdığını ama oradaki binlerce şehidinin ve yaşayan milyonlarca evladının yanı
başında olduğunu deklare etmiştir.
Mustafa Ekici, 04.03.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar