بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim
Bismillahirrahmanirrahim
“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür.
***
Tasavvufçular'ın Evlenmekten Yüz Çevirmeleri
Tasavvufçuların çoğu evlenmeyi kendilerini Allah'a ibadetten ve zikirden alıkoyan bir ayak bağı olarak görür. Onu arzulara karşı mücadele, şehvet ve lezzetleri terk etme çabalarına aykırı dünyevi lezzetlerden biri olarak sayarlar.
İbrahim İbn Edhem, "Kadın bacaklarına alışan kişi felah bulmaz" derdi. Ebu Süleyman ed-Darani de, "Kim evlenirse, dünyaya yönelmiş olur" demiştir. Tasavvufçuların piri olarak adlandırdıkları Cüneyt el-Bağdadî de şöyle diyor: "Yeni başlayan kişinin şu üç şeyle kalbini meşgul etmemesi iyi olur. Aksi halde durumu değişir. Bunlar mal kazanmak, hadis öğrenmek, evlenmektir. Sofunun okuyup yazmaması gerekir. Çünkü bu, himmetini toplamak için daha iyidir."
Bişr İbn el-Hars'a, "Halk senin hakkında konuşuyor" denildiğinde, "Benim için ne diyorlar?" diye sormuş, "Sünneti, yani evlenmeyi terk ediyor, diyorlar" cevabını alınca, "Onlara söyleyin, ben sünnet yerine farzla meşgulüm" demiştir. Fakir (tasavvufçulardan) birine, "Evlen" denilince, "Ben evlenmekten çok, nefsimi boşamaya muhtacım" demiştir.
Tasavvufçular evlenmeyi terk etme konusunda Rasûlullah'a nispet edilen bir hadise dayanırlar. Güya Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "En hayırlınız, iki yüz seneden sonra yükü en hafif olandır." "Bu ne demektir ey Allah'ın resulü? Denilince, "Eşi ve çocuğu olmayan" buyurmuştur." Dayandıkları diğer bir rivayet de şudur: "Ümmetimin hayırlılarının evveli evlenenler, sonuncuları da bekârlardır. Yüz seksen bir yıl geçtikten sonra ümmetimin rahip olmasını helal kıldım."
Dayandıkları başka rivayet de, "Aile fertlerinin azlığı iki bolluktan biri, çokluğu ise iki fakirlikten biridir."
Tasavvufçuların bazıları evlenmeyi terk etmekle yetinmemiş, İbn el-Cevzi'nin dediği gibi cehalette o kadar ileri gitmişlerdir ki kendilerini hadımlaştırmışlardır. Bunu da Allah'a karşı duydukları utanmadan dolayı yaptıklarını söylemişlerdir. Hâlbuki böyle bir şey ahmaklığın zirvesidir. Çünkü yüce Allah erkeği dişiden bu organ ile ayırt etmiş ve bir özellik olarak erkeğe vermiştir. Sonra neslin devamına sebep olması için yaratmıştır. Onun için kendini hadımlaştıran bir insan lisanı hal ile "Allah'ın yaptığının zıddı doğrudur" demektedir. Kaldı ki erkeklik organlarını kesmeleri erkeklik şehvetini gidermemektedir. Böylece istekleri de yerine gelmemiş olmaktadır.
Tasavvufçulardan bazıları kadınlarla evlenmeyi terk ederken bıyıkları terlememiş gençlerle Lut kavminin uygulamasına gitmişlerdir. Komik şeylerden biri de çocuğu "şahit" kinayesiyle anmalarıdır. Yani yüzünün güzelliğiyle Allah'ın kudretine şahitlik etmektedir.
Anlatıldığına göre Ebu Ali es-Sakafi'nin arkadaşları kendisinden çekindikleri için "şahit" kelimesini onun huzurunda kullanmaktan kaçınmışlardır. Onun için yüzü güzel oğlana "hüccet" demeyi tercih ederek güya tevazu göstermişlerdir.
Ama bir gün yolda onunla beraber bulundukları bir sırada karşılarına çıkan güzel yüzlü bir oğlana, Ebu Ali'nin ne manaya geldiğini bilmediğini sanarak, "hüccet" demiş, kendilerine yaklaştığında oğlanın güzel yüzlü olmadığını görünce de Ebu Ali Dahiza (boştur) diyerek ne kastettiklerinin farkında olduğunu sezdirmiştir.
Dr. Zeki Mübarek şöyle der:
"İbn Cabir el-İşbili'nin talebelerinden birinin güzel yüzlü bir oğlana "Allah için bir öpücük ver, açlığımı yatıştır" dediği kaydedilir. Bunun üzerine oğlan onu şeyhe şikâyet eder. Şeyh ona "İstediğini verdin mi?" diye sorunca, oğlan, "Hayır" der. Şeyh ona "Onu bundan mahrum bırakman yetmiyormuş gibi bir de gelip onu şikâyet ediyorsun?" diye terslemiştir. Tasavvufçular bununla da kalmamışlardır. Bazıları güzel yüzü metheden hadisleri uydurarak Rasûlullah'a iftiraya kadar gitmiştir. Mesela "Üç şey gözü aydınlatır. Bunlar yeşile, suya ve güzel yüze bakmaktır" gibi."
Dr. Zeki Mübarek şöyle devam ediyor:
"Bu rahiplik nereden geliyor? Şüphesiz öncelikle Hıristiyanlıktan, sonra da sabiilikten gelmektedir. Hıristiyanlıktaki rahiplik malumdur. Sabiilikte ise, rahip zaman zaman kendini hadımlaştırmaktadır."
Sözün kısası, tasavvufçular evliliğe ruhun hareketini önleyen bir ayak bağı olarak bakmaktadırlar. Evlilikte ve nesilde bulunan ruhsal manalara onlardan nüfuz eden veya aklı eren çok nadirdir. Geçim sıkıntısı çeken evli bir erkeğin önünde şeref ve asaletten hali olmayan cihad kapıları açılır, ahlaki ve ruhi bir tecrübeden de geçmiş olur.
Korkarım ki evlilikten kaçmaları hayatın yükümlülüklerinden ve sorumluluğundan kaçıştır. Hatta sebebinin bundan başka olmadığını da söyleyebiliriz. Allah'a kendini adama ve ibadete çekilme iddiaları birer paravan gibi görünmektedir. Çünkü aile fertleri ve yakınlar için çalışıp çabalamak da Allah'a kendini adamak ve bir ibadettir. Tasavvufçular evlenmekten yüz çevirirken cihaddan da yüz çevirdiklerinin belki farkında bile değildirler. Zira aile fertleri için çalışmak, geçimlerini sağlamak ve İslâmî bir terbiye ile İslâm'ın birer eri gibi yetiştirmek cihadların en büyüklerinden değil midir? Allah'ın himayesine ve gözetmesine sığınarak hayatın sıkıntılarına göğüs germek ve İslâmî bir hayat için devamlı çalışmak en üstün takvalardan değil mi?
Fakat selameti severek veya ibadet için kendini bir tarafa kapatarak evlenmekten yüz çevirmek ancak korkak ve gafillerin işidir. Geçmişte iyi kişilerden birine evlilik teklif edilmiş, ama bir süre bunu reddetmiş, bir gün uykudan uyanınca "Beni evlendirin" demiştir.
Sebebi sorulunca, şöyle demiştir: "Rüyada kıyametin koptuğunu, diğerleri gibi ben de mahşere geldiğimi gördüm. Çok susamıştım. Sanki boynum kopacaktı. Diğerleri de sıkıntı, sıcaklık ve güneşin hareketinden aynı şekildeydi. Biz böyle beklerken bir de baktım ki çocuklar insanlar arasında dolaşıyorlar. Üzerlerinde nurdan mendiller, ellerinde altın ve gümüşten ibrikler, kadehler var. İnsanlara su veriyorlar, kimilerine vermiyor, kimilerini geçiyorlar. Onlardan birine elimi uzattım ve "Ne olur bana da su verin, çok susadım" dedim. Bana "İçimizde senin çocuğun yok, biz sadece babalarımıza su veriyoruz" dedi. Kimsiniz? Dedim. "Biz Müslümanların ölen çocuklarıyız" dedi."
Sonra tasavvufçular evlilikten yüz çevirme ve bekârlığı tercih etmekle bir tek sonuca, soylarının kesilmesi ve yok olmaları sonucuna doğru gidiyorlar. Yine aç ve uyuşuk, zayıf ve gıdasız erkeğin gürbüz ve sağlam bir nesil meydana getirmesi güçtür. Hz. Peygamber'in zayıf çocukları değil, sınır boylarında düşmana karşı nöbet bekleyen ve cihad eden güçlü çocukları tercih ettiğini düşünmemek büyük bir yanlışlıktır. Evlilik doğal bir nizamdır. İnsan türünü korumak ve nesli devam ettirmek için ilahi hikmet bunu gerektirmiştir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok kadınlar ve erkekler üreten Rabbinizden korkun. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde gözetleyicidir." (Nisa Suresi 1)
"(Harp esiri olarak) sahip olduğunuz cariyeleriniz hariç, evli kadınlarla evlenmeniz size haram kılındı. Allah'ın size emri budur. Bunlardan başkasını, namuslu ve zina etmemek üzere mallarınızla istemeniz size helal kılındı. Onlardan faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin..." (Nisa Suresi 24)
"Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi davranışlı olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfü ile onları zenginleştirir. Allah lütfü geniş olan ve her şeyi bilendir." (Nur Suresi 32)
Evlenmekten yüz çevirmeğe yapılan bütün çağrılar Allah'ın kulları için seçtiği ve beğendiği hikmetini iptal etmek ve Rasûlullah'ın sünnetine muhalefetten başka bir şey değildir. Kısaca Hıristiyancı bir çağrıdır. İslâm onunla mücadele etmiş ve evlenmeyi emretmiştir. Evlilikte nefsin huzuru, rahmet ve sevgi olduğunu bildirmiştir.
Yüce Allah buyuruyor:
"Huzur bulmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet meydana getirmesi de O'nun varlığının delillerindendir. Doğrusu, bunda iyi düşünen bir millet için ibretler vardır." (Rum Suresi 21)
Kur'ân-ı Kerim’de evlenmeyi teşvik eden, önemini ve yararlarını anlatan birçok ayeti kerimenin yanında evlilik sonucu meydana gelen aile ve fertleri ve akrabaların miras haklarını düzenleyen bir dizi ayetler bulunmaktadır. Evlilik olmadığı takdirde Kur'ân'da büyük bir yekûn tutan bu kadar ayet ve hüküm anlamsız olmayacak mıdır? Bunlar uygulanmak için gelmemiş midir? Tasavvufçular gibi insanlar evlenmez ve çoluk çocuk sahibi olmazlarsa, bu hükümler ve ayetler ne işe yarayacaktır?
Bunun yanında Hz. Peygamber'in çok evlenme ve evliliği teşvik etme şeklindeki ameli sünneti yanında evliliği öğütleyen ve bundan yüz çevirmenin İslâm nizamına aykırı olduğunu belirten pekçok hadisleri bulunmaktadır. Sürekli oruç tutmayı, devamlı namaz kılmayı ve evlenmemeyi kararlaştıran üç sahabenin durumunu Rasûlullah öğrenir öğrenmez huzuruna çağırdığını ve kendisinin onlardan çok daha fazla Allah'tan korkmasına rağmen oruç tutup iftar ettiğini, namaz kılıp uyuduğunu ve evlendiğini belirterek onların bu tutumlarını tasvip etmediği "Benim sünnetim budur, sünnetimden yüz çeviren benden değildir" dediğini herkes biliyor.
Acaba tasavvufçular evlenmekten yüz çevirmekle Rasûlullah'ın sünnetine ve yoluna karşı nefret ve düşmanlıklarını mı dile getirmek istiyorlar? Bu bidatlerine din süsü vererek sinsi bir şekilde Allah'ın dinini ve Rasûlullah'ın yolunu mu değiştirmeğe çalışıyorlar?
Evlenmeyi teşvik olarak mesela Rasûlullah şöyle buyuruyor:
"Kişi evlenince dininin yarısını tamamlamış olur. Diğer yarısı için de Allah'tan korksun."
"Dünya bir metadır ve en hayırlı metaı salih kadındır."
"Eşini seven ve doğurgan kadınlarla evlenin. Çünkü kıyamet günü ben sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim."
İbn Mesut şöyle diyordu:
"Ömrümden on gün kalsa ve o günlerde kesin olarak öleceğimi bilsem yine evlenirim ve Allah'ın huzuruna bekâr olarak çıkmam."
Evlenmemekte toplum için ne kadar büyük sakıncalar bulunduğu açıktır.
Fıtrî güdülerin köreltilmesi, Allah'ın yarattığı yapının değiştirilmesi, bunun sonucu olarak ruhta meydana gelen hastalıklar ve değişiklikler, toplumda seks güdüsünü tatmin için başvurulacak anormal ve yasal yollarla toplumda fesadın yayılması, neslin azalması, ümmetin zayıflaması ve insanlar arasında ilişkilerin bozulması kaçınılmazdır.
Hâlbuki İslâm insanların maddi ve manevi yapılarını ıslah etmek ve hem dünyada, hem ahirette mutlu bir toplum olarak yaşamalarını sağlamayı amaçlamaktadır.
Puran Tilmiz, 27.03.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü