"Ben karşılıklı bir görme sorumluluğu üzerine düşünüyorum da doğru dürüst
seçilerek, ayrıştırılarak paketlenmiş çöplerle onlara yardımcı mı oluyorum
sanki?"
İlk
bakışla kalan bir izlenim, bir açıdan bir yanılmazlık boyutu içerir, ama sadece
bir açıdan. İlk bakış tanımanın olduğu kadar tabulaştırmanın da bakışı. Şehir
karşılaşmalarının birçoğu selamsızlık yüzünden tanımama meşruiyetini pekiştiren
içe kıvrılan adımlardan ibaret. Ayrıca bakmayı denemek bir konumla değil de
kişiyle söyleşi gerçekleştirme sorumluluğunu üstlenmek anlamına geliyor. Sadece
vakit meselesi değil böylesine bir bakışı zorlaştıran, bir de karşılık alamama
çekingenliği var.
Şehrin
sokaklarında her gün defalarca karşılaştığım kağıt/kurtarılabilir çöp
toplayıcılarıyla ilişkim üzerinden düşünmeye devam ediyorum: İşçinin sokaklarda
gezinirken araya kulaklıkları ve bakış mesafesiyle bir görünmezlik duvarı
örmeyi yeğlediğini düşünürüm hep. İşine yoğunlaşmanın olduğu kadar mütecaviz
bakışlardan ve sözlerden korunmanın da koridoru o.
İyi de bu izlenim sadece içe kıvrılmaya alışmış adımlarımı rahatlatan bir temenniden ibaret olamaz mı? İşçi belki de benden bir selam bekliyor. Öyleyse “kolay gelsin” diyebilirim ve işte dedim bile. Fakat bu karşılaşmadaki insafsız uçurumu bir selamla, kolay gelsin demekle kapatmış mı olacağım? Delikanlı hafif bir tebessümle –ve galiba soru dolu bakışlarla- selamımı aldı, ardından kulaklıklarını çıkardı; öyleyse torbayı atıp gidemem. Hayır zaten torbayı atıp gidemezdim, bir durum değerlendirmesi yapmam şart oldu. Bir selamla aramızda bir hukuk oluştu, daha doğrusu olması gereken hukuk sözlerle onaylandı.
Elindeki
çöp torbasıyla öylece durdum bekliyorum. Onu kutuya atıp gideceğim, gelgelelim
şimdi ortaya çıkan hukuk kafamı karıştırıyor. Özensizce torbaladığım çöp mahrem
bir nitelik kazandı çıkarılan kulaklıklar ve alınan selamla, kutuya atıp
gidemem, atmadığım takdirde ise bir açıklama yapmalıyım; tereddüt içinde
beklerken çocuğun işini yapmasına engel oluyorum. Çöpü atacağım, ya sonra…
Peki, atmaktan vazgeçsem ne demek istemiş olacağım…
Tereddüde
kapılmamın başka sebepleri de var: Çöpleri toplayıp ayrıştıran kişi, özensiz ve
egoist şehirlilerin savurganlığı karşısında bir direniş alanı açan fedaidir,
böyle düşünüyorum. Bir mahcubiyet duymadan yanlarından geçip gittiğim de
olmuyor. Şehrin düzgün resim vermesini sağlayan gizli kahramanlar onlar. Ne var
ki yanlarına yaklaşıp da konuşmak cesaret istiyor. Söylenecek her söz, sorulacak
her soru fazla ya da eksik olacak, mecburiyetle üstlendikleri işin yanında.
Hiçbir çöp torbasından zarar göremezmiş gibi davranıyor işte, eldiven
kullanmayı önemsemiyor, elindeki kancayı kullanma konusunda da titiz davrandığı
söylenemezdi.
Şehrin
çöplerine değer kazandıran bu fedaileri görmüyormuş gibi yaşıyor şehir halkının
çoğu; evlerinden her gün –ve çoğunlukla özensiz bir şekilde paketlenmiş-
torbalarca çöp çıktığı ve sokaklarda ilerlerken her türlü çöpün birlikte
oluşturduğu bir koku ve bir akıntı yayan kutuların yanından geçtikleri halde…
Ben karşılıklı bir görme sorumluluğu üzerine düşünüyorum da doğru dürüst
seçilerek, ayrıştırılarak paketlenmiş çöplerle onlara yardımcı mı oluyorum
sanki?
Kim
gerektiği kadar özenli davranıyor, hangi belediye bu özeni teşvik ediyor veya
denetliyor?
Japonya’da,
Sendai şehrinde caddede yürürken bir evin önünde karşıma çıkan çöp torbasını
hatırlıyorum: Belediyenin belirttiği kurallara uygun paketlenmediği için
üzerinde durumu açıklayan bir etiketle iade edilmişti. Naylon, kağıt, cam,
teneke, pet şişe ve yakılabilir çöpler şeklinde altı kategoriye uygun
hazırlıyorlar çöp paketlerini Japonlar. İstanbul’da ayrışmaya kolaylık sağlayan
farklı çöp kutularına rastlamak tamamen şans eseri.
Mutfakta
oluşturmaya çalıştığım ayrıştırma sistemi yolculuklar yüzünden zıvanadan
çıkıyor bazen. Kağıt torbasına aslında evimizde görülmesine alışılmamış olan
kağıt meyve suyu kutusunu kim attı? Şişe torbasına yıkanıp kurutulmamış süt
şişesi nasıl girdi? Hazırlanmış paket nasıl bulunduğu yerde gözden kayboldu?
Çilekler nasıl unutuldu sebze bölmesinde? Peki, kutuya atılan paketi veya
torbayı, birinin geri dönüşüme tabi nesneler bulmak üzere karıştıracağını
kaçımız hesaba katıyor zaten? Kağıtlar, muşambalar, metal parçaları, şişeler,
evlerden özensizce uzaklaştırılan kirli maddelerle değersizleşiyor.
Bir
delikanlıyı, kırmızı bir sıvının bulaştığı şişeyi elindeki gazete parçasıyla
temizlemeye çalışırken görmüştüm. Allah'tan elinde eldivenleri vardı. Bazen
eldivenin de yararı olmayabilir. Saç boyası tüplerinde kalan artıklar, tüketici
uygun bir şekilde kullanmadığı takdirde bir patlamaya sebep olabilir. En
kaliteli sayılan markaların kullanım kılavuzlarında bile rastlanabiliyor bu tür
uyarılara. (Saç boyasının kullanan kişide yaptığı iç tahribat ayrı bir mesele).
Elimde
tuttuğum çöp paketini, onunla çöp kutusu başında karşılaşacağımızı hesaba
katmadan ben hazırlamıştım. Üstelik aradan günler geçti. Bizim evin düzeninde
olağan bir çöp kazası bu. Herkes seyahate çıkıyor, herkes kendinden başka birine
güveniyor. Çöp torbası ağzı sıkı sıkı bağlı olarak orada kaç gün kaldı, saymaya
çekiniyorum.
Ben
masanın altında bulduğumda seramik zemine yapışmıştı, güçlükle çekip aldım ve
başka bir naylon torbaya yerleştirdim. Torbadan sızan su zeminde zaman içinde
kuruyarak yapışkan bir katman oluşturmuştu. Temizlemek için epey uğraştım. Bu
durumlarda kullandığım bir maske kullandım hatta ve plastik eldiven giymeyi de
ihmal etmedim. Maske, sildikçe çoğalan keskin kokuyu duymamı bir yere kadar
engelliyordu. Böylesine kesif ve yakıcı bir kokunun kaynağı neler olabilir?
Yanık köfte kalıntıları, dolabın sebze gözünde unutulup küflenmiş çilek,
pişirilmek üzere seçilip yıkanmışken aniden yola çıkma nedeniyle buzdolabı
gözünde unutulmuş ıspanak, son kullanma tarihi geçmiş yumurta…
Yapışkan
katmanlarla mücadele ederken torbanın içinde ne tür çöpler olduğunu hatırlamaya
çalışıyordum. Buzdolabına yerleştirilen yiyeceklerle ilgili yerleşik kurallarım
var elbette ve bu kuralları geliştirirken muhayyel bir kağıt toplayıcının işini
kolaylaştırmayı hiç düşünmemiş değilim. Ancak çöp ayıklayan delikanlıyla yüz
yüze gelmeyi hesaba katmayan kurallar onlar, şimdi fark ediyorum. İçeriği
tamamen açıklanamaz bir artıklar bileşkesi halindeki bir poşeti onun ellerine
nasıl terk edebilirim? Yüz yüze baktık, yüzüm kızarıyor işte, birazdan evimdeki
tüketimin sorumsuzca unutulmuş karmaşık atıklarını görecek. Üstelik selam
verdim, bu “tanıma” demek, böylelikle başka türlü bir hukuk oluştu aramızda.
Şimdi, o
torbayı karıştırsın diye öylece bırakıp gidecek miyim? Peki ya içinde yalan
yanlış bir şey varsa ki olmaz diyemiyorum hiç. Özenilmemiş iğrenç karmaşanın
sorumluluğunu nasıl almayabilirim? Torbayı bırakmasam da buna bir açıklama
getirmem gerek. Affedersiniz, diyeceğim, ben hazırlamadım bunu, içinde neler
var, bilmiyorum. Bizim evde bazen böyle şeyler yaşanıyor, herkes bir diğerine
güvendiğinden…
Bazı
insanlar daha bir şartsız şurtsuz, o tecrübesiyle fark etmiş olmalı; “dark side
of human”ı çöp paketleri kadar ne ele verebilir ki… Ve elimdeki torba içinde
yadırgayacağım ne olursa olsun bir bakıma bana ait, ancak çöplerin asli
durumları üzerine sadece tahminde bulunabilirim şimdi; geleni gideni eksik
olmayan bir evim var.
Torba
elimde beklerken merak ediyorum adını sanını, memleketini. Konuşmak, vakit
kazanmak demek hem. Salih. Güneydoğulu, lise terk, Kurtköy’de yaşıyor. Annemle
babam Kurtköy mezarlığında yatıyorlar. İki bölüm halindeki mezarlık üzerine
konuşuyoruz. Yan yana iki mezar bulamamıştık annemle babama, ayrı ayrı
bölümlerde yatıyorlar. O Kurtköy’den nasıl geliyor buralara? Anlatıyor.
Topladıkları çöpleri Maltepe’de bir arsaya götürüyor. Konuşurken gözlerinin içi
nasıl da gülüyor! Beresi, uzun gömleğiyle bir rap sanatçısını andırıyor. Yol
aldığı koridorun erişilmezliğini kulaklıklarıyla da teminat altına alıyor.
Hangi müzikleri dinliyor acaba? Yaşıtları üniversite öğrenimi görürken ona
düşen şehrin çöplerini ayıklamak; eziliyor yüreğim. Onu zorlayan nice baskıya
karşılık, kent düşkünlerine karışmamak için elindeki kancayla çöp kutularına tutunuyor.
Çok
saçma: İşini yapıyor işte, ona acımaya hakkım var mı?
“Paçavra
toplayıcıları”, Paris'i köşe bucak arşınlayarak çöpleri ayıklayan, bunların
arasında işe yarayacağını umduklarını yüklenip biriktiren fukara, şairane
kahramanları, Baudelaire’in. İyi de hemen şimdi iğrenç çöp paketini önüne
atacağım o kahramanın, nasıl olur! Olamaz mı? Her işte riskli, iğrenç, daha
doğrusu katlanılması güç bir yan yok mudur? Kendim, hiç de istemediğim halde
sabah erkenden yollara düşmüyor muyum, beklenmedik bir çağrı aldığım zaman…
Gece yarısı yollara düştüğüm anda yaptığım işin nasıl da uzağına düşüyorum!
Koşuşturmak hiç bana göre değil.
Fakat
neler saçmalıyorum? Kıyaslanabilir durumlar değil bunlar. Başkasının çöpünü
karıştırmayı hayal bile edemem. İyi de insanı canından bezdiren ne çok iş var
dünyada! Maden ocağında işçi olmakla kıyaslanamaz hiçbir iş. Kağıt toplayıcısı
olmayı da düşünmezdim, başkalarına ait çöpleri karıştırmayı havsalam almıyor.
Niye? İşlerin niteliğini kendi katlanabilme eşiğim açısından değerlendirmem
anlamlı değil. Kaldı ki iş niteliği ve disiplini, iş ahlâkı açısından
baktığımda asıl kendi halime acımalıyım. Çöp torbası konusunda unutkan,
ihmalkâr ve sorumsuz davrandım. Bu zaaf hayatın diğer alanlarından ve bütün
olarak hayattaki duruşumdan ayrı değerlendirilemez ki… Oturup düşünmeliyim
hatanın nerede başladığı ve nasıl kendini masun kıldığı üzerine. Demek oluyor
ki mutfakta günlerce kayıplara karışan çöp torbası, benim hayatımda sürmekte
olan bir dağınıklığın metaforundan ibaret. Hayır, öncelikle metafor değil,
somut bir suç belgesi ve henüz elimde; onu ne yapacağımı bilemiyorum doğrusu.
Torba
hâlâ elimde, çünkü sorularımla aramızdaki görünmeyen koridorun duvarlarını
parçaladım ve o da sesini çıkarmadı buna, dolayısıyla uzamla ilgili bir mesafe gerginliği
yaşıyorum. Gerçekten şaşırmam gerekir kendi düşüncelerimdeki hadsiz hesapsız
gel-gitlere: Yolun kenarında duran çöpü kaldıran kişiye kim acıma duyabilir? O
şehri hale yola koymaya çalışıyor, bense bir çöp paketini doğru dürüst
hazırlayıp zamanında yerine ulaştırmayı başaramadım. Ona bir kez daha açıklamak
istedim: İçinde işe yarayacak bir şey bulunmayan masa altında unutulmuş bir
paket bu; açmaya değmez. Tamam öyleyse, sorun değil, dedi anlayışlı bakarak.
Ben
ondan iyi bir şeyler öğrendim, düşündürdü beni, bunu unutamam. Allah’a emanet
ol, dedim. Öylece ayrıldık.
Cihan Aktaş,
03.05.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,
Perspektif Yazıları, Karşılaşmalar
Sonsuz Ark'ın Notu:
Kaynak belirtilmek kaydıyla Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazı için yayın onayı alınmıştır. Çok özel bulduğumuz bu çalışması ve Sonsuz Ark'a katkıları için Cihan Aktaş Hanımefendi'ye teşekkür ederiz. Seçkin Deniz, 03.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Dünya Bülteni