3 Mayıs 2015 Pazar

SA1298/KY26-CA1: Karşılaşmalar: Çöp Kutusu Kenarında

"Ben karşılıklı bir görme sorumluluğu üzerine düşünüyorum da doğru dürüst seçilerek, ayrıştırılarak paketlenmiş çöplerle onlara yardımcı mı oluyorum sanki?"


İlk bakışla kalan bir izlenim, bir açıdan bir yanılmazlık boyutu içerir, ama sadece bir açıdan. İlk bakış tanımanın olduğu kadar tabulaştırmanın da bakışı. Şehir karşılaşmalarının birçoğu selamsızlık yüzünden tanımama meşruiyetini pekiştiren içe kıvrılan adımlardan ibaret. Ayrıca bakmayı denemek bir konumla değil de kişiyle söyleşi gerçekleştirme sorumluluğunu üstlenmek anlamına geliyor. Sadece vakit meselesi değil böylesine bir bakışı zorlaştıran, bir de karşılık alamama çekingenliği var.

Şehrin sokaklarında her gün defalarca karşılaştığım kağıt/kurtarılabilir çöp toplayıcılarıyla ilişkim üzerinden düşünmeye devam ediyorum: İşçinin sokaklarda gezinirken araya kulaklıkları ve bakış mesafesiyle bir görünmezlik duvarı örmeyi yeğlediğini düşünürüm hep. İşine yoğunlaşmanın olduğu kadar mütecaviz bakışlardan ve sözlerden korunmanın da koridoru o.

İyi de bu izlenim sadece içe kıvrılmaya alışmış adımlarımı rahatlatan bir temenniden ibaret olamaz mı? İşçi belki de benden bir selam bekliyor. Öyleyse “kolay gelsin” diyebilirim ve işte dedim bile. Fakat bu karşılaşmadaki insafsız uçurumu bir selamla, kolay gelsin demekle kapatmış mı olacağım? Delikanlı hafif bir tebessümle –ve galiba soru dolu bakışlarla- selamımı aldı, ardından kulaklıklarını çıkardı; öyleyse torbayı atıp gidemem. Hayır zaten torbayı atıp gidemezdim, bir durum değerlendirmesi yapmam şart oldu. Bir selamla aramızda bir hukuk oluştu, daha doğrusu olması gereken hukuk sözlerle onaylandı.


Elindeki çöp torbasıyla öylece durdum bekliyorum. Onu kutuya atıp gideceğim, gelgelelim şimdi ortaya çıkan hukuk kafamı karıştırıyor. Özensizce torbaladığım çöp mahrem bir nitelik kazandı çıkarılan kulaklıklar ve alınan selamla, kutuya atıp gidemem, atmadığım takdirde ise bir açıklama yapmalıyım; tereddüt içinde beklerken çocuğun işini yapmasına engel oluyorum. Çöpü atacağım, ya sonra… Peki, atmaktan vazgeçsem ne demek istemiş olacağım…

Tereddüde kapılmamın başka sebepleri de var: Çöpleri toplayıp ayrıştıran kişi, özensiz ve egoist şehirlilerin savurganlığı karşısında bir direniş alanı açan fedaidir, böyle düşünüyorum. Bir mahcubiyet duymadan yanlarından geçip gittiğim de olmuyor. Şehrin düzgün resim vermesini sağlayan gizli kahramanlar onlar. Ne var ki yanlarına yaklaşıp da konuşmak cesaret istiyor. Söylenecek her söz, sorulacak her soru fazla ya da eksik olacak, mecburiyetle üstlendikleri işin yanında. Hiçbir çöp torbasından zarar göremezmiş gibi davranıyor işte, eldiven kullanmayı önemsemiyor, elindeki kancayı kullanma konusunda da titiz davrandığı söylenemezdi.

Şehrin çöplerine değer kazandıran bu fedaileri görmüyormuş gibi yaşıyor şehir halkının çoğu; evlerinden her gün –ve çoğunlukla özensiz bir şekilde paketlenmiş- torbalarca çöp çıktığı ve sokaklarda ilerlerken her türlü çöpün birlikte oluşturduğu bir koku ve bir akıntı yayan kutuların yanından geçtikleri halde… Ben karşılıklı bir görme sorumluluğu üzerine düşünüyorum da doğru dürüst seçilerek, ayrıştırılarak paketlenmiş çöplerle onlara yardımcı mı oluyorum sanki?
Kim gerektiği kadar özenli davranıyor, hangi belediye bu özeni teşvik ediyor veya denetliyor?

Japonya’da, Sendai şehrinde caddede yürürken bir evin önünde karşıma çıkan çöp torbasını hatırlıyorum: Belediyenin belirttiği kurallara uygun paketlenmediği için üzerinde durumu açıklayan bir etiketle iade edilmişti. Naylon, kağıt, cam, teneke, pet şişe ve yakılabilir çöpler şeklinde altı kategoriye uygun hazırlıyorlar çöp paketlerini Japonlar. İstanbul’da ayrışmaya kolaylık sağlayan farklı çöp kutularına rastlamak tamamen şans eseri.

Mutfakta oluşturmaya çalıştığım ayrıştırma sistemi yolculuklar yüzünden zıvanadan çıkıyor bazen. Kağıt torbasına aslında evimizde görülmesine alışılmamış olan kağıt meyve suyu kutusunu kim attı? Şişe torbasına yıkanıp kurutulmamış süt şişesi nasıl girdi? Hazırlanmış paket nasıl bulunduğu yerde gözden kayboldu? Çilekler nasıl unutuldu sebze bölmesinde? Peki, kutuya atılan paketi veya torbayı, birinin geri dönüşüme tabi nesneler bulmak üzere karıştıracağını kaçımız hesaba katıyor zaten? Kağıtlar, muşambalar, metal parçaları, şişeler, evlerden özensizce uzaklaştırılan kirli maddelerle değersizleşiyor.

Bir delikanlıyı, kırmızı bir sıvının bulaştığı şişeyi elindeki gazete parçasıyla temizlemeye çalışırken görmüştüm. Allah'tan elinde eldivenleri vardı. Bazen eldivenin de yararı olmayabilir. Saç boyası tüplerinde kalan artıklar, tüketici uygun bir şekilde kullanmadığı takdirde bir patlamaya sebep olabilir. En kaliteli sayılan markaların kullanım kılavuzlarında bile rastlanabiliyor bu tür uyarılara. (Saç boyasının kullanan kişide yaptığı iç tahribat ayrı bir mesele).

Elimde tuttuğum çöp paketini, onunla çöp kutusu başında karşılaşacağımızı hesaba katmadan ben hazırlamıştım. Üstelik aradan günler geçti. Bizim evin düzeninde olağan bir çöp kazası bu. Herkes seyahate çıkıyor, herkes kendinden başka birine güveniyor. Çöp torbası ağzı sıkı sıkı bağlı olarak orada kaç gün kaldı, saymaya çekiniyorum.

Ben masanın altında bulduğumda seramik zemine yapışmıştı, güçlükle çekip aldım ve başka bir naylon torbaya yerleştirdim. Torbadan sızan su zeminde zaman içinde kuruyarak yapışkan bir katman oluşturmuştu. Temizlemek için epey uğraştım. Bu durumlarda kullandığım bir maske kullandım hatta ve plastik eldiven giymeyi de ihmal etmedim. Maske, sildikçe çoğalan keskin kokuyu duymamı bir yere kadar engelliyordu. Böylesine kesif ve yakıcı bir kokunun kaynağı neler olabilir? Yanık köfte kalıntıları, dolabın sebze gözünde unutulup küflenmiş çilek, pişirilmek üzere seçilip yıkanmışken aniden yola çıkma nedeniyle buzdolabı gözünde unutulmuş ıspanak, son kullanma tarihi geçmiş yumurta…

Yapışkan katmanlarla mücadele ederken torbanın içinde ne tür çöpler olduğunu hatırlamaya çalışıyordum. Buzdolabına yerleştirilen yiyeceklerle ilgili yerleşik kurallarım var elbette ve bu kuralları geliştirirken muhayyel bir kağıt toplayıcının işini kolaylaştırmayı hiç düşünmemiş değilim. Ancak çöp ayıklayan delikanlıyla yüz yüze gelmeyi hesaba katmayan kurallar onlar, şimdi fark ediyorum. İçeriği tamamen açıklanamaz bir artıklar bileşkesi halindeki bir poşeti onun ellerine nasıl terk edebilirim? Yüz yüze baktık, yüzüm kızarıyor işte, birazdan evimdeki tüketimin sorumsuzca unutulmuş karmaşık atıklarını görecek. Üstelik selam verdim, bu “tanıma” demek, böylelikle başka türlü bir hukuk oluştu aramızda.

Şimdi, o torbayı karıştırsın diye öylece bırakıp gidecek miyim? Peki ya içinde yalan yanlış bir şey varsa ki olmaz diyemiyorum hiç. Özenilmemiş iğrenç karmaşanın sorumluluğunu nasıl almayabilirim? Torbayı bırakmasam da buna bir açıklama getirmem gerek. Affedersiniz, diyeceğim, ben hazırlamadım bunu, içinde neler var, bilmiyorum. Bizim evde bazen böyle şeyler yaşanıyor, herkes bir diğerine güvendiğinden…

Bazı insanlar daha bir şartsız şurtsuz, o tecrübesiyle fark etmiş olmalı; “dark side of human”ı çöp paketleri kadar ne ele verebilir ki… Ve elimdeki torba içinde yadırgayacağım ne olursa olsun bir bakıma bana ait, ancak çöplerin asli durumları üzerine sadece tahminde bulunabilirim şimdi; geleni gideni eksik olmayan bir evim var.

Torba elimde beklerken merak ediyorum adını sanını, memleketini. Konuşmak, vakit kazanmak demek hem. Salih. Güneydoğulu, lise terk, Kurtköy’de yaşıyor. Annemle babam Kurtköy mezarlığında yatıyorlar. İki bölüm halindeki mezarlık üzerine konuşuyoruz. Yan yana iki mezar bulamamıştık annemle babama, ayrı ayrı bölümlerde yatıyorlar. O Kurtköy’den nasıl geliyor buralara? Anlatıyor. Topladıkları çöpleri Maltepe’de bir arsaya götürüyor. Konuşurken gözlerinin içi nasıl da gülüyor! Beresi, uzun gömleğiyle bir rap sanatçısını andırıyor. Yol aldığı koridorun erişilmezliğini kulaklıklarıyla da teminat altına alıyor. Hangi müzikleri dinliyor acaba? Yaşıtları üniversite öğrenimi görürken ona düşen şehrin çöplerini ayıklamak; eziliyor yüreğim. Onu zorlayan nice baskıya karşılık, kent düşkünlerine karışmamak için elindeki kancayla çöp kutularına tutunuyor.
Çok saçma: İşini yapıyor işte, ona acımaya hakkım var mı?

“Paçavra toplayıcıları”, Paris'i köşe bucak arşınlayarak çöpleri ayıklayan, bunların arasında işe yarayacağını umduklarını yüklenip biriktiren fukara, şairane kahramanları, Baudelaire’in. İyi de hemen şimdi iğrenç çöp paketini önüne atacağım o kahramanın, nasıl olur! Olamaz mı? Her işte riskli, iğrenç, daha doğrusu katlanılması güç bir yan yok mudur? Kendim, hiç de istemediğim halde sabah erkenden yollara düşmüyor muyum, beklenmedik bir çağrı aldığım zaman… Gece yarısı yollara düştüğüm anda yaptığım işin nasıl da uzağına düşüyorum! Koşuşturmak hiç bana göre değil.

Fakat neler saçmalıyorum? Kıyaslanabilir durumlar değil bunlar. Başkasının çöpünü karıştırmayı hayal bile edemem. İyi de insanı canından bezdiren ne çok iş var dünyada! Maden ocağında işçi olmakla kıyaslanamaz hiçbir iş. Kağıt toplayıcısı olmayı da düşünmezdim, başkalarına ait çöpleri karıştırmayı havsalam almıyor. Niye? İşlerin niteliğini kendi katlanabilme eşiğim açısından değerlendirmem anlamlı değil. Kaldı ki iş niteliği ve disiplini, iş ahlâkı açısından baktığımda asıl kendi halime acımalıyım. Çöp torbası konusunda unutkan, ihmalkâr ve sorumsuz davrandım. Bu zaaf hayatın diğer alanlarından ve bütün olarak hayattaki duruşumdan ayrı değerlendirilemez ki… Oturup düşünmeliyim hatanın nerede başladığı ve nasıl kendini masun kıldığı üzerine. Demek oluyor ki mutfakta günlerce kayıplara karışan çöp torbası, benim hayatımda sürmekte olan bir dağınıklığın metaforundan ibaret. Hayır, öncelikle metafor değil, somut bir suç belgesi ve henüz elimde; onu ne yapacağımı bilemiyorum doğrusu.

Torba hâlâ elimde, çünkü sorularımla aramızdaki görünmeyen koridorun duvarlarını parçaladım ve o da sesini çıkarmadı buna, dolayısıyla uzamla ilgili bir mesafe gerginliği yaşıyorum. Gerçekten şaşırmam gerekir kendi düşüncelerimdeki hadsiz hesapsız gel-gitlere: Yolun kenarında duran çöpü kaldıran kişiye kim acıma duyabilir? O şehri hale yola koymaya çalışıyor, bense bir çöp paketini doğru dürüst hazırlayıp zamanında yerine ulaştırmayı başaramadım. Ona bir kez daha açıklamak istedim: İçinde işe yarayacak bir şey bulunmayan masa altında unutulmuş bir paket bu; açmaya değmez. Tamam öyleyse, sorun değil, dedi anlayışlı bakarak.

Ben ondan iyi bir şeyler öğrendim, düşündürdü beni, bunu unutamam. Allah’a emanet ol, dedim. Öylece ayrıldık.


Cihan Aktaş, 03.05.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, Karşılaşmalar
Sonsuz Ark'ın Notu: 
Kaynak belirtilmek kaydıyla Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazı için yayın onayı alınmıştır. Çok özel bulduğumuz bu çalışması ve Sonsuz Ark'a katkıları için Cihan Aktaş Hanımefendi'ye teşekkür ederiz. Seçkin Deniz, 03.05.2015

Yazının ilk yayınlandığı yer: Dünya Bülteni


Seçkin Deniz Twitter Akışı