"Odada Türkçe konuşan 77 yaşındaki Müslüman Türk bayana dersini vermiş olmanın zaferini kazanmanın gururuyla süzüyorlardı bizi."
Babamın
hikayesini yazdık malûm. Sıra geldi Seher Sultan'ın rehine bırakılması
hikayesine.. Hikaye lafın gelişi..
Yaklaşık
bir aylık yoğun bir pres ve çalışma sonucu iki defa ertelenen ameliyat günü
olan 25.02.2015 için annemi bir gün önceden olması gerektiği için Fabricius
Kinik-Remscheid'a yatırdık. Kayıt işlemleri ve diğer kan, ekg, narkoz seansları
arasında 5. kat 513 numaralı odada pencere kenarında dizine protez taktıran 70
yaşlarında Alman kadın ve kapı tarafında bileğinden ameliyat olan görece genç
bir kadının arasına 3. yatak sahibi olarak yatırdık annemi..
Bu arada
hastane faslı tahminen 10 gün süreceği için odasına telefon bağlatmak gibi
hayırlı evlat jesti yapma fikrine bile kapıldım. Telefonu ilk bağlatma
teşebbüsümüz informationda sistem çalışmadığı için (nedense hep bana denk gelir)
öğleden sonraya ertelendi.
Öğleden
sonralarından bir demde annemin başındaki telefon hemşire bir şeyler anlatırken
komik denebilecek bir müzik olarak çaldı..Herkes birbirine bakıyor zira daha
telefon bağlatmamışız yani...
Neyse hemşireden izin alarak telefona baktım yani
açtım. Tahmin ettiğim gibi informationdaki Sabine (ismini yazdığıma bakmayın 50
yaşlarında ama ehhh bir cinsi latife), "Sistem çalışıyor aşağı gelirseniz
telefonu bağlayabiliriz" dedi. O arada cep telefonu ile odadan büyük kızım Elif
ile bir telefon görüşmesi yaptık. Yandaki hasta(!)lar rahatsız olmasın diye o
kadar sessiz konuşuyorum ki; hiç bir şey anlamıyorum diye Elif telefonu az daha
yüzüme kapatıyordu (vardır öyle huyları..).
Aşağıya
indik ve telefon işlemini halletttikten sonra eşe dosta Seher Sultan'ın yani
biricik annemin (sanki başkalarının ikicik annesi varmış gibi..) dahili telefon
numarasını whatsup marifetiyle bildirmeye başladık.
Bu arada
cam kenarındaki Alman hasta(!)nın eşi olduğunu tahmin ettiğim adam(!) odaya
girerken annem, "Oğlum aha baban gibi nalet bir adam geldi"
deyiverdi (nalet burada yaramaz, aksi, hırçın anlamında kullanılıyor). Dönüp
bakmadım bile; adamı ilk olarak karısı olduğunu tahmin ettiğim cam kenarı
yolcusu olan kadının 'Yine kar başladı' diye üzülmesi üzerine boynumu o tarafa
çevirdiğimde gördüm.
O anda ayıkmadım bir insan(!) hele Almanya'da 'Kar yağdı' diye hayıflanır mı? Meğer adam(!) annemin yine maalesef Müslümanlık ve Türklük
alameti farikası olan tülbentini görünce suratını öyle bir alaycı, aşağılamacı
tarzda buruşturmuş ki; annem hemen notunu vermiş adamın.
Ben, annemin telefon
numarasını whatsApp'tan cep telefonu marifetiyle yazarken "Oğlum adam
seninle zevkleniyor yani taklit ediyor, seninle dalga geçiyor" diyerek
elleri ile hayali tuşlara basıyormuşcasına gösterdi.. Meşgulüm uğraşamam
modlarındayım zira telefon numaralarını Türkiye'deki iki elin parmaklarını bile
geçmeyen akrabalara bir an önce bildirmem lazım..
Derken
beklenen pardon beklenmeyen an geldi! Türkiye'deki kardeşim Nabi (eskiden
kardeşlerimi Türkiye'deki ve Almanya'daki diye ikiye ayırıyordum alışkanlık
işte..) dahili numarayı verdiğim halde cep telefonundan aradı. Hoş beş
faslından sonra telefonu anneme veriyorum ama cam tarafından hırlamalar
geliyor. Bir yandan boynumu cama döndürüyor, yüzümün kalancası ile telefonu
anneme uzatıyorum...Veee.
Adam,
salya sümük "Burada telefon konuşamazsın!" diye hastane odası için hayli yüksek
bir desibelle bağırıyor hem de bana.. Bana ha?! Dedim ya bu gün olgun modumdayım
"Daha sakin ve daha nazik bir tonla konuşamaz mısınız?"
Soruma o bildik,
bilindik aragont ev sahibi havaları ile ayara devam edince "Biraz daha
insan gibi konuşmayı, insan olmayı deneyemez misiniz?" diye ses tonumu ona
yaklaştırmaya başladım.
O arada yine anlatmaya çalışıyorum; "Bu kadın yarın
ameliyata girecek, 77 yaşında tam narkozla ameliyat olacak, biraz da korkuyor
bunun benim dışımda daha 4 çocuğu ve yaklaşık 10 tane torunu var, onlarla
görüşmek ve vedalaşmak istiyor, biraz insan olmayı denerseniz bunu anlamak
hiçte zor değil!" Yok laftan anlamıyor adam(!). Ama ben daha ayıkmadım halâ
sorun telefon zannediyorum hava karlı ve soğuk olduğundan bizim jeton donmuş
düşmüyor!
Dlink
jeton düştü..Bir dakika dedim sizin pardon kabalaştım "Senin derdin bizim Türkçe
konuşmamız mı?" deyiverdim. "Na und? Yani olsa ne olur?!" dedi adam(!). "Bakın bu
yaptığınız yabancı düşmanlığına, ırıkçılığa girer" diyorum cevap yine aynı: "Na
und?" Bu arada garip sesler de çıkarıyor, ama kelimelere dökecek harf
bulamıyorum..
Bende
film koptu; atacağım adamı beşinci kattan, ama dile getirmiyorum, halâ akıllıyım
yani..Bu arada yine karısı olduğunu zannetttiğim pencere kenarı hastasına
"Ben bunu hastane yönetimine şikayet ederim canım, tatlım"
muhabbetine girince eşşeğin aklına karpuz kabuğunu düşürüverdi. Burada eşşek
ben oluyorum mecburen. Ben de ne kendimin ne de o mahlukun anlayamayacağı
homurtularla odayı terk ettim ve hemşirelerin odasında soluğu aldım..
Soluğu
aldım, dediysem sinirden 7,4 şiddetinde deprem görmüş Gölcük ya da cereyana
kapılmış rahmetli Azer Bülbül gibi titriyorum.. Neyse durumu bir çırpıda
hemşirelere ve hemşire odasında bulunan ve ekg'ye giderken asansörde
tanıştığımız Libya'lı müslüman genç doktora anlattım ve annemin bu
domuzun(schwein) ziyaretçi olarak bile geleceği odada kalmasını istemediğimi ve
odasının değiştirilmesini söyledim. Eğer bu adam(!)la bir daha böyle bir olay
yaşarsam onu 5.kattan atabileceğimi de ekledim bir solukta.
Beate nam aslında
genç ve azıcık güzel olan hemşire önceleri domuza benzemediği halde domuz
lafına itiraz ediverdi ve "Adama domuz diyemezsiniz!" dedi. Ben de 'Adama değil,
domuza domuz dediğimi ve kime domuz diyeceğime kendimin karar vereceğimi ve
konunun bu olmadığını' söyledim.
Bunun
üzerine Beate hemşire, 20 yıllık tecrübeye(!) sahip Karacabilen hemşire ve
müslüman doktor odaya doğru yola revan oldular. Odanın kapısında genç müslüman
doktor vücut dili ve kaş göz eşliğinde 'Sen dışarıda kal!' dedi ve ben de dışarıda
kaldım.Yaklaşık 5 dakika sonra genç müslüman doktor hiç de hoş olmayan bir yüz
ifadesiyle odadan ayrılırken, 'Ben gireyim mi?' sorumu cevapsız bırakarak yoluna
devam etti. Ardından ben içeri girdim..
Odaya
girince daha önce gözüme hoş bile görünen Beate hemşire cam kenarındaki kadın
ve domuza bakan yüzünü bana döndüğünde sanki domuz görmüş gibi oldum. Tevekkeli
dememişler "Üzüm üzüme baka baka kararır" ya da " Körle yatan
şaşı kalkar" deyü canını sevdiğim atalarımız..
"Siz,
odada cep telefonu ile konuşuyormuşsunuz ve ameliyat sonrası dinlenmeye
ihtiyacı olan hastaları rahatsız ediyormuşsunuz ayrıca hastanede cep telefonu
yasak bilmeniz lazım!" deyince hem sarışın hem domuz demeye başladım
içimden..
"Hastane de cep telefonu yasağı hiç bir yerde, imzaladığımız
kağıtlarda, hastane girişinde hiç bir yerde yazmıyor, ama siz diyorsanız sorun
yok hemen kapatır ve özür dilerim ama burada sorun cep telefonu yasağı değil,
sorun çok daha büyük ve önemli.." dedim.
Baktım bizim Beate hemşire bozuk plak
gibi halâ cep telefonu yasağı üzerinden yürümeye devam ediyor, "Eğer cep
telefonu üzerinden konuşmaya devam edecekseniz konuşmanıza gerek yok"
dedim.
"Ama ama siz beni konuşturmuyorsunuz ama!" deyince, "Yok
siz konuşabilirsiniz de ben cep telefonu muhabbetinden konuşmaya niyetli
değilim bana az biraz yukarıdan birilerini çağırın" deyince hışımla odayı
terk etti..
Ben ise
odadaki domuza içimde kalan son kırıntıları, "Sen şimdi sanıyorsun ki;
Paris'teki olaylar, Pegida filan sizin arkanızdan yelkeninizi şişiren
rüzgar(rückenwind) teşkil ediyor ve bunun rahatlığındasınız ama size pabuç
bırakmıyacağım, sizin gibi .... artıklarıyla her şekilde mücadele
edeceğim" şeklinde dile getirdim..
Neyse
5-10 dakika sonra koridorda beklerken şık ve genç bir bayan ve yanında Beate
hemşire üst katın merdivenlerinden inerek önümden geçtiler ve hemşire odasına
doğru yollandılar. Bu geçiş sırasında Beate hemşire "İşte bahsettiğim
hasta yakını" diye beni yekten ve açıkça göstermeyi de ihmal
etmedi..
Yaklaşık 5 dakika sonra sonradan adının Frau Burggraf görevinin hastane
müdürünün asistanı olduğunu öğrendiğimiz bayan, Beate hemşire, 20 yıllık
tecrübeli hemşire ve ve 2 tane tamirci (installateur) üzerindeki iş tulumu ile
birinin elinde su terazisi(wasserwaage), diğerinin elinde tornavida karşımda
baraj kurmuş gibi dikiliverdiler ve sorgu başladı.
Genç ve
güzel bayan yani Frau Burggraf sazı eline alıp yine cep telefonu makamından
giriş yapınca, "Hoppp one minute, bir dakika sizi çağıran ve şikayetçi
olan ben olduğuma göre söze benim başlamam ve sizin önce beni dinlemeniz
gerekmez mi?" dedim, deyiverdim..
Genç ve güzel bayan (biliyorum kabak tadı
verdi söz bir daha kullanmayacağım) Frau Burggraf ilk yumruğu yemiş boksör gibi
sarsıldı ve "Buyurun siz anlatın o zaman!" diye fısıltıyla lütfetti. Bu arada iki
installateur kıpraşıp duruyorlar. Beni fazla dinlemeyeckleri öngörüsüyle olan
biteni jet hızıyla anlatmaya başladım ve yaklaşık adamın yani domuzun ırkçı
söylemlerine gelmek üzereyken sarışın bağyan lafa girerek "Ama siz
dinlenmesi gereken hastaların yanında cep telefonu ile konuşmuş ve hastaları
rahatsız etmişsiniz" deyince, "Bunları söylemek için zahmet
etmeseydiniz keşke hemşire hanım bunları söylemişti" dedim. Sarışın yine
sendeledi ama düşmedi..
Ben, bu
durumdan istifade, "Benim buradaki statümün ziyaretçi değil
refakatçi(begleiter) olduğunu" ve "yarım saat öncesine kadar annemin bütün
hazırlık işlemlerinde bulunduğumu" ve doktor ve hemşirelerden "İyi ki buradasınız,
anneniz hiç dil bilmediği için sizsiz bayağı zorlanırdık" şeklinde iltifatlar
aldığımı söyledim. "Kayıt işlemleri sırasında odaya telefon bağlatmak
istediğimi ancak zenraldeki sistemde sorun olduğu için öğleden sonraya
ertelendiğini ve bu arada 2 defa cep telefonu görüşmesi yaptığımı, bu
görüşmelerin birinin annemin torunu, diğerinin Türkiye'deki kardeşimden
geldiğini" söyleyerek ilave ettim.
Bu kadının 77 yaşında olduğunu ve vollnarkoz
gerektiren ameliyata gireceğini ve az da olsa uyanamamaktan korktuğunu, mümkünse
aile fertleriyle vedalaşmak istediğini ve hatta görüşmeler sırasında ağladığını
ve bu imkanın kendisinden esirgenmesinin gayri insani olduğunu ve madem 3
kişilik odada gündüz saatinde bile telefon görüşmesi yandaki sohbet eden
hastaları rahatsız edecek diye yasaklanacaktı neden odaya telefon bağlatma
hizmeti sunduğunu ve benim neden 25 Euro ödeyerek telefon bağlattığımı
ekleyiverdim..
Sarışın
Frau Burggarf halâ ayakta ve direniyorken ve iş tulumlu bodyguardlar kıpraşmaya
ve bana ters ters bakmaya devam ederken grubun Karacabileni, "20 yıldır bu
hastanede görev yapıyorum" diye lafa giren ve altın vuruşu pardon teklifi
yapacakmış edası ile konuşan hemşire, "Bakın şöyle yapalım: Siz bütün
kardeşlerinize ve annenizin torunlarına ve akrabalarınıza bir mesaj atarak veya
telefon ederek, annenize telefon etmemelerini sadece size telefon etmelerini ve
sizden bilgi almalarını söyleyin ve böylece yanda yatan hasta(!)ların rahatsız
olmalarının önüne geçilebileceğini" deyiverdi.. (Harbiden bunları söyledi
ya la!!!)
Bende
sigortalar yavaş yavaş yanma noktasına geliyor, ama halâ haklı, güçlü ve
sabırlıyım ve devam ediyorum. "Bunları söylemek için çok düşündünüz
mü?" dedim, odada cep telefonu kullanmak yasak olduğuna göre hastane
dışında telefonları toparlayacak ve ben dışardayım annem 5.katta yatıyor ben
oradayken iyiydi tahminim halâ iyidir, kendisine mi sormak istiyorsunuz? Olmaz
yanında iki hasta daha var, onların yanında size iyi olduğunu söyleyemez, çünkü
annemin iyi mi kötü mü olduğu bir devlet sırrıdır ve yanındakiler öğrenemez, o
yüzden ancak ben size söyleyebilirim annemin iyi olup olmadığını mı
demeliyim?" deyince topluca sendelemeye başladılar ki sanırsınız Remscheid
halk oyunları ekibi var karşımda!! Biliyorum çok kötüyüm sizin söylemenize
gerek yok!!
Neyse
konuşmalar bu minval üzre devam ederken sarışın bayan Frau Burggraf; "Biz
hastanemizde huzur istiyoruz siz ise huzuru bozuyorsunuz. Annenizi başka başka
bir odaya taşıyamayız ama siz annenizi alıp başka bir hastaneye ya da eve
götürebilirsiniz!" dedi. .Evet bana "Ananı da al git" demek
istemedi harbiden "Ya sev ya terket, ananı al git!" dedi..
Bu sefer
sendeleme sırası bana geldi diyeceğim ama bu sendeleme üstü bir olay! Bu resmen
belden aşağı vurmak, bu faul bu puştluk, bu şerefsizlik!!!
Yani, "Siz diyorsunuz ki; ya sizin telefon yasağınıza uyacak bu dediklerinizi
yutacağım, ya da yaklaşık 1(bir) aydır ameliyat terminini bekleyen ve eve
götürmem halinde başka bir spezial klinikte şansımız yaver giderse 1-3 ay arası
ameliyat termini alabileceğim ve acıları yüzünden ağlayan 77 yaşındaki bir
bayanın acıları üzerinden yaptığınız santajı kabul etmeyip annemi alıp
gideceğim, doğru mudur?"
"Aynen doğrudur! "dedi..
Bunun
üzerine, "Annemi kısa vadede başka bir yerde ameliyat ettiremiyeceğim için
geri adım atacağımı ama bunun hesabını soracağımı, bu yaşadıklarımı doküman
haline getirip kamuoyuyla paylaşacağımı(public) ve bunun hastanenin imajına
vereceği zararı hesaba katması gerektiğini" söyleyince; "İstediğini
yapabilirsin ne diyeceksin Fabricius Klinik'in yönetiminin ırkçı(Rasist)
olduğunu mu söyleyeceksin" dedi. Ve kendisinin iyi bir çevrede yetiştiğini
ırkçı(Rasist) olmadığını ilave edince "Bir çevrede yetiştiğiniz konusunda
sizinle hem fikirim" diyerek ironik bir cevap verdim ve sarışın bayan
ekrandan kayboldu gitti.
Tabii saz arkadaşları olan Beate Hemşire, 20 yıllık
tecrübeli hemşire ve iş elbisesi kamuflajlı(!) iki bodyguardını da alarak zafer
kazanmış bir eda, afra tafra ile geldikleri yere geri döndüler..
Ben ise
onurlu bir mağlubiyeti içime sindirememenin dayanılmaz sancısı, siniri ile
koridordaki koltuğa yığılmış tahminen tansiyonum nirvana yapmış halde
kalıverdim demek isterdim.. Daha kalp atışlarım normale bile dönemeden Libyalı
genç müslüman doktor yönetim(verwaltung) katından inerek üzgün ve mütereddit
bir yüz ifadesi ile yanıma geldi ve olabildiğince şefkatli bir ses tonu ile "Kardeşim(bruder), bana sana söyleme görevini verdiler. Yukarıdakiler
ameliyatı yapacak olan doktor Kohn'a durumu anlattılar" Şaşkınlıkla araya
girdim:" Kendi versiyonlarını tabii" dedim 'Evet' demedi ama sadece
sustu, ben mesajı almıştım zaten..
Dr. Kohn
demiş ki; "Eğer hastayı başka bir odaya transfer imkanı yoksa ve hasta
yakını bu konuda ısrarcı ise annesini ev götürmesinden başka çare yok"
Demek sarışın fare işi ameliyatı yapacak olan ve idari karar alma yetkisine
sahip olmayan doktora kadar taşıyarak tepkisel bir karar almam için beni
provoke etmeye bile yeltenmiş.. Kendi kendime dedim: "Oğlum Naim,
başkasının acısı üzerinden seninle poker oynayan zalimlerin oyununa gelme! Hele
bu başkası 77 yaşında, aylardır acıdan kıvranan, ağlayan annen ise karşınızdakinin
elinde beş benzemez de olsa çık oyundan!"
Çıktım
oyundan ve rahatladım. 'Oğlum Naim aferin sana sen bayağı olgunlaşmışsın' diye
kendime iltifatlar bile yaptım içimden!
Genç müslüman Libya asıllı doktora, "Dr Kohn bu ameliyatı yapmak istiyor mu?" "Evet!", "Dr. Kohn' a
güvenebilir miyim? ama kelimenin bütün anlamlarıyla? Doktorlar ekibine
güvenebilir miyim? Bu olup bitenler doktorlar ekibini annemin ameliyatını yapma
konusunda negatif etkilemiş olabilir mi?"
Cevap yine "Evet" olunca, "Onlara söyle, Annem burada kalıyor ve yarın ameliyat olacak!" dedim..
Bunun üzerine
genç Libya'lı müslüman "Ben yarın yokum ama anneniz bize emanet"
deyince günün en güzel haberini almanın sevinciyle rahatlamışken, "Anneniz
zaten ameliyattan sonra perşembe günü yani iki gün sonra odaya çıkacak o
zamanda onu başka bir odaya alırız" dediğinde kebap üstü künefe olmasa
bile soğanın cücüğünü yemiş gariban psikolojisi az önce yığıldığım koltuğa
biraz daha derli toplu oturdum.
Genç
müslüman doktor "Ben bu durumu hemşirelere söyleyip hemen geliyorum"
diyerek hemşire odasına doğru yola koyuldu. 'Keşke oturduğum koltuk hemşire
odasına bu kadar yakın olmasaydı!' dedim içimden; ne güzel annemi rahatça bırakıp
eve gidecektim. Sevincim neden kursağımda kaldı diye sorarsanız; Hemşire
odasından gelen "Nein nein", "Hayır hayır" seslerini pek
hayra yoramadım da ondan! Ayrıca hemen geliyorum diyen Libya'lı genç müslüman
doktor halâ gelmedi..
Bu
karmaşık duygular içinde odaya gittim. Annem, halâ olan bitenlere bir anlam
verememiş olacak ki; "Oğlum, yarın öbür gün bizim ziyaretçilerimiz de
gelir bir konuşsan onlarla!"
Onlar dediği diğer iki bayan hasta pencere
kenarında bir yandan yağan karı seyrediyor, bir yandan da kaynatıyorlardı. Az
biraz da yan gözle bizi dikizliyorlardı. Odada Türkçe konuşan 77 yaşındaki Müslüman Türk bayana dersini vermiş olmanın zaferini kazanmanın gururuyla süzüyorlardı
bizi.
Anama
bir şey diyemedim. "Ahh, anacığım biz bunlara daha telefonu kabul ettiremedik,
ziyaretçiyi nasıl söyleyeceğiz?" diyemedim. Alnından öperken "Her şey
düzelecek anacığım, sen ameliyat olacaksın, ağrıların geçecek ve seni Allah'a
emanet ediyorum" dedim. Çeketimi alıp çıkarken pencere önündekilere
"Annemi size emanet ediyorum, istemeden de olsa sebep olduğum şeyler için
üzgünüm!" dedim.
Ne
dersiniz? Annem, emin ellerde mi? Annemi rehin bıraktım diye kendi kendimi
yemekle abartıyor muyum?
Naim Okur, 06.05.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,
Takip et: @nokur