21 Mart 2015 Cumartesi

SA1227/KY5-PT52: Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü/ B- Amelî Tasavvuf- Tasavvufçular ve İlim Tahsili

 بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim

“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür. 

***

Tasavvufçular ve İlim Tahsili

İlim tahsiline gelince; tasavvufçular öğrenerek ve çalışarak ilim tahsil etmenin uzun ve yorucu bir yol olduğunu, bu yolla kazanılan ilmin derecesi ne kadar olursa olsun yetersiz ve zahir bir ilim olduğunu söylerler. Onlara göre kâmil ve tam ilim keşf ve ilham yolu ile kişinin kalple kazandığı ilimdir.

Ebu Yezit şöyle diyor: "Âlim, bir kitaptan ezberleyen ve unuttuğu zaman cahil olan kişi değildir. Âlim, ancak ilmini Rabbinden alan kişidir. Yani ezbersiz ve ders okumadan dilediği zaman Rabbinden alan kişidir. İşte rabbani âlim budur."

Suhreverdi de şöyle diyor: "Zahitler, tasavvuf şeyhleri istikamet hakkı gereği ikram gören mukarrerlere öncekilerin işaret ettikleri bütün ilimler verilmiştir."

Gazali de şöyle diyor:

"Kalbin iki kapısı vardır. Bunlardan biri melekût âlemine açıktır. Bu da levhi mahfuz ve melekler âlemidir. Diğeri de mülk ve şehadet âlemine bağlı beş duyu âlemlerine açılan kapıdır. Mülk ve şehadet âlemi aynı zamanda bir bakıma melekût âlemine benziyor. Kalbin duyulardan almak için açılmasını da biliyorsun. İç kapısının melekût âlemine açılması ve levh-i mahfuzu etüt etmesini ise, rüyanın acayipliklerini derin düşünmek, kalbin geçmişte olan veya gelecekte olacaklara, duyulardan iktibas etmeksizin, uykuda muttali olmasıyla olacağını kesin olarak bilirsin. Bu kapı da ancak kendini Allah'ın zikrine veren kişiye açılır."

Sonra şöyle devam ediyor:

"Peygamberlerle velilerin ilimleriyle âlimlerle hâkimlerin ilimleri arasındaki fark budur. Şöyle ki öncekilerin ilimleri melekût âlemine açılan kapıdan kalbin içinden gelirken, hikmet ilmi mülk âlemine açık olan duyuların kapılarından gelir."

Kendilerine vahiy gelen peygamberler için bile müyesser olmayan bir yol göstererek tasavvufçulara ilmi terk etme ve cehalete dalma kapısını Gazali'nin açtığından bu sözlerinden sonra okuyucunun bir şüphesi kalır mı dersiniz?

Gazali'nin açtığı bu yoldan tasavvufçular halvetlerde dolanıp durmuş, katmerli karanlıklara sığınmış, böylece sapıklıkları gittikçe katlanmıştır. Bu yoldan giderek İslâm âlemine pek çok vesveseler ve kuruntular sokmuş, Müslümanların zayıflamalarına, çöküş ve zilletlerine, nihayet emperyalizmin boyunduruğu altına girmelerine yol açmışlardır.

İlmi terk etme çağrısı toplum için korkunç tehlikeli bir çağrıdır. İslâm toplumunu temelden yıkan ve yerle bir olmasına yol açan bir çağrıdır. Tarihte İslâm toplumu medeniyette ilerlemiş ve egemenlik sahibi olmuşsa, ancak ilimle ve âlimlere saygısıyla bunu gerçekleştirmiştir. Allah'a yemin ederim ki ilmi terk eden hiçbir millet yoktur ki gerilemiş ve çökmüş olmasın. Batı ilim alanında çok büyük mesafeler almıştır.

Uzayda istediği gibi dolaşma, okyanusların diplerinde gezme, atomu ve elektriği kullanma, saatlerce yer küresinin etrafında dolaşma, gezegenlere ve yörüngelere gitme, kıtalararasında resimleri ve kelimeleri aktarma ve pek çok hastalığın kökünü kurutma ve daha pek çok bilimsel gelişmeyi ancak ilimle gerçekleştirmiştir. Bütün bunları beş duyu neticesinde, düşünceyi ve aklı kullanma neticesinde sağlamıştır.

Bir de şu acıklı durumumuza ve geri kalmış halimize baktığımızda acaba sormak hakkımız olmuyor mu: Levhi mahfuzu okuduklarını, kâinatın sırlarını aldıklarını, maddenin künhünü kavradıklarını, havada uçtuklarını, sular üzerinde yürüdüklerini, denizlerin dibinde balıklar, taşlar ve cansızlarla konuştuklarını iddia ederler acaba bize ne kazandırmışlardır?

Bu tür iddialarda bulunanlar acaba bize hurafelerden başka ne kazandırmışlardır? Acaba toplum bunlardan karanlık cahiliye döneminin hurafelerine dönmek ve yükseldiği zirveden hızla uçuruma yuvarlanmaktan başka ne kazanmıştır?

Arap aklının vehimlere tutsak, hurafe ve mitolojilere kul, örf ve geleneklerle ayakları bağlı, kâhin ve astrologların söyledikleriyle kelepçeli bulunduğu cahiliye geriliği ve bedbahtlığına toplumu götürmekten başka insanlarımıza bunlar ne getirmiştir?

Hâlbuki İslâm aklı evham boyunduruğundan aklı kurtarmak ve sınırsız ufuklarda özgürce yüzmesi için düşünceyi hertürlü bağdan âzâd etmek için gelmemiş miydi? Duyular ve duyular ötesi âlemlerde hür ve serbest dolaşması için insan aklını hürriyete kavuşturmayı İslâm hedef edinmemiş miydi?

İslâm insanı bununla mükerrem kılmamış mıydı?

Yüce Allah peygamberler dışındaki insanların ilim kazanma yollarının duyular, araştırma ve düşünme yolları olduğunu belirterek şöyle buyurmuştur:

"İnsanlar acaba deveye bakıp nasıl yaratıldığını hiç düşünmezler mi? Göğün nasıl yükseltildiğini görmezler mi? Dağların nasıl dikildiğine bakmazlar mı? Yeryüzünün nasıl döşendiğini görmezler mi?"

Bakmanın ve görmenin yolu gözdür. Bakmak da düşünmenin yoludur. Yüce Allah buyuruyor:

"Musa'nın haberi sana ulaştı mı? Hani o, bir ateş görmüş ve ailesine: "Bekleyin. Eminim ki bir ateş gördüm. Belki ondan size bir parça kor getiririm veye ateşin yanında bir rehber bulurum" demişti.

Sözü işitmenin yolu da kulaktır. İşitmek de aynı şekilde düşünme ve ders almanın yoludur.

Yüce Allah buyuruyor:

"Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdirler. Çünkü onlar geri dönmezler." Yani hidayete dönmezler. Yüce Allah sağır, kör ve dilsizlerin anlama ve hidayetten uzak olduklarını belirtmektedir. Muhalif manada alındığı takdirde ayetin işitme, görme ve konuşmanın ilim ve hidayete vesile olduğuna delalet ettiğini de söyleyebiliriz. Bütün bunlar ve daha burada sayamayacağımız kadar sayısız ayet ve hadisler insanların ilim öğrenme ve bunun için her yola başvurması gerektiğini ifade etmektedir.

Bu meseleyi İbn el-Cevzi'nin şu güzel tespitiyle bitirmek istiyorum:

 "Âlemde ilimden daha şerefli bir şey yoktur. Nasıl olsun ki?! İlim delildir. Yok, olursa, dalalet olur. Şeytanın en gizli tuzaklarından biri de en üstün ibadet olan ilimden alıkoymak için insanın nefsinde taabbudu süslemesidir.

Hatta öncekilerden bir cemaat için bunu süslü göstermiş, onlar da kitaplarını toplayıp denize atmışlardır. Bunu bir cemaat haber vermiştir. Onlar için hüsnü zan besleyerek diyoruz ki, herhalde o kitaplarda beğenmedikleri bir takım sözleri vardı ve bu sözlerinin insanlar arasında yayılmasını uygun görmemişlerdir. Aksi halde içlerinde insanlara yararlı bilgiler bulunduğu ve bu bilgilerin sonuçlarından korkulmadığı takdirde onları telef etmek veya denize atmak malı yok etmek olup caiz değildir.

Şeytanın tasavvufçulara oyunu o kadar büyük olmuş ki onlardan bir cemaat talebe ve müritlerinin mürekkep hokkası bile taşımalarını yasaklamışlardır.

Mesela Cafer el-Halidi şöyle der:

"Tasavvufçular bana müsaade etselerdi, dünyanın hocasını size getirirdim. Ebu'l-Abbas ed-Dırdırî'nin yanında oturuyordum. Tasavvufçulardan biri geldi ve bana, "Yaprakların ilmini bırak, çaputların ilmine bak" dedi. Tasavvufçulardan birinin yanında bir mürekkep hokkası görülünce, içlerinden biri ona "Avretini ört" dedi.

Nitekim eş-Şibli'nin şöyle dediğini naklederler: "Benden yaprak ilmini isterlerse, onlara çaput ilmini gösteririm."

İşte bu İblis'in en gizli oyunlarından biridir. Zaten onlar hakkındaki zannını doğrulamış bulunmaktadır. Tasavvufçularda bunu yapması ve onlara süslü göstermesinin iki sebebi vardır:

a- Onların karanlıkta yürümelerini istemesi,
b- Rasûlullah'ın ve ashabının yolunu ve sünnetini araştıran bir kimse her gün bir şeyler okudukça ve öğrendikçe ilmi artar, daha önce bilmediği çok şeyler öğrenir, iman ve marifetini artırır. Gittiği yolların birçok hatalarını kendisine gösterir. İblis en gizli bir hile ile bu yollarını kapatmak istemiş ve amacın bizzat ilim değil, amel olduğunu onlara söylemiştir. Bu hileye aldanan zavallı da ilmin ne büyük bir amel olduğunu anlayamamıştır.

Bu gizli oyundan ve aldanmadan sakın! Çünkü ilim en büyük asıl ve en büyük nurdur. Hatta ilim tahsili için yaprak çevirmek oruç, namaz, hac ve cihaddan büyük olabilir. İlimden yüz çeviren nice kişi taabbudunda (ibadete kapanmasında) heva ve heves azabı içine dalmakta nafilelerle birçok farzları yok etmekte ve daha üstün olduğunu sandığı şeylere dalıp vacibi ihmal etmektedir. Böylelerinin elinde ilimden bir meşale olsaydı, doğruyu bulurlardı. Sana söylediklerimi iyice düşün, Allah'ın izniyle aydınlanırsın."

Tekrar ederek vurguluyoruz ki Müslümanları ilimden soğutan tasavvufçular onların gerileme, çökme ve emperyalizmin boyunduruğu altına düşme sorumluluğunu taşımaktadırlar. Çünkü onları hurafe ve cehaletleriyle uyuşturmuş, ilim öğrenmelerini engellemişlerdir. Diğer tarafta Batı ilim alanında alabildiğine ilerlemiş ve istediği gibi cirit atmış, güçlü darbeleriyle İslâm âlemini ezmiş, nimetlerini elinden almış ve istediği gibi kullanmıştır.

Bir İslâm âlemi ki tasavvufçuların afyonlaması neticesinde ilimden ve çalışmaktan yüz çevirip derin bir uykuya daldıktan sonra gözlerini açıyor ve giderken geride bıraktığı âlemden bambaşka bir âlemle karşılaşıyor! Aklınca daldığı kısa bir uykudan sonra sanki hiç görmediği bir âlemle yüz yüze geliyor. Tıpkı yüce Allah'ın yüz sene öldürdükten sonra dirilttiği ve "Kaç sene kaldın?" deyince, "Bir gün veya bir günden az" diye cevap veren adam gibi!


<<Önceki                Sonraki>>


Puran Tilmiz, 21.03.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü


Seçkin Deniz Twitter Akışı