"Allah hastane köşelerinde, evlerinde el açıp dua eden şifa bekleyen bütün müslümanlara, mazlumlara ve mustazaflara şifa versin Şafi Adı ile, duam budur..."
Gözde Hanım yüzüme baktı ve "Kanser değil ama tedavisi beni bu hâle getirdi diyorsunuz yani değil mi?" diye sordu, "Evet tam manasıyla öyle" dedim..."Siz nöropatik hâle gelmişsiniz" dedi. "Yaşantınızdaki en ufak bir olumsuzluk ağrı ve acıyı kat kat fazla duymanıza yol açıyor. İnşallah kına işe yarar" dedi ve hemen acil ultrason ve kan tahlilleri istedi ve kınanın sonucunu mutlaka ona haber vermemi tekrar tembihledi.
Nuran ve Fadime ile birlikte koşturmaya başladık, kan tahlili vermek için son dakikalardı, Nuran her zamanki çabukluğu ile koşup evrakları halletti ve kan tahlili için bölüm hemşiresinin odasına gittik; yine aynı problem koltuk sağ koldan işlem yapılmak üzere hazırlanmıştı, sol kolumu akrobatik bir hareketle tutmaya çalıştı Hemşire Hanım ve o anda yerimden kelimenin tam manasıyla zıpladım, ağrı dayanılacak gibi değildi benim için çünkü...
Namaz kılarken bile çok ama çok dikkatli hareket ediyordum oysa, ellerimi ve ayağımı bir milim kadar yanlış hareket ettirsem canım yanıyordu çünkü ve üstelik oturarak namaz kıldığım halde böyle oluyordu... Hemşire Hanım çok özür dileyerek ve son derece dikkatli hareketlerle elimin üzerinden kan almayı başardı, hiç sesimi çıkarmadığım halde gözlerimden yaş boşalıyordu... Fadime'nin yüzündeki ifadeyi gördüm o an, o da benimle birlikte acı çekiyordu sanki...
Nuran yine koşturup gereken işlemleri yaptırdı ve radyoloji bölümüne koştuk birlikte. O kadar kalabalıktı ki bize sıra gelmesi epey sürer diye düşündük, belki de öğlenden sonraya kalacaktı. Ultrason doktoruna danışarak biraz hava almak için dışarı çıktık yaklaşık on beş dakika dışarıda oyalandıktan sonra radyolojiye geçtik tam biz çıktığımızda odanın kapısı açıldı ve ismim okundu.
Zamanlamamız harikaydı:)) Doktor kanserle ilgili bir bulgu olmadığını ve hâlâ ameliyatla ilgili sıkıntıların devam ettiğini ağrılarımın da bu yüzden olduğunu söyledi, epey rahatladık.
İşimiz bitmişti. Şimdi sıra arkadaşlarımı Taceddin Dergâhı'na götürmeye gelmişti; öyle de yaptık. Nuran da Fadime de ilk defa geliyorlardı buraya ve oranın huzur veren iklimini hemen fark etmişlerdi.
Sonra onları Gönüllerde Birlik Vakfı'na götürdüm, sevgili kardeş Turgay yine her zamanki mütebessim yüzü ile karşıladı bizi, hemen çay getirdi, derin derin oradaki manevi havayı içimize çektik. "Konağın içini gezmek ister misiniz?" dediğimde ikisi de itiraz etmedi.
İçerideki güzellik ve sadelikten çok etkilendiler, biraz oturup dinlendik ve merhum Muhsin Yazıcıoğlu'na dualar ettik. Güzel insanların arkasından dualar hiç noksan olmuyordu, bunu defalarca görmüştüm Allah c.c bir vesile ile her gün o güzel insanlara dua nasip ediyordu... Duayla yâd edilmek kadar güzel bir şey yok galiba...
Birlikte eve dönerken yalnızca arkadaşlarım yorulduğu için üzgündüm. İkisinin de çocukları büyüktü ve evde yoklardı çok şükür ki...
İşte o an tekrar Dilşad geldi aklıma; kuvvetle muhtemel bu yazıyı da okuyacaksın Dilşad, iyi ki gelmedin ve iyi ki çocuklarınla geçireceğin kıymetli zamanı senden çalmamış oldum, iyi ki...
Bu esnada annem, abim, Dilşad, Fevziye ve Zekiye peşpeşe aradılar, "modern tıbbın geldiği son nokta kına" dediğimde her seferinde gülüyorduk.
Dilşad hemen "Ben de elime kına koyarım kına kardeşi oluruz" deyiverdi. Bu ne güzel bir duygudur anlatamam "kına kardeşliği" yalnızca kına kardeşliğinden ibaret değil ki, Dilşad bunu o an bulup söylemişti ama ben yine kâlû bela'dan beri tanışan ruhlar hadisinin tecelli ettiğini hissetmiştim, yüzyıllardır tanıştığımız için bu kadar rahat kalplerimiz birbirine açılıyor, ısınıyordu, hamd olsun Allah'a...
Kardeşim Mutlu'yu arayıp haber verdim ardından, o da çok sevindi ve göğüs kanseri hastası olan doktor arkadaşı Belkıs'tan örnek verdi. Belkıs'ın iki göğsü de alınmıştı ve görevine devam ediyordu, Belkıs'ın artık hiçbir şeyi kendisine dert edinmediğini ve kendisini mutlu edecek şeyler yaptığını anlatarak bana da aynı şeyi tavsiye etti....
Abim de babamın rahmetli yengesi Sehne Hala'yı hatırlattı telefonda, "Bak Sehne hala 128 yıl yaşadı elinden ayağından kına hiç eksik olmadı, en son bizim mahallenin küçük tuhafiyecisi Serhat Pazarı'ndan aldığı kına sahte çıkmıştı o yüzden öldü hatırlasana deyince ikimiz de kahkahalarla güldük. Abim müthiş bir insan, hem on numara bir entelektüel, hem müthiş bir mizah kabiliyeti var, arka arkaya bizim mahalleden eski hatıraları anlattıkça birlikte güldük...ne güzel günlermiş o günler. Gel de Heydar Baba'yı hatırlama...
Heyder Baba, yaru yoldaş döndüler,
Bir-bir meni çölde koyub, çöndüler,
Çeşmelerim, çırahlarım, söndüler,
Yaman yerde gün döndü, akşam oldu,
Dünya mene harâbe-i şâm oldu.
"Heydar Baba dünya yalan dünyadı/
Süleyman'dan Nuh'dan galan dünyadı/
Oğul doğan derde salan dünyadı/
Her kime her ne verip alıpdı/
Eflatun'dan bir guru ad galıpdı/
Allah c.c goca Şehriyar'a gani gani rahmet etsin...
Akşam Atila taze kınayla geldi. Ben de namaz kıldıktan sonra kınayı bir şekilde hallederim diye düşünüyordum ki Nuran aradı; "Sakın elleme kınayı sen anlamazsın biz gelip yakacağız" dedi. Epey bir konuda beceriksiz olduğumu biliyordum (parmak hesabıyla iki üç kalemi geçmez iyi yapabildiğim şeyler) ve onun bu teklifine de çok sevindim.
Arkadaşlarıma çay demledim ve hazır vaziyette onları beklerken Hakan aradı ne durumda olduğumu sormak için, tam bir Radyasyon Onkologu'nun reçeteye kına yazdığını:)) söyleyecektim ki "Abla sesin iyi geliyor hadi hazırlanın Emira gelip sizi alsın kahve içelim Mado'da" dedi. Atila'ya sordum, "Hadi gidelim" deyince Hakan'ı aradım ve 5 dakika sonra aşağıdayız inşallah" dedim. Emira geldiğinde "Hemen anlat neler oluyor" dedi ama kabul etmedim, biraz sabretmesini ve çok güzel şeyler olduğunu söyledim.
Gittiğimizde Hakan ısrarla kızıl rüya ya da ona benzer bir adı olan dondurmadan yememizi istedi, kabul ettik. Kına meselesini anlattığımda Hakan'da Emira'da çok sevindi, doktorun nöropatik ağrılarda kınanın çok işe yaradığını söylediğini anlatırken Emira, "Yani kafayla ilgili bir şey" dedi. "Hayır" dedim. "Sinir uçlarıyla alâkalıymış ve bu da kanser hastalarında çok sık rastlanan bir şeymiş."
Ve bunu söylerken o an aklıma radyoterapi esnasında her gün ziyaret ettiğim Pediartik Onkoloji servisinde yatan çocuklar geldi. O ziyaretlerim esnasında Menekşe Hemşire "nöropatik" çocukların yanında yüksek sesle konuşmamıza müsaade etmiyordu. Oyuncaklarını kitaplarını içim yanarak ve sessizce baş uçlarına bırakıp ayrılıyordum yanlarından. Çünkü zar zor uyuyabiliyorlardı ve o uyku ağrı çeken çocuklar için bulunmaz bir nimetti... Allah hastane köşelerinde, evlerinde el açıp dua eden şifa bekleyen bütün müslümanlara, mazlumlara ve mustazaflara şifa versin Şafi Adı ile, duam budur...
Biraz sohbet edip eve döndükten sonra Nuran ve Fadime "kına gecesi" için:)) geldiler. İyi ki gelmişler hakikaten benim tek başıma yapacağım bir şey değilmiş. İtirazlarımın hiçbirini dinlemeyip ayaklarımı de ellerimi de bileklerime kadar kınalayıp bağladılar. Daha kınayı bağlar bağlamaz parmak uçlarım zonklamaya başladı, nasıl sevindiğimi anlatamam, bu iyi bir şeydi mutlaka ve kına bir şekilde işe yarayacaktı inşallah...Ve sonra da koltuğa yatırdılar. Sabah ezanında saatim çalmadan uyandım, hemen kınaları çıkardım, ama heyhat bileğim yine ters dönüyor gibi oldu ve ağrılar tekrar başladı...
Kınadan haberdar olan herkes acele etmememi ve biraz sabretmemi söyledi. Eyvallah diyordum, ama ümidim de azalmıştı. Çarşamba gecesi kına yakıldı perşembe günü tahlil sonuçları ile birlikte Gözde Hanımı görmem gerekiyordu ama bir gün daha bekledim ve cuma günü yani dün yanına gittim.
Gözde hanım sınav yapıyordu, ben de ilk önce Kadri Hocamın yanına uğrayıp günde iki fincan içtiğim Türk kahvesinin bir zararı olup olmadığını sormaya karar verdim. Odasının önü her zamanki gibi kalabalık. Odasından çıktığında selamlaştık, içeri geçtim ve sordum. "Hayır hiçbir mahsuru yok, içebilirsin" derken bir yandan da tahlil sonuçlarımı her zamanki alışkanlığı ile elimden aldı ve "Oooo congratulations! Very, very good," dedi gülerek. "Hadi bakalım yine her şey yolunda" diye de ekledi.
Kadri Hocamın yanından ayrıldıktan sonra Taceddin Dergâhı'na uğramak istedim Gözde Hanım sınavdan çıkıncaya kadar. Ve sürpriz, Yahya ve Hamit cuma namazından çıkıyorlardı. Çok sevindim ikisini de gördüğüme o kadar harika iki kardeşler ki, gıpta ediyorum bu çocuklara, edepli, terbiyeli ve tertemiz... Sonra TRT'den iki tanıdıkla karşılaştık ve birlikte oturup çay içtik, ama Yahya'nın da Hamit'in de çok tedirgin olduklarını hissettim, bir işleri varsa hemen kalkmalarını hatırlattım, Yahya, "Mahir abi'ye sözümüz var bizi bekliyor abla, müsaade alalım biz" dedi hep edepli olan o üslubuyla. Beni rahatsız etmemek için randevuları olduğunu söylememişti....
Çaydan sonra vakit geldiği için ben de müsaade isteyip kalktım ve Gözde Hanım'ın yanına gittim, görür görmez "nasılsınız geçti mi ağrılar?" diye sordu, geçmediğini aynı şekilde devam ettiğini söyleyince yanında bulunan uzak doğulu olduğunu sandığım bir doktor, "Geçen gün gelen hasta yapmış kınayı Gözde Hanım" dedi. Gözde Hanımla ben aynı anda "ne olmuş geçmiş mi?" diye sorduk, "evet geçmiş" dedi doktor da.
Ne kadar sürede geçtiğini sordum, kına yakıldığının ertesi günü geçtiğini söyledi. Gözde Hanım'ın morali bozulur gibi oldu ve "Sizin için yapabileceğimiz başka bir şey yok ne yazık ki ama bazı tavsiyelerim olacak, kapalı yerlerde, kalabalıkta fazla bulunmayın, stresten ve yüksek sesten gürültüden, tartışmalardan uzak durun, yoksa hem daha çabuk mikrop kaparsınız hem de ağrılarınız artar." dedi.
Ben de kavgalı film fragmanlarına bile denk geldiğimde ya da yanımda yüksek sesle gergin konuşmalar olduğunda hakikaten ağrılarımın arttığını anlattım. Hak verdi ve tavsiyelerini tekrarladı.
Eve döndüğümde benimle birlikte sonuçları almaya geleceğini söyleyen komşularım kendilerini atlattığım için feci kızdılar, sonuçların "temiz" çıkmasına sevinip, kınanın işe yaramadığını da üzüldüler ama onlara göre kına zamanla tesir edecekti...
Gece bloga yazıyı yazdıktan sonra ellerimin acısına dayanamayıp ara verdiğimde birden kalbime bir his doğdu ki bu hissi anlatmayacağım, eğer acılarım o hissettiğim şey yüzünden oluyorsa buna yalnızca şükretmem gerekir diye düşünüyorum şu anda...
Ve hep inşirah dinliyorum, inşirah suresini dinledikçe de içim açılıyor, yüküm hafifliyor... İnşallah hissettiğim şey yalnızca bir his değil hakikattir... inşallah öyledir... Rabb'ime milyonlarca defa hamdolsun, şükrolsun...
Neşe Kutlutaş, 18.03.2015, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, (İlk Yayın Tarihi, 16.06.2012)