"Şimdilerde ise
herkes hısım-akrabasından uzağa kaçıyor; halbuki böyle yapa yapa herkes yalnız
kalıyor, kimsenin haberi yok."
İnsana hısım-akraba
lâzım, insan yalnız olmaz. Allah insanı aile efradı ile yaratmıştır, insan
insanı doğurtur, onu gömer; onun hastalığına şifa arar, sıkıntısına derman
olur. Velhasıl yalnızlık Allah'a mahsustur, bunu bilmek insanı hem Allah'a hem
insana muhtaç kılmış olan Allah'ı hakkı ile bilmenin yollarını açar. Fakat
hısım-akraba dedin mi orada durmak da lâzım.
Sene 70'te, baktım
köyde artık bize rahat yok buradan da gideceğiz. Hısım-akraba rahat vermedi, memleketimizden çıktık, geldik bu köye yerleştik, rızkımızın, huzurumuzun peşinde çalıştık, durduk. Fakat işte
insanoğlu, rahat durmuyor. Bizim hanımın akrabaları da memleketten çıkıp
gelmişler bizim köye, Mihmandar'a, burada yerleşecekler; fakat gel gör ki,
köyde benden başka doğulu yok, köylü ne ev veriyor kiralık ne de satıyor. Hepsi
yörük. Bana da mülk satmıyorlar, hasbelkader kiralık, topraktan, yağmurda damı akan bir ev vermişler
oturuyoruz. Bir avluda birkaç hane var, çoluk çocuk herkes bir arada.
O aralar bizim
çocuklar çoğalmış, üç kızımız var bir de arkalarından ilk oğlumuz doğmuş, daha
kundakta. Benim keyfim yerinde, param da var, işim de rast gidiyor, Allah'a
hamdolsun. Su zamanı tarla sulardım, diğer vakitlerde at arabamla köy köy
dolaşır sebze satardım. İşleri ilerletmiştim. Portakal, mandalina bahçelerinin
ürününü toptan alır, sergiyle, at arabasıyla satardım. Karpuz zamanı da karpuz
alır sergide satardım.
Bizim kızlar Zazaca
bilmezlerdi, köyde Zazaca bilen bir anam vardı bir de hanım. Çocuklar köylünün
çocukları ile oynarlardı. Türkçe'yi öyle bilirlerdi, Zazaca'ya da 'Irgat Dili'
derlerdi. Anam da ırgatlık ederdi, doğudan gelip çadırlarda kalan
memleketlilerimiz de gelince ırgat hepten Zazaca konuşurdu.
O yüzden yörükten
olmazdı ırgat, Zaza'dan, Kürt'den olurdu. Köylü de ırgata, doğuluya ne ev satardı ne de
arazi. Öyle kötü bir huyu vardı ahalinin. Nitekim şu sıralar oralardaki
arazilerin neredeyse tamamı doğuluların mülkiyetinde... Köyde yörük kalmadı,
hepsi satıp gittiler.
Bizim hanımın
akrabaları bana geldiler, büyüklerden amcaları Osman, "Köylü ev satmıyor
da kiralamıyor da, senin itibarın var, sen aracı olsan da biz buraya
yerleşsek" dedi. Neyse sorduk soruşturduk, konuştuk, bana, "Sen kefil
olursan veririz" dediler. Öylece geldiler birkaç ev Mihmandar'a
yerleştiler. Ben de anam, hanım yalnız kalmaz, başımız ağrırsa eş dost var,
diye az rahatlamıştım, heyhat...
Bir gün karpuz sergisi
açmışım asfaltın kenarında, vilayetle kaza arasında gider gelirdi vasıtalar,
işim iyi olurdu. O aralar paramız da var, suyunu suladığım bahçe sahibinin kimi
kimsesi yok, anlaşmışız; bahçeyi bana satacak. Bizim hanımın akrabalarından
Osman, çıktı geldi sergiye. Bana, "Biz varken sen nasıl sergi açarsın, biz
açacağız" dedi. Ben öyle kaldım.
Kara kara düşünüyorum.
Köyden hısım-akraba yüzünden çıkıp gelmişim, birbirimizi vurmayalım diye. O
zaman bir kızım var; birbirimizi vuracağız, birimiz hapse birimiz mezara
girecek, her hâlükârda anam, hanım, kızım üç eksik etek meydanda kalacak demiş, bir iğne bile almadan köyümü terk etmişim. Şimdi kefil olduğum başka bir
akrabamız, gelmiş bana böyle söylüyor.
Takmam takmam da bu sefer üç eksik etek, olmuş beş, bir de kundakta oğlum var. İnsanın eli-kolu bağlanıyor. Baktım ki;
senelerdir kurduğum düzeni hasetlerinden bozacaklar, karar verdim bu köyde de
rızkımız kalmadı artık, buradan da gideceğim.
O vakitler Kadir Ağa
var, at arabasıyla sebze-meyve satarken tanışıp dost olduğumuz Kılavır Köyü'nden, Adana Kale Kapısı'nda üç
katlı bir apartıman yapıyordu. Benim de çoktandır aklımda bir dükkan işi vardı.
Konuştuk anlaştık, dükkanlardan birini bana kiraya verecek. Ulucamii de yakın; tam kafama göre. İçimden geçmiş senelerce, bir dükkanım olsun camiye yakın, beş
vakit namazımı orada kılayım.
Gel zaman git zaman, bir gün Kadir Ağa geldi,dedi: "İnşaat bitti, gel dükkanını aç." Ben sergiden vazgeçmiştim gayri.
Osman Ağa sergi açmış yol kenarına, oğulları ile para kazanıyor. Köyden gitmeyi
kafama koyunca Bahçe işi de öylece kalmıştı. Mihmandar Osman Ağa'ya da yâr
olmadı sonra, beş-altı sene ya kaldı ya kalmadı, huysuzluğundan köyde barınamadı.
Hamdolsun, dükkanı
açtık. Bir sene dükkanda yattım kalktım, ancak haftada bir pazar günü köye
gider, ertesi sabah otobüsü ile erkenden geri dönerdim. Baktım olmayacak,
Köprülü tarafından bir arsa aldım. Kervan geçmez bir yer, bir tanıdığımızın bir
evi var, birkaç tane de Bulgaristan'dan
mübadele ile gelmiş göçmen evi. Arsayı da o tanıdığımız bulmuştu. Cemal
Paşa'dan alacaktım arsayı, ama anam, "Kimseyi tanımayız, etmeyiz," diye
vazgeçirmişti bizi. Çok sonra, Cemal Paşa'daki evler de arsalarda epey para
etti, lâkin kısmetimiz buraya imiş...
Bir oda bir mutfak
yaptırdık, o zamanın parasıyla iyi masraf ettik. Sene 71; her şey ateş parası,
ama işlerimiz iyi şükür. Bir de bahçemiz var etrafını tahta çitle çevirdiğim.
Bir evimiz olmuştu nihayet, ev sahibi
kahrı çekmeyecektik. Dükkanı açtıktan bir sene sonra evi köyden şehre taşıdım.
Bir senelik askerlik bitmişti.
Ben yine rahat
durmadım; hanımın en küçük abisi de köyden çıkıp gelmişti, bitişiğimizdeki
gecekonduyu da ona aldırdım, bir iki derken etrafımızda ne kadar tarladan bozma
arsa varsa hepsini hısım-akraba ile doldurdum. Diyeceksiniz rahat ettin mi?
Nerede? Allah niyetimizdeki ihlasa kıymet verir inşaallah.
Dedik, herkes kafasını
sokacak bir dama sahip olsun, işe giderken kafası rahat etsin. Bir evde erkek
yoksa başka evde muhakkak bir erkek olur, herkes birbirine destek olur, bu
gurbet elde kimse sahipsizlik çekmez.
Sen öyle hesap edersin de işler öyle
yürümez. Birkaç kuşak yukarıdan Emmioğullarından İbrahim'e bir taksi aldırdım,
akşama kadar dükkanın önünde müşteri bekler, gelen giden olursa işe çıkardı,
işleri de iyiydi, bizim dükkan çalışırdı elhamdülillah, semt de oraların lüks
semti sayılırdı vaktine göre.
Bu kadar sene olmuş,
acı -tatlı geçen sene. Dile kolay, gençtik o zamanlar şimdi ise akranları tek
tek ahirete intikal eden bir ihtiyar. Hısım-akraba dedim, hiçbirine yaptığım
iyilikten karşılık beklemedim, iyi de olsa kötü de olsa akrabadır, hısımdır
dedim; öyledir de. Senle ne kadar kötü olsa da namusuna o varken kimse kem
gözle bakamaz, sen evde yoksan gözün arkada kalmaz.
Şimdilerde ise herkes
hısım-akrabasından uzağa kaçıyor; halbuki böyle yapa yapa herkes yalnız
kalıyor, kimsenin haberi yok. Herkes acısını da, mutluluğunu da kendi başına
yaşıyor. Şükür hâlâ var birbirine giden gelen; bayramda, düğünde, cenazede.
Heyhat ki, haset eksilmiyor insanoğlunun kalbinden.
Kaldık, kaldık;
yaptırdığımız o evden de çıkıp gitmek mecburiyetinde kalmadık şükür.
Huzursuzluk olsa da kimi zaman ocağından kopup gelen herkes ekmek derdi ile
kıymetini bildi sahip olduğu nimetlerin.
Namus da başka bir şey
oldu bu devirde, ahlak da. Fakat müslüman umutsuz olmaz, müslümanın Allah'ı
vardır, ona tevekkül eder. Neslimizi haya ile terbiye etmemiz lâzım,
helal-haramı iyi belletmemiz lâzım. Hısım-akrabaya iyilik yapmayı, sonrasında pişman olsa
da, bundan vazgeçmemeyi öğretmemiz lazım. yalnızlık insana mahsus değildir,
insan zavallıdır, zengin de olsa cenaze namazını kılacak insana muhtaçtır.
Hısım-akraba rahmettir, berekettir; kıymetini bilmek lâzım.
Allah çocuk
çocuğumuza, aile efrâdımıza, hısım-akrabamıza ve tüm müslümanlara ve iyi insanlara sıhhat,
selamet ve sebat versin, duam budur; dünya malı geçicidir.
Piro
Zaza, Sonsuz Ark, 29.03.2015