"Marifet, basiret ve feraset doğru zamanda doğru teşhis koyup doğru hamle yapabilmektedir."
Bu gün (4 Nisan) haberlerde iki nokta dikkatimi çekti. Birincisi Kayahan'ın cenazesi ve cenazeye devletlülerin gösterdiği mega ilgi, diğeri Yalova Kaymakamı pardon Valisi tarafından kıyafeti 1.Cumhuriyet'in kılık kıyafetle alakalı kazanımlarına uymadığı için öğrencilerinin huzurunda azarlanan ve sınıftan kovulan öğretmen Halil Serkan Öz'ün daha sonra bu durumun protesto edildiği bir yürüyüşte kalp krizi geçirerek ölmesi..
Kayahan'ın başlayalım isterseniz.. Bir devrin sesi olmuş, unutulmayacak şarkılara ses olmuş, besteci şarkıcı önemli bir sanatçı; amenna..
Babam tipik hatta tipik ötesi bir Ak Parti seçmeni. Babamın "Tuu bu ne ya? Ne işin var senin orda?", homurdanmaları üzerine uyandım. "Ne oluyor Baba dedim neye kızdın?" Kafası ile televizyondaki haberleri gösteriyordu..Ben "Kayahan önemli ve büyük bir sanatçı filan." dediysem de fayda etmedi. Buradan şu sonucu çıkardım.
Vakti zamanında sayın Cumhurbaşkanımız -pardon Devlet Başkanımız- siyasete yeni atıldığı daha doğrusu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yıllarında başta rahmetli Adnan Şenses olmak üzere sanat camiası ile çok güzel diyaloglar, ilişkiler geliştiriyordu. Bu durum hem zamanının Refah Partisi ve daha sonrasının Ak Parti seçmeninin hoşuna gidiyordu. R.T. Erdoğan'ın bu tavrı aynı zamanda karşı mahallede de makes buluyor 'Baba Adam', 'Sanatçı Dostu', 'Kasımpaşalı' gibi övgü efektleri eşliğinde takdir topluyordu.. Ve bu takdirler takip eden yıllarda oy olarak geri dönmüş idi..
Anlaşıldığı kadarıyla karşı mahallede CB'ının bu tarz toplantı ve cenazelere katılması, "Gezi"den beri değil takdir tepki topluyor ve o cephe açısından olay "ağzıyla kuş tutsa" ya bağlanmış durumda. Ama bu tarz yerlerde görünmek kendi mahallesi, kendi seçmeni açısında artık eskisi gibi hoş karşılanmıyor galiba..
Gelelim vali tarafından azarlanan ve akabinde yapılan protesto yürüyüşünde kalbi durarak ölen öğretmen vakasına..
Önce azarlamak ve azarlanmak kavramlarına bir bakalım isterseniz. Azarlamak ve azarlanmak kelimesi maalesef ailede büyüklerin küçüklere karşı kullandığı, iş yerinde patron ve ustanın çırağına ve bürokraside amirin memuruna karşı uyguladığı insanlık onuruyla alakası olmayan insanlık dışı bir uygulamanın aktif ve pasif bir tanımlamasıdır.
Her fırsatta ulaşmayı bir kızıl elma olarak gördüğümüz muasır medeniyetler seviyesine, yani Batı'ya, özel olarak AB'ye baktığımızda özellikle bürokraside böyle bir uygulamanın mümkün olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Nasıl olur da insana hizmet ve dolayısıyla kendisine emanet olan canları, onurları korumakla yükümlü olan bir Vali, Tubitak ödüllü bir öğretmeni sırf kıyafetinden dolayı çocukların huzurunda azarlar ve sınıftan kovar? Ve hızını alamayıp üstüne üstlük öğretmen hakkında soruşturma açtırır. Ve öldükten sonra lütfedercesine, "Değerli öğretmenimizin kaybından dolayı büyük üzüntü duyduk" diye yazılı açıklama yapmış Vali Beyimiz. "Keşke sizin kaybınızdan dolayı büyük üzüntü duysaydık sayın Vali Bey!" diyesi geliyor insanın..
Buna benzer bir uygulamayı yıllar önce Kültür Bakanı iken Ordu-Giresun sınırında kendisini karşılamaya gelmeyen Giresun Valisi hakkında, "Vali Bey neden gelmedi? Vali Bey nerede?" diye kameralar önünde ortalığı ayağa kaldıran sonradan paralelleşen yamuk Ertuğrul Günay'da görmüştüm.
Meğer 1.Cumhuriyet'in kazanımları arasında; araba ile yolculuk eden Bakan Beyler; sınırını terk ettiği ilin Valisi tarafından vardığı ilin Valisi'ne "Benden atlasın kimde patlarsa patlasın" sloganları eşliğinde il tabelası önünde devir teslim töreni, yani teker döndürme töreni de varmış böylelikle öğrenmiş olduyduk. İşin garip ve trajikomik tarafı bu uygulama halen devam ediyor bildiğim kadarıyla.. Allah'tan hava yolu marifetiyle il sınırlarını geçen bakanlarımız için böyle bir tören şartı yok, olsaydı helak olurdu valilerimiz.
"İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" şiarı ile devlete hakim olan kadroların halka hizmet için oluşturulan makamlara olduğundan daha fazla değer atfetmesi, hatta kutsallaştırmasının getirdiği bir çıkmaz sokaktayız an itibariyle..
Başımızdaki devletlüler eğer insanı devletin arkasına takılan bir vagon değil de, devleti insana hizmet aracı görüyorlarsa gün bu gündür. Başta akademiker kimliği itibariyle sayın Başbakanımız Ahmet Davutoğlu ve eğitimci kökenli ME Bakanımız Nabi Avcı ağabeyimiz bu duruma el koymalı ve o Yalova Kaymakamını derhal açığa almalıdırlar. Ve tez elden rahmetli öğretmen Halil Serdar Öz'ün tipik bir Ak Parti seçmenine benzeyen gözü yaşlı babasının elini öpmek ve helallik almak için yola çıkmalıdırlar..
Unutulmamalıdır ki; büyük imparatorluklar içerideki, bünyedeki çürüme sonucunda yıkılırlar.. Ve bu çürüme bazen çok basit gibi görünen bir yaradan, olaydan başlar ve bütün bünyeyi sarar sinsice..
Marifet, basiret ve feraset doğru zamanda doğru teşhis koyup doğru hamle yapabilmektedir.
Her ölüm erkendir ve her ölüm çevresinde bir hüzün halesi oluşturur. Sıralı ölümle sevenlerini üzüntüye boğan bir sanatçıya tabi ki vefa göstermeli devketlülerimiz. Ancak öbür tarafta devlet erkinin yaptığı vahim bir hata sonucu zamansız öldürülen bir garip öğretmenimiz var.
İki ölüm arasında doğru cenazeye katılamayanlar kendi siyasi cenazelerini hazırlarlar farkına varmadan. Ne güzel demiş sevgili, rahmetli Yetik Ozan:
Kendi pençesiyle kazar
Kurt kabrini azar azar
Naim Okur, 20.04.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, İronik Felsefe
Takip et: @nokur