"Sizin değerlerinize toptan saldıran bir kişilik görürseniz, konuları bir şekilde kişiselleştirenle karşılaşırsanız o kişinin aline olduğundan hareketle kendi haline bırakmanız kendi menfaatinizedir."
Alinasyon ve asimilasyon kavramları üzerinden bir arketip
oluşturma zorunluluğu her zaman karşımıza çıkmaktadır. Bu zorunluluk daha çok
kimi tartışmalarda kendisini oldukça güçlü hissettirmektedir. Tartışmalarda
belli bir süre geçtiği halde başlangıçtaki durumdan bir adım öteye
gidilemediği, aynı şeyin, özün başka bir biçimde dile getirildiği
ayrımsandığında bu zorunluluğun ne denli önemli olduğu kendiliğinden ortaya
çıkmaktadır.
Öyle ki; başlangıçtaki olası yumuşak üsluplar birden bire
değişmekte, konu kişiselleştirilmekte, kırıcılıkta hiç varılmamış noktalara
varmakta bir sakınca görülmemektedir. Bu dahi tartışmanın mahiyetini, niçinini
açıklar ve fakat tartışan taraflar bunun bile farkına varamazlar. Tartışmanın
temeli her hangi bir olgu ve olayı açıklamak değil aline olmuş kişinin
öfkesinin, hıncının, kızgınlığının dışa vurulmasıdır.
Siz bir olgu ve olayın
analizini, neliğini anlamak için tartışmaya oturduğunuzu sanırken öfkelerin,
kinlerin, hıncın kusulduğu bir nesne olduğunuzu çok sonra fark edersiniz. Bu
fark ediş size bir daha elde edemeyeceğiniz saatlere mal olmuştur. Telafisi en
zor olan değil, hiç olmayan şey zaman kaybıdır. İşte bu kaybın önüne geçmek
için bile bize Alinasyon ve asimilasyon kavramları üzerinden bir arketipi
gerekli kılmaktadır.
Muhatapların meramını üsluplarından çıkardığınız gibi o
üsluplara neden sarıldıklarını da bu iki kavramla oluşturacağımız arketip
üzerine inşa edebiliriz. Elimizde bir takım ölçütler olduğunda tartışmayı
sürdürmenin ya da sürdürmemenin gereğini de bellemiş oluruz böylelikle.
Demek
ki; bu iki kavram üzerine inşa edeceğimiz arketipler bize oldukça kolaylık
sağlayacak ve zaman kaybının da önünü almış olacaktır.
Tartışmalarda bilgisizlikten kaynaklanan inatlaşma başka bir
çalışmanın konusudur. Bilgisizlikten kaynaklanan inatlaşma ile aline
olmuşluktan kaynaklanan öfke, hınç, nefret patlamaları oldukça farklı
boyutlardadır. Bilgisizlikteki inatlaşma fazla sürmez. Zaman hırsızlığında
ileri bir boyutta değildir. Bu hemen anlaşılır ve konu kapanır. Oysa aline bir
kişilikle yapılan tartışmada kişiselleştirme işin içine dahil olduğu için siz
de rüzgâra kapılıp savrulursunuz.
Alinasyon ve asimilasyon kavramları bize iki kişilik
prototipi verir. Birinde bir kabullenme -asimilasyon- özümseme ve tamamen
olunduğu veya olundurulduğu bir kişiliği verir. Tam bir kabullenme, özümseme
kişide kişilik çatışmasına neden olmadığı için asimile olmuş kişi doğal bir
kimlik ve kişiliğe bürünür.
Asimile ya bir kurumsal güçle ya da isteyerek
olabilir. Devletler eliyle kimi halklar, kimi farklı kimliklere zorla ve uzun
vadede dönüştürülür. Dönüşen bu gruplar halklar dönüştürüldükleri kimliği
olduğu gibi benimsemiş ve o kimlikle kişilikleri oluşturulmuş olur.
Geçmiş
kimliklerine ait hiçbir şey kendilerini rahatsız etmez. Daha önceki ki
kimliklerinden akrabalarına, tanıdıklarına yapılacak, yapılan aşağılama,
horlama ve daha başka olumsuzluklardan bir rahatsızlık duymazlar. Çünkü o
kimlikten olmadıklarına inanmışlardır. Karşı çıkışları, dünyaya bakışları,
değerleriyle büsbütün dönüştükleri olmuşlardır.
Büründükleri kimlik önceki
kimliklerinden farklı olsa da yeni kimlikleri de doğal bir kimlik olduğu için
çatışma yaşamazlar. Geçmiş kimliklerine dair bir bilinçleri olmadığı için
kişilik çatışmasından da kurtulmuşlar ve gösterdikleri tavırlar görece doğallık
kazanmıştır. Çünkü büründüğü kimlik ve kişilik doğal bir kimlik ve kişiliktir.
Diyelim ki, Ahmet asimile olmuş olsun. Ve adını da Adime
koysun. Adime olan Ahmet önceki kimliğinde olanlardan bir rahatsızlık duymaz.
Tepkileri Adime olduğu toplumun tepkilerinden öte değildir. Adime olduğu
toplumun Ahmet’in toplumuna, dünyasına bakışı neyse kendisinde de o vardır.
Ahmet'in toplumunu toptan kötülüyorsa, kötü biliyorsa kendisi de öyle bilir.
İyilikleri, güzellikleri ne de görüyorsa o da onda görür. Ahmetlerin yaptığı
şeyleri Adimeler nasıl görüyorsa öyle görür. İyinin ve kötünün ölçütü yeni
büründüğü dünyanın değerleridir. Dolayısıyla önceki toplumunda da kimi
iyilikleri görür, inkâra kalkışmaz.
Aline olmuş bir kişi ise karşımıza bambaşka bir biçimde
çıkmaktadır. Çünkü doğal bir kimliğe bürünememiştir. Dolayısıyla
değerlendirmeleri de doğal bir kimliğin kişilerin değerlendirmelerinden
uzaktır.
Aline olan Ahmet kendisini Adime kabul etmekle beraber önceki
kimliğine ilişkin gördüğü her bir işaretten ölesiye tiksinir. Çünkü o işaretler
kendisine ilk kimliğini anımsatmaktadır. Adından nefret eder. "Niçin Adime
doğmamışım?" der. Ve fakat bu dediğinin ayrımında değildir. Ahmetlerden
tiksinir. Ahmetlerde bir tek iyi yön, bir tek güzel bir taraf bulamaz.
Kendisini Adime diye sunmakla, anlatmak, ortaya koymakla beraber Ahmetlere ait
en ufacık bir şey bile kendisinin Adime olmadığını göstermekte, anımsatmakta bu
da onu çıldırtmaktadır.
Bu çıldırı içinde olanca gücüyle önceki kimliğine ait ne
varsa saldırmaktan geri durmaz. Hemen her vesile ile önceki kimlik ve
kişiliğine saldırmanın, aşağılamanın yollarını bulur, kendisini rahatlatmaya
çalışır. Önceki kimlik ve kişiliğine ait en ufacık bir olumsuzluğu çirkinliği,
kötülüğü yeryüzündeki bütün iğrençliklerin, kötülüklerin, zulümlerin nedeni
sayar. Kökeni kabul eder. Önceki kimliğine ait değerlerde iyilikler,
güzellikler bulan, gören Adimelere bile kızar. Onlara bile bu yüzden diş biler.
İster ki, herkes, her şey önceki kimliğine ait her şeyi aşağılasın, horlasın ve
hatta yok etsin. Yok edilirse olmak istediği Adime olacağına inanır.
Bu bir tür
çarpılmadır. Çarpılmışlığın kazandırdığı tek şey ise öfke ve hınçtır. İyinin
kötünün ölçütlerine sahip olamayış doğal bir kimliğe bürünemeyiş bu kişiye bir
cehennemde yaşamaktan öte bir şey vermemiştir. Kendisi dışında kalanların da
kendi yaşadığı cehenneme olsun ister.
Aline olmuş kişi her konu, her olay ve olguyu
kişiselleştirerek çözümlemeye çalışır. Dünyayı kendinden, kendi algılayış ve
anlayışından öte bilmez. Kabullenmez. Aline olmuş Ahmet Adimeleri her durumda
aklamaya, adimelerin yapıp ettiklerinde her zaman haklı gerekçeler bulmaya
teşne olduğu kadar önceki kimliğine ait dünyada olup biten en küçük bir
olumsuzluğu bile devasa boyutlara getirip her şeyin tek nedeni görmeye de
teşnedir.
Aline olan Ahmet Adimeler’i cennet bilirken önceki kimliğine
ait dünyayı da cehennem görür. Ve fakat kendisi araftadır. Ve bu da korkunç bir
acı verir kendisine. Bu acıyı da önceki kimliğine ait olana nefretini, kinini, hıncını
kusarak dindirmeye çalışır.
Aline olan Ahmet size küfrederken gerçekte kendine
küfretmektedir. Size saldırırken kendine saldırmaktadır. Öfkesini kusarken
kendisine kusmaktadır. Bu bir tür kendinden öç almaktadır. Adime doğmamış
olmanın öcünü size saldırarak aldığı yanılsamasını yaşamaktadır. Yaşadığı bu
birsam cehennemi bir yaşamın daha derinlerine sürükler.
Ne yazık ki bu
sayrılığın tedavisi de yoktur.
Sizin değerlerinize toptan saldıran bir kişilik görürseniz,
konuları bir şekilde kişiselleştirenle karşılaşırsanız o kişinin aline
olduğundan hareketle kendi haline bırakmanız kendi menfaatinizedir. Hem zaman
açısından hem ruhsal yaşamınız açısından bu böyledir. Cehennemde yaşayan
birinin çığlıklarını izleyecek kadar canavar değilseniz o kişiden uzak durmak
sizin için iyi olandır.
Cemal Çalık, 22.03.2015, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Fikir,