Sonsuz Ark'ın Notu:
İsrail'e ve İsrail ile birlikte ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya, Çin, Suudi Hanedanı ve Katar dışındaki Körfez Emirlikleri'nin birlikte çalışmasıyla kan gölüne dönen Orta Doğu'ya dair neocon bir perspektifle yapılan aşağıdaki çeviri (analiz), İsrail, Türkiye ve Orta Doğu'ya yönelik gelecek projeksiyonları için önemli neocon ipuçları içermektedir.
Seçkin Deniz, 30.03.2015
Yeni Bir Stratejik Ortam
Kuruluşunun ilk elli senesinde İsrail’in temel ulusal güvenlik endişesi konvansiyonel savaştı: Konvansiyonel savaşlara karşı caydırma, riski minimize etme ve kazanma.
Günümüzde ve öngörülebilir gelecekte İsrail konvansiyonel bir savaş tehdidiyle karşı karşıya değildir. Mısır ve Ürdün ile barış halindedir, Suriye ve Irak orduları yerel gelişmeler ve 2003’te Amerika’nın Irak işgali nedeniyle büyük darbe almıştır. Fakat konvansiyonel tehdidin yerine üst ve alt konvansiyonel seviyedeki çatışmalar geçmiştir. Üst-konvansiyonel tehdit iki katmanlıdır.
Tehditlerden biri İran’ın nükleer silah üretimidir. Diplomatik ve gizli girişimlerin yanı sıra İran’ın nükleer projelerini durdurmak için askeri müdahale tehdidi 2009’dan beri başbakan Netanyahu’nun ulusal güvenlik ve dış ilişkilerine yön veren unsurlar olmuştur. İsrail, Irak (1981) ve Suriye’nin (2007) nükleer silah arayışlarını durdurmada başarılı olmuş olsa da İran’ın nükleer projesi ile başa çıkmak çok daha çetin bir mücadeleyi gerektirmektedir.
Büyük ölçüde 2012-2013 senelerinde ortaya çıkan İsrail’in askeri anlamda harekete geçme tehdidi, İran ve P5+1 (BM’nin daimi beş üyesi-ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya-ilaveten Almanya) arasında gerçekleşen geçici anlaşmanın gölgesinde kalmıştır. Suudi Arabistan ve diğer bölgesel aktörler gibi İsrail’de geçici anlaşmanın tatmin edici nihai bir anlaşmayla sonlanmasına kuşku ile bakıyor ve süreci dikkatle takip ediyordu.
İsrail’in İran’ı kırılma noktasından nispeten güvenli bir mesafede tutma yönündeki beklentisinin karşılanacak olması şüphelidir. İsrail, orta yollu bir çözüme karşı gelebilir. Fakat müzakerelerin tamamen başarısızlıkla veya açık bir şekilde tatminden uzak bir anlaşma ile sonuçlanması, özellikle de Mart ayında yapılacak seçimlerden sonra tamamen sağ-kanat ağırlıklı bir hükümetin oluşması durumunda, İsrail’in askeri tehdit kartını yeniden ileri sürmesine neden olabilir.
Üst-konvansiyonel seviyedeki diğer bir tehdit ise “yüksek yörüngeli ateş” silahlarının (füze ve roketler) komşu veya uzak düşman ülkeler tarafından kullanıma sokulmasıdır. İran kayda değer miktarda orta menzilli füzeye sahiptir ve Suriye’nin silahları iç savaştan zarar görmüş olsa da tamamen ortadan kalkmış değildir; bununla birlikte bu yeni boyutta İsrail’in öncelikli olarak mücadele etmesi gereken unsurlar, geçmişte çatışmalar yaşadığı ve gelecekte de potansiyel çatışmalar yaşama ihtimali bulunan Hizbullah ve Hamas’tır.
1970’lerde Lübnan’dan ve 2000’lerde Gazze’den gelen kısa menzilli roketlerle yapılan tacizler, stratejik bir tehdit haline gelmiştir. İsrail ve Hizbullah arasında 2006 senesinde yaşanan savaş ve Hamas’la gerçekleşen üç küçük savaş (veya mini savaşlar) İsrail’in şehirlerine ve alt yapısına yönelen füze tehdidindeki yükselişi ve bu tehdidin bertaraf edilmesindeki zorluğu ortaya çıkarmıştır.
Hizbullah ve Hamas’ın füzeleri alt-konvansiyonel çatışma ile derinden bağlantılıdır. İsrail’in bu organizasyonlarla askeri angajmanları pek çok açıdan asimetrik çatışmanın bir formunu oluşturmaktadır-bu, konvansiyonel bir ordu ile devlet dışı bir aktör arasındaki çatışmadır. Düzenli bir ordunun bu tür bir çatışmadan kesin bir zaferle ayrılması son derece zordur.
Bununla birlikte Hizbullah ve Hamas tam anlamıyla devlet-dışı aktörler değildir ve İsrail’e karşı caydırıcı güç anlamında veya savaş durumunda uluslararası kamuoyunun İsrail aleyhine dönmesini sağlamak ve meşruiyeti aleyhine oluşacak zararı artıracak noktaya kadar İsrail’i operasyonları şiddetlendirmeye zorlamak kastıyla roket ve füzeleri kullanabilirler. Bu yüzden de alt ve üst-konvansiyonel seviyedeki tehditlerin birleşimine nadir bir örnek teşkil etmektedirler.
Hizbullah ve Hamas’ın askeri yetenekleri aynı zamanda İran’ın bölgeye yönelik hırs ve politikalarının bir yan ürünüdür. Hizbullah’ın Lübnan’daki politik üstünlüğe yönelik yükselişi İran’ın İslam devrimini ihracı anlamında sağladığı tek büyük başarıdır. Fakat devrim ihraç etme ve önemli ölçüde bir Şii seçim mahalli elde etmenin ötesinde Lübnan’daki Hizbullah’a (ve farklı şekilde Gazze’deki Hamas’a) sağlanan destek, daha fazla İran menfaatlerine hizmet etmektedir: Aslında bu grupları desteklemek İran’a kendisini Orta Doğu bölgesinin doğu sınırından bölgenin merkezine, Akdeniz’e ve İsrail’in kuzey ve güney sınırlarına atmasına olanak sağlamıştır.
Hizbullah’ın sahip olduğu silahlar aynı zamanda İsrail’in İran’ın nükleer tesislerine yönelik saldırılarına karşı caydırıcı bir unsur işlevi üslenmektedir. Hamas ve Hizbullah’tan İsrail’e yönelik tehdit, nükleer güce sahip bir İran’la karşılaştırıldığında zayıf kalsa da İsrail’in ulusal güvenlik kurumları tarafından ciddiye alınmaktadır.
İran’ın Hamas’a ve Filistin İslami Cihad’ına verdiği destek İsrail-Filistin meselesinde önemli bir faktör haline gelmiştir (Türkiye’nin Hamas’a sağlamış olduğu diplomatik desteğin İran’ın askeri desteği yanında daha az önem arz ettiği dikkate alınmalıdır). İran ve Suriye tarafından Hamas’a sağlanan destek, Suriye’de çıkan iç savaş nedeniyle olumsuz etkilenmiş olsa da tamamen ortadan kalkmamıştır.
Bu yüzden İsrailli liderler ve ulusal güvenlik kurumları 2015’te gerçekleşebilecek bir çatışmayı değerlendirirken gerçekleşme olasılığı en yüksek üç muhtemel senaryo üzerinde çalışmaktadırlar; Gazze’de Hamas ile gerçekleşebilecek yeni bir çatışma, Hizbullah ile ikinci büyük bir çatışma ve Filistin Yönetimi ile diplomatik ilişkilerin askeri bir çatışmaya dönüşme ihtimali.
Mahmud Abbas, Filistin Yönetimi lideri olarak daha önce olduğu gibi silahlı bir çatışmaya karşı muhalefetini sürdürmektedir. Bu noktada diplomatik ve yasal baskının ve tek devletli çözüm tehdidinin yeteri kadar güçlü silahlar olduğuna inanmaktadır. Fakat Abbas kendi hareketi veya Filistin Yönetimi üzerinde tam bir hâkimiyet sahibi değildir, Batı Şeria’da popüler bir kişi de değildir ve Hamas’ın askeri bir çatışmaya girmesine engel olma imkânı da kesinlikle yoktur. Bu yüzden Hamas veya Fetih’le bağlantılı gruplar tarafından yeni bir direniş veya İsrail’e karşı silahlı bir mücadele başlama kararının alınması ihtimali, politik açmazların devam ettiği ve genel baskının arttığı şu ortamda gittikçe büyümektedir.
ITAMAR RABINOVICH, Middle Esat Memo, Sayı 34, Ocak 2015
<<Bir Neocon- Brookings Analizi: İsrail ve Değişen Orta Doğu I
Bir Neocon- Brookings Analizi: İsrail ve Değişen Orta Doğu III>>
Tamer Güner, 30.03.2015, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri
Metnin Orijinali: