Sonsuz Ark'ın Notu:
İsrail'e ve İsrail ile birlikte ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya, Çin, Suudi Hanedanı ve Katar dışındaki Körfez Emirlikleri'nin birlikte çalışmasıyla kan gölüne dönen Orta Doğu'ya dair neocon bir perspektifle yapılan aşağıdaki çeviri (analiz), İsrail, Türkiye ve Orta Doğu'ya yönelik gelecek projeksiyonları için önemli neocon ipuçları içermektedir.
Seçkin Deniz, 15.04.2015
İsrail'in şu anda bölgesel anlamda dış ilişkilerini ve ulusal güvenlik politikalarını şekillendirme noktasındaki seçimleri açık ve sınırlıdır. Bölgesel politikaları şekillendiren dört eksenden üçünün tutumları açık bir şekilde düşmanca veya ona yakındır. İran, müttefikleri ve maiyetleri söz konusu olduğunda durum tam da bu şekildedir.
Ayrıca İsrail ve Türkiye arasındaki ilişkilerde de önemli bir gelişme ihtimali bulunmamaktadır. Erdoğan, ekonomik ve ticari ilişkilerin kurulmasından yana olsa da diplomatik bir normalleşme ile ilgilenmemektedir, sadece stratejik ilişkilerde bir tamir söz konusu olabilir. Bu şartlar altında, İsrail gazının Türkiye üzerinden ihraç edilme ihtimali belirsizliğini korumaktadır ve Türkiye düşman olmasa bile İsrail’e karşı eleştirel ve bölgesel muhalif tavrını koruyacağa benzemektedir.
Suud ve Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi (KİK) baskısı altında bulunan Katar, Mısır’da bulunan Müslüman Kardeşler Teşkilatı'na olan desteğini azaltmış olsa da, bu baskının Hamas’a destek noktasında nasıl bir etki oluşturacağı belirsizdir. İsrail muhtemelen Katar’a karşı ikircikli tavrını devam ettirecektir; Hamas’a desteğinden dolayı endişelenirken, İsrail'le önemli bir bölgesel aktör olarak biraz da olsa normalleşme sağlayan bir ülke olan Katar ile köprüleri açık tutmak isteyecektir.
İsrail, ılımlı/muhafazakâr devletler olan Suudi Arabistan ve körfezdeki müttefikleri, Mısır, Ürdün, Fas ve Cezayir ile ilişkilerini geliştirme arayışı içerisindedir. İsrail, Suudi Arabistan ile birlikte İran’ın nükleer programına ve bölgesel hegemonya arayışına karşı sıkı bir muhalefet sergilemekte, Washington’un Orta Doğu politikasına karşı ihtiyatla yaklaşmakta ve cihatçı akımların bölgesel politikalardaki yükselişinden endişe duymaktadır.
İsrail ve Mısır, Sina Yarımadası ve Gazze’de ortak menfaatlere sahiptir, bölgeye ve bölgeye yönelik Amerikan politikalarına bakış açıları da aynıdır. İsrail ve Ürdün, gizli ve etkin bir güvenlik işbirliği içerisindedir ve Ürdün, IŞİD veya Suriye’den gelecek büyük bir tehdit karşısında İsrail güvenlik ağına güvenebileceğini düşünmektedir.
Filistin meselesinde de İsrail ve Ürdün kurnazca bir işbirliği sergilemektedir. Ürdün, bir Filistin devleti kurulması yönünde müzakerelerin tamamlanması için İsrail’e baskı yapıyor gözükürken, önüne set çektiği Filistin milliyetçiliğinden kaynaklanan maliyetin İsrail tarafından ödenmesini ummaktadır.
Mısır gibi Ürdün de dolaylı yoldan İsrail doğal gazını satın almaya karar vermiştir ve su kaynakları açısından da İsrail’e bağımlıdır. İsrail gazını satın alarak İsraille ekonomik işbirliği yaptıkları için hem Ürdün hem de Mısır halkı hoşnut değildir. Bu yöndeki eleştiriler İsrail'le ilişkilerin normalleşmesi ve enerji bakımından İsrail’e bağımlı hale gelme noktasında yoğunlaşmaktadır.
İsrail'le ilişkilerin normalleşmesine yönelik tartışmalar, 1990’larda barış süreci zirvedeyken bile mevcuttu ve bu konudaki ihtilaflar barış sürecinin sekteye uğramasıyla daha da arttı. Buna rağmen her iki ülke için de ucuz ve güvenilir enerji elde etme ihtiyacı İsraille işbirliğinden kaynaklanacak politik maliyetlerden daha ağır basmaktadır.
Arap Baharı, Büyük Çözülme ve IŞİD'in Yükselişi
Son beş yıl içinde Orta Doğu’da yaşanan politik değişimdeki tempo ve yoğunluk, istikrarsızlığı ile tanınan bir bölge için bile oldukça istisnai bir durum. 2010 ve 2011 sonlarında Arap Baharı ile gün yüzüne çıkan yüksek beklentiler, Büyük Çözülme’den kaynaklanan acı gerçeklerle yer değiştirdi.
Büyük Çözülme; Suriye iç savaşı, Irak Devleti'nin parçalanması, Lübnan’da yaşanan kalıcı istikrarsızlık, Yemen ve Libya’daki anarşi ve IŞİD’in ortaya çıkışı ile belirgin hale gelen bir döneme işaret etmek için yaygın olarak kullanılan bir terimdir. Bu uygun ortama karşılık İsrail’in tutumu sınırlı ve pasif olmuştur.
İsrail’in Arap Baharı kapsamında yapabileceği fazla bir şey yoktu. Barış anlaşması yaptığı Mısır ve Ürdün rejimlerinin refahı açık bir şekilde İsrail’in menfaatineydi. Daha ötesi ılımlı/muhafazakâr rejimlerin istikrarı İsrail’in lehineydi fakat İsrail bu rejimleri sınırlı anlamda destekleyebilmiştir.
İsrail’de, Orta Doğu’daki statüsko yanlısı sağ-kanat ile bölgede demokratik değişimi savunan libarel görüş arasında akademik bir tartışma ortamı oluşmuştur. Liberal görüş yanlıları uzun vadede demokratik değişimin İsrail ile barışçıl ilişkiler için anahtar rol oynadığını düşünmektedir.
Bugün İsrail’in karşı karşıya kaldığı en önemli politik ikilem Suriye krizi ile alakalıdır. Güçlü bir askeri rakip, kesintili barış müzakerelerine katkı sağlayan bir devlet olan Suriye, uzun ve korkunç derecede yıkıcı bir iç savaşa sürüklenmiş ve bölgesel ve uluslararası rakiplerin vasiyet savaşlarının sahnesi haline gelmiştir.
Bu şartlar altında İsrail için önemli bazı ihtimaller söz konusudur: Bir devlet olarak Suriye’nin geleceği, Suriye’nin küçük devletlere parçalanma ihtimali ve İslamcı bir yönetimden kaynaklanacak tehlikeler, İran ve Hizbullah’ın Lübnan’daki pozisyonlarının yansımaları; Suriye’nin sahip olduğu ileri silah sistemleri ve kitlesel imha silahları konusunda yapılacak düzenlemeler ve son olarak Rusya, İran, Esed rejimi ve Hizbullah ekseninin zafer kazanma ihtimali.
İsrail’in politika ve ulusal güvenlik topluluklarında, bahsedilen sorunlarla başa çıkma noktasında iki farklı ekol bulunmaktadır. Birincisi ”tanıdığımız şeytan” ekolüdür ve tüm kusur ve eksikliklerine rağmen Esed’in gücünü korumasının İsrail için tercih edilebilir bir seçenek olduğunu savunmaktadır.
Bu ekol aksi bir durumda ya kaos ortamı oluşacağını ya da İslamcı/Cihatcı’ların başa geçeceğini veya bunların her ikisinin birden gerçekleşebileceğini düşünmektedir. Diğer ekol ise Esed’in yönetimde kalması durumunda İsrail’in kuzey sınırlarında tehlikeli bir İran-Suriye-Hizbullah koalisyonu ile karşı karşıya kalacağını, Esed’in düşmesi halinde ise İran’ın bölgesel politikalarının bozguna uğrayacağını ve buna bağlı olarak Hizbullah’ın Lübnan’daki varlığına karşı ilk adımın gerçekleşeceğini düşünmektedir.
Esed rejiminin bozguna uğramak üzere olduğu 2012-2013 senelerinde İsrail’de bazı kesimler tarafından Suriye’nin parçalanarak, sahil kesiminde bir Alevi devletinin, doğu tarafında ise otonom bir Kürt yönetiminin oluşma ihitmali tartışılmış olsa da bu spekülasyonlar ciddi bir politik planlamaya hiçbir zaman dâhil olmamıştır.
Bu iki ekolü savunan taraflarca ortaya koyulan argümanlar ne olursa olsun İsrail’in Suriye krizine karşı takındığı tutum ihtiyatlı ve sınırlı olmuştur. Ilımlı ve seküler muhaliflere destek sağlanması ciddi anlamda düşünülmemiştir. Diğer yandan çoğu muhalif grup, İsrail bağlantısının kendi meşruiyetlerine zarar vereceğini düşünerek bu tür bir desteği istememektedir.
Bunun yerine İsrail, tıbbi ve insani yardım önerisinde bulunmuş, gelişmiş silah sistemlerinin Hizbullah’a geçişine birkaç kez engel olmuş ve Golan Tepelerine yönelik saldırılara karşılık misillemede bulunmuştur.
Fakat ironik bir şekilde Suriye’nin komşuları arasında durumdan en az etkilenen ve iç savaşa en az dâhil olan taraf İsrail’dir. Bununla birlikte şunu belirmekte fayda var, devletlerarası ilişkilerin beklenmedik bir şekilde değişerek İsrail’in Suriye’deki çatışma nedeniyle bir ulusal güvenlik krizi ile karşı karşıya kalması da muhtemeldir. Bu ihtimal birkaç şekilde gerçekleşebilir; Esed rejimi, Hizbullah’a silah sistemlerinin geçişinin İsrail tarafından bir kez daha engellenmesine misilleme yapma kararı alabilir; Cihatçı gruplar ülkenin büyük bir kısmını ele geçirerek silahlarını İsrail’e doğrultabilir veya şu anda işaretleri görüldüğü üzere Hizbullah, Golan Tepelerinin Suriye tarafında kalan kısmından İsrail’e operasyon yapma kararı alabilir.
İsrail Hizbullah’ın elindeki silahlardan endişe duymaktadır ve Lübnan siyasetinde gerçekleşecek temel bir değişimden memnuniyet duyacaktır. Hizbullah’ın Suriye iç savaşına dâhil olması Lübnan’daki pozisyonunu zayıflatmış ve Sünni-Şii gerilimi şiddetlenmiştir.
Lübnan ayrıca kendi sınırları içindeki büyük sayılara varan Suriyeli göçmen hareketinden de etkilenmiştir. Fakat Lübnan siyasetinde ortaya çıkan değişkenlikten İsrail'in çıkarı ne olursa olsun İsrail, Lübnan’ın iç politikasından uzak durmayı tercih ederek dikkatini Hizbullah’ın askeri gücüne ve sınırdaki hareketine yöneltmiştir.
İsrail doğal olarak Irak’ın geleceği ve parçalanma süreci ile ilgilense de bu ilgi yakın komşularının geleceğine yönelik olan kadar yoğun değildir. Irak bağlamında İsrail için en önemli nokta Kürtlerin bağımsızlığıdır.
Irak Kürtleri ABD’nin 2003 Irak işgali sonrasında ortaya çıkan gelişmelerden yararlanmış ve bu durum IŞİD’in 2014 Haziran’ında Irak’a girmesiyle en üst seviyeye çıkmıştır. Şu anda Irak Kürtleri, eskisinden daha fazla bölge ve petrolü kontrol altında tutmakta ve Bağdat karşısında daha güçlü bir pozisyonda bulunmaktadır.
Tam otonom bir yönetimden bağımsızlığa ve devlet haline geçişin Irak Kürtleri için cazibesi ortadadır ancak bağımsızlık ihtimali, ABD ve Türkiye muhalefeti nedeniyle azalmaktadır. ABD, Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasından yanadır, işgal ve geri çekilmenin ardından geride hezimete uğramış bir Irak bırakmanın utancı ile yüzleşmek istememektedir. Türkiye ise sınırında bağımsız bir Kürt devleti kurulmasına ve bunun kendi Kürt vatandaşları üzerindeki muhtemel etkisine ölümcül bir tehlike olarak bakmaktadır.
Suriye’deki Kürtlerin otonom bir yönetime sahip olması Irak’taki gelişmeleri de etkilemektedir. Yıllardan beri Türk devletine karşı savaşan askeri Kürt organizasyonu PKK’nın, Suriye Kürtleri arasında bulunan unsurları da Türkiye’nin endişelerini artırmaktadır. Irak Kürt yönetimi, hâlihazırda Türkiye ile arasındaki iyi ilişkilerin ve Türk toprakları üzerinden petrol akışının, tam otonomi ve bağımsızlık arasında bulunan eşiğin aşılması halinde sona ereceğini çok iyi bilmektedir. Kürt devletinin kurulma ihtimali aşikar bir şekilde İsrail’in menfaatinedir.
İsrail ve Irak Kürtleri arasında tarihi bir bağlantı bulunmaktadır. İsrail 1970’lerde Irak’ta bulunan Kürt isyancıları eğitmiş ve onlara destek sağlamış, Irak ordusunun kendisine karşı kurulan ve Doğu Cephesi olarak adlandırılan Arap oluşumuna katılmasına bu şekilde engel olmayı hedeflemiştir.
Bu işbirliğine Şah dönemi İran’ı ve İsrail tarafından son verilmiş ve bu durum Kürtleri darıltmış olsa da İsrail ve Kürtler hala birbirlerini potansiyel ortak olarak görmektedir. Orta Doğu’da bulunan Arap olmayan unsurlarla ittifak arayışı Siyonist düşüncenin ve İsrail politikasının geleneksel bir bileşeni olmuştur, Irak’ta ve muhtemelen Suriye’de kurulacak Kürt devletinin İsrail’e olumlu stratejik çıkarımları olacaktır.
Bununla birlikte, başbakan Netanyahu Kürt bağımsızlığına desteğini ifade etmiş ve İsrail, Irak Kürdistanı’ndan petrol satın almış olsa da Kürt yönetimi gibi İsrail de bu mayın tarlasında son derece dikkatli hareket etmektedir.
İsrail, topraklarında önemli miktarda cihatçı unsurlar bulunan veya doğrudan doğruya cihatçı gruplar tarafından tehdit edilen bazı Orta Doğu ülkeleri ile karşılaştırıldığında ironik bir şekilde cihatçılardan kendisine yönelik daha az tehdit hissetmektedir. Oysa bu durum yanıltıcıdır; İsrail’in can düşmanı olan el-Kaide ve IŞİD gibi gruplar zaman zaman İsrail ve hedeflerine yönelik eylemlerde bulunmuş ve bundan sonra da dikkat ve eylemlerini İsrail’e yöneltecek gibi görünmektedirler. Bu aşamada bilinçli bir politik karar alan bu gruplar, ilk önce “mürtet” olarak gördükleri Arap rejimleri ve onların Batılı müttefiklerine yönelmişlerdir; “İlk önce Şam sonra Kudüs” benzeri sloganlar onların uzun vadedeki gerçek niyetlerini ortaya koymaktadır.
Irak’ta IŞİD’e karşı verilen mücadele ABD ve İran arasında kısmen bir ittifak oluşumu sağlamıştır. Suudi Arabistan ve bölgedeki diğer ilgili taraflar gibi İsrail bu gelişimi kaygıyla izlemektedir. İsrail ve diğer ilgili taraflar, İran ve ABD yetkilileri arasında İran nükleer meselesi ile alakalı geçici anlaşma maddeleri müzakere edilirken, sadece nükleere ilişkin konular değil, İran’ın bölgesel pozisyonu ve politikaları hakkında da müzakereler gerçekleştirildiğinden şüphelenmektedir.
İsrail açısından, İran siyasetini ılımlı hale getirecek ve Suriye ile Lübnan’daki politikalarını değiştirecek bir anlaşmanın İran ve ABD arasında gerçekleşmesi muhtemelen olumlu bir gelişme anlamına gelebilir. Fakat Obama yönetimine ve Orta Doğu politikalarına şüpheyle yaklaşan şu anki İsrail hükümeti, tavizlerin Tahran’dan değil Washington’dan geleceği yönünde endişeler taşımaktadır.
İsrail özellikle, İran’ın nükleer malzeme edinme süresindeki uzatımın yeterli olmayacağını ve izleme düzenlemelerinin İran’ın gizli bir şekilde nükleer zenginleştirme ve silah yapmasını engelleyemeyeceğinden endişelenmektedir. Bu endişelelerin gerçekleşmesi İsrail’in bölgesel isteklerini kamçılayarak Körfez’de ve Suriye-Lübnan sınırında daha agresif bir politika izlemesine neden olacaktır. Dahası böyle bir durumda bazı Arap devletleri Washington’a güvenilemeyeceği sonucuna vararak Tahran ile kendi başlarına anlaşma yoluna gideceklerdir.
SONUÇ
İsrail Mart 2015 seçimlerinin İsrail’in Filistin meselesi ve Arap dünyasına yönelik politikalar açısından belirleyici bir etkisi olacaktır. Yeni kurulacak İsrail hükümeti, Filistin Yönetimi ile müzakerelere devam etmeli midir; yeni hükümet müzakereleri büyük bir ihtimalle Arap dünyasının da içinde yer aldığı daha geniş bir kapsamda ele alma yoluna gidecektir. Filistinliler yerine Arap devletleri ile anlaşmanın daha kolay olduğu görüşü İsrail politikasının geleneksel bir düsturudur.
Arap devletleri daha geniş bir sahada daha fazla esneklik sunmaktadır ve İsrail’in ülkeler ile anlaşma noktasındaki uyumu, ülke olmayan aktörlere göre daha fazladır. Arkaplanda 2002 (ve 2007) senelerinde ortaya koyulan Arap Barış Girişimi hala İsrail’in cevabını beklemektedir. Verilecek olan yanıt, İsrail’in şu anki bölge pozisyonunda gerçekleşecek büyük bir değişim için olduğu kadar uluslararası duruşu açısından da mükemmel bir başlangıç noktası olabilir. Fakat İsrail’in Arap devletleri ile ilişkilerini geliştirmesi onu Filistin meselesinde yeni çözüm arayışlarına-en azından iyileştirmeye- teşvik etse de bu durum muhakkak iki taraf arasında uzun bir süreçte oluşan bariyerleri kaldırmayacaktır. Bu noktada İsrail’in Orta Doğu arenasındaki olay ve eğilimleri etkileme yeteneği sınırlı olma özelliğini sürdürmektedir.
ITAMAR RABINOVICH, Middle Esat Memo, Sayı 34, Ocak 2015
Bir Neocon- Brookings Analizi: İsrail ve Değişen Orta Doğu I
Bir Neocon- Brookings Analizi: İsrail ve Değişen Orta Doğu II
Tamer Güner, 15.04.2015, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri
Metnin Orijinali: