"Şimdi Davutoğlu’nun dilindeki toparlayıcı, ikna edici ve umut aşılayan mesajların bu kadar sahici, bu kadar sokaktan ve coşkulu olmasının onu bu hikayesiz seçimde oldukça güçlü kıldığı gözlemleniyor."
Yeni bir lider olarak Ahmet Davutoğlu’nun meydanlarla kurduğu ilişki gerçekten ilginç. Ekranın mesafeli soğukluğundan edinemeyeceğimiz, meydanın sıcak ortamında çok ilginç detaylar sunuyor bu ilişki. Bir hoca olarak Davutoğlu, talebeleriyle kurduğu sıcak, insani ilişkiyi meydana taşımış durumda.
Anadolu’nun dilini çok iyi bildiğinden mi, irticalen yaptığı konuşmalarında büyük siyasal söylevler yerine yerelin diline, sokağa, sıradan insana gerçekten değen ögelere ağırlık vermesinden mi, vaatler yerine kalabalıklarla söyleşir gibi yaptıklarını tek tek anlatabilmesinden mi, Davutoğlu’nun meydanda bir büyü yarattığı açık.
Dün gözleme imkânı bulduğum Bingöl ve Elazığ mitingleri bahsini ettiğim detaylar açısından oldukça öğretici idi.
Öncelikle uzun zaman sonra ilk kez hikâyesi olmayan bir seçim izliyoruz. Sokaklar ateşli değil, HDP ve MHP gibi iki farklı kutuptan siyasal çizgilerin birbirini itham etmesinin sosyolojik ve siyasal süreç açısından gerçekliği büyük oranda erimiş durumda. Bu sebeple her iki siyasal çizginin kendi doğal dilleri yerine hiçte sahip olmadıkları ve doğrusu çok da gerçekçi olmayan, imal edilmiş bir kuşku ve endişeler evreni üzerinden kitlelerini konsolide etme çabaları bu hikayesizlik ortamında bir miktar işe yaramış görünüyor. Buna Ak Partinin yarattığı ekonomik gerçeklik ve realizm siyasasına adaptasyonu da eklemek gerek. Kısaca her iki siyasal çizginin söylemi biraz ekonomik vaatler ekinde ‘Biz yoksak kaos var’ söyleminden ibaret.
CHP ise artık neredeyse arkaik sayılacak laiklik ve diğer siyasal tezler yerine, belki de ilk kez ekonomik bir popülizm üzerine kurduğu bir seçim kampanyası yürütüyor. Ve en sonunda hepsinin ortaklaştığı Recep Tayyip Erdoğan’a dönük neredeyse akıl dışı bir nefret yaratma ve körükleme söylemi.
Ak Parti'nin açıkladığı 100 maddelik sözleşme, yeni anayasa, başkanlık sistemi konuları, ülkenin sıçramasını engelleyen eski düzenin son çeperlerini kırmaya dönük önemli vizyonlar. Lakin bu dev konuların sokaktaki karşılığını anlatmanın zorlukları var. İşte bu zorlukları aşabilecek şey organik, sokak ile teması olan bir liderliği gerekli kılıyor.
Bu hikayesizlik belli ki herkesin işini epeyce zorlaştırmış durumda. Seçmen daha özel, daha kişiselleştirilmiş, kendisine daha direkt değen bir dil arıyor. Seçmen kendisini özel hissetmek istiyor.
Dolayısıyla burada en belirleyici etkenlerden biri şüphesiz yukarıda değindiğim lider ile seçmen arasındaki ilişkinin sıcaklığı ve organikliği. 22. Mitingini dün yapan Davutoğlu bu sıcaklığı yakalamış görünüyor. Salonların soğuk ve resmi ortamından meydanların coşkun siyasetine hızla adapte olmuş Hoca.
Dün gerek Bingöl, gerekse Elazığ’da Hoca'yı dinlerken, yörenin bir insanı olarak, bir cihaza veya kağıda bakmadan, irticalen konuşanın bir Bingöllü veya Elazığlı olduğu duygusunu oldukça sahici biçimde yaşadım.
Bir seçim mitinginden çok, bir vaat ve beyanattan çok, meydan ile hasbihal eden, yapıp edilenleri meydanın sık sık teyidi ile anlatan bir sıcak adam vardı kürsüde.
Bu tarz siyasi teması en sahici biçimde yapan liderlerden biri Rahmetli Özal’dı. Fatih'te üstü açık arabası ile veznecilere doğru elinde o yıllar henüz yeni kullanılmaya başlanan telsiz mikrofon, pencerelerden sarkan, balkonlara doluşmuş teyzelere, ablalara tonton bir amca gibi selam veriyor, atılan laflara övgülere cevap yetiştiriyor, arabanın yanı sıra yürüyen ben gibi onlarca genci tek tek muhatap alıyor, merhabalaşıyordu.
Özal ülkenin önüne yeni ufuklar koyan bir liderlik sergiledi. Ardından siyasi liderliğe yüksek bir çıta koyan Recep Tayyip Erdoğan geldi, sıcak olduğu kadar savaşçı, disiplinli ve direngen liderliği ile Erdoğan belediye başkanlığı döneminden başlayarak millette bir tür koruyucu, yol açıcı, tabu yıkan, millete çemkirmeye alışık bürokratik vesayet rejiminin hakkından gelen bir liderlik sergiledi. Meydanlara hemen her zaman coşkun bir siyasa vermeyi başardı, şartları zorlayan proje ve yaklaşımları ile meydanlara yer yer hırçın sayılabilecek coşkular yaşattı. Hiç şüphesiz Özal’ın da Erdoğan’ın da en büyük özellikleri Anadolu’nun kültür kodlarına derin hakimiyet ve nüfuzları idi.
Davutoğlu bu liderlik çizgisinin devamı niteliğinde, uzun ve yorucu bir eski-köhne düzen yıkımından sonra, bir inşacı lider pozisyonunda. Yıkım şüphesiz keskin sosyolojik taraflar üretir, ancak inşâ tam tersine güç birliğini ve işbirliğini ilzam eder.
Şimdi Davutoğlu’nun dilindeki toparlayıcı, ikna edici ve umut aşılayan mesajların bu kadar sahici, bu kadar sokaktan ve coşkulu olmasının onu bu hikayesiz seçimde oldukça güçlü kıldığı gözlemleniyor.
Mustafa Ekici, 09.05.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar
Takip et: @mustafaekici23
Önceki gün, Elazığ ve Bingöl mitinglerini yapan Başbakan Ahmet Davutoğlu, uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladı.
'CHP’nin Türkçe’ye yaptığını, HDP Kürtçe’ye yapıyor' 9 Mayıs 2015 Cumartesi 11:21
TRT Kurdi Kanal Koordinatörü Mustafa Ekici’nin de aralarında bulunduğu bir grup gazetecinin sorularını yanıtlayan Başbakan Davutoğlu, CHP’nin tek parti döneminde öz Türkçe mantığıyla Türkçe diline uyguladığı politikaları, HDP’nin de şimdi öz Kürtçe mantığıyla Kürtçe’ye uyguladığını söyledi.
“Türkçe’nin içindeki İslami jargonu yok etmek istediler, şimdi aynısını Kürtçe’ye yapmak istiyorlar. Kürtçe’yi özünden, İslami kökeninden, Kürtçeyle yazılmış İslam eserlerinden koparmak istiyor HDP” diyen Davutoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: “Dün ben bunu Muş’ta söyledim. CHP ile HDP’yi karşılaştırırken. Nasıl bizde CHP öz Türkçe adına, Türkçeyi katletti, tek parti döneminde. HDP de İslam kökenli Kürtçe ifadeleri çıkarıp, kendilerince bir Kürtçe çıkarıyorlar. İletişimde Kürtçeyi de kullanayım istedim. Halkın kullandığı dili anlıyor herkes. Bingöl Ağrı’yı anlıyor. Ama onların kullandığı dili kimse anlamıyor.”
“Kültür Bakanlığımız, Kürtçe klasik eserleri yayınlamaya başladı” diyen Davutoğlu, Mem û Zin adlı eserin ve Melayî Cizirî’nin divanının yayınlandığına dikkat çekti. Kürtçeyle ilgili daha çok üretimin ve diğer kamu kuruluşlarının da Kürtçe hizmet vermelerinin doğal seyrinde gerçekleşmesi gerektiğini söyleyen Davutoğlu, “En önemli şey psikolojik eşik. Ben Süleymaniye’de Dışişleri Bakanı olarak, Kürtçe hitap ettiğimde, bütün salon nasıl ayağa kalktı. Yaşlı başlı adamlar nasıl heyecanlandı. O psikolojik eşik geçildi. Normalleşme sürecine çoktan girildi. Mesela ben Doğu’da Kürtçe konuştuğum için, Batı da hiçbir tepki almıyorum” dedi.
HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılan Kürtçe Kur’an-ı Kerim mealiyle ilgili söylediği, “Tek nüsha basıldı, Cumhurbaşkanına yetiştirmek için” sözlerini hatırlattığımız Başbakan Ahmet Davutoğlu, bunun bir yalan olduğunu ifade etti. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından servis edilen ve koliler dolusu meal görüntülerinden oluşan fotoğrafları hatırlatan Başbakan Davutoğlu sözlerini şöyle sürdürdü:
“İşte Diyanet’in Kürtçe mealin on binlerce nüshasının fotoğrafları. Kolilerle Türkiye’ye dağıtıldı. Camiilere dağıtılıyor. Yarın Bitlis’te cuma namazından sonra Mellelerle görüşeceğim. İnşallah Siirt’e gidince de Tillo’ya gideceğim. Mellelerin büyük kısmını Diyanet kadrosuna aldık, bunlar Kürtçe ders veren, vaaz veren, halkla içiçe hocalar. Dikkat ederseniz ben hep güzel Türkçemiz ve güzel Kürtçemiz diyorum, Yunus Emre ve Feqîye Teyran’a atfen. Bazen telaffuz ederken sıkıntı yaşıyorum, Muş’ta söyledim. “Ey av û av ey av û av / ma tu bi 'işq û muhbetê / mewc û pêlan tavêy belav / bê sekne û bê rehetê.” Ey su, ey su sende mi dertlisin, sende mi aşıksın? Aynen, şu Yunus Emre’nin cennetin ırmakları akar Allah Allah deyu deyu dizelerindeki gibi.’
Bazı basın yayın organlarında dile getirilen Suriye’ye müdahale iddialarına da değinen Başbakan Davutoğlu, “Bunlar spekülatif şeylerdir. Bunların hiçbir karşılığı yoktur. Şu bir vaka. Suriye’de dengeler süratle değişiyor. Muhalifler gittikten sonra Lazkiye’ye baskıyı artırdılar. Öbür tarafta Güneyde de Kalamin’de ve Şam’ın etrafında, Suriye İsrail sınırında çok az bir yer kaldı rejimin elinde. Tümüyle muhaliflerin kontrolüne geçti. Hatta dün İsrail basınında bazı haberler çıktı. Esad Şam’dan Lazkiye’ye geçecek gibi. Biraz Suriye rejimi gittikçe sıkışıyor. Humus civarında bazı kazanımlar elde etti. Dengelerde ciddi değişiklikler var. Artık Nusayri gruplar Esad’a asker vermiyor. Hava kuvvetleri ile bombalayarak muhalifleri yok etmeye çalışıyor. Suriye içinde dengeler değişiyor da Türkiye için öyle bir şey söz konusu değil. Şu an herhangi bir şekilde Türkiye’nin müdahil olacağı bir durum söz konusu değil. Daiş, Fırat nehrinin doğusunda... Dikkatinizi çekmesi gereken husus şu: Suriye rejimi bütün bu süreçte Daiş’e hiçbir mermi dahi atmadı. Muhalifleri bombalıyor varil bombalarıyla, Daiş’e bir şey yapmıyor. Fırat’ın Doğusunu Daiş’e terk etti. Bu da onun şey stratejisini gösteriyor, savunmak istediği yerler sahil kesimleri, Nusayrilerin yaşadığı yerler. Suriye’yi savunmayı bırakıp, bu duruma geçtiler. Çok tehlikeli bir noktaya geliyor. Irak’ta Musul’u terk etmesi gibi ırak güçlerinin, Halep’te o anlamda bir ciddi geri çekilme var Esad açısından. Rusya ve İran’ın desteklerine rağmen kan kaybediyor. Lübnan Suriye sınırında da muhalifler çok ilerledi” dedi.
Seçim tartışmalarına da giren Başbakan Ahmet Davutoğlu, “En iyi kamuoyu yoklaması meydanlardır. Biz buraya insanları zorla getirmiyoruz, isteyerek geliyorlar” şeklinde konuştu. Davutoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: “2002’de Ak Parti yükselirken, Genç Parti vardı, onu parlatmaya çalıştılar. 2007’de Erkan Mumcu ayrılmıştı, DP tekrar kurulmaya çalışıldı, o parlatıldı. 2011’de CHP’de Baykal gitti, Kılıçdaroğlu geldi, CHP parlatılmaya çalışıldı. Bu seçimde de HDP üzerinden, CHP’yi de HDP ile parlatmaya çalışıyorlar. Buna rağmen bakın Niğde’ye Kılıçdaroğlu gitti, iki gün sonra ben gittim, iki resmi yan yana koyun. Ben bugün Elazığda’ydım, yarın Demirtaş gelecek, yine iki resmi yan yana koyun. Ben Çankırı’daydım Bahçeli de Çankırı’ya gitti, resimleri yan yana koyun, coşkuyu yan yana koyun. Anketlerde bize intikal eden bir düşme de zaten yok. Şu an 22’inci mitingimi yapıyorum, Bahçeli’nin 3 veya 4’üncü, Kılıçdaroğlu’nun belki 10’uncu, bilemiyorum, toplam bütün muhalefet kadar miting yaptık, hiçbir mitingimiz vasat bile değil.”
Seçimleri karıştırmak isteyen çevrelere de göndermeler yapan Başbakan Davutoğlu, bu seçimleri karıştırmak isteyen çevrelerin, seçimle ilgili tehditlerini geçen sefer yaptığına vurgu yaparak, sözlerine şöyle devam etti:
“Gezi operasyonları, 17 - 25 Aralık operasyonları da bu 3 seçimi birden riske etmek içindi. Bu seçime yönelik en ciddi operasyon 6 - 7 Ekim olaylarıydı. Tam da bizim hükümetin yeni zamanları, o olaylarla Türkiye’de bir kaotik hava yaratmak ve seçime giderken, büyük bir güvensizlik hali yaratmak istediler. Açıkçası biz onu iyi yönettik. Bir taraftan iç güvenlik yasası reformunu çıkartıp, kamu düzeninden taviz vermeyeceğimizi gösterdik. Bir taraftan çözüm sürecinde ne kadar kararlı olduğumuzu gösterdik her fırsatta."
"Ama tabii seçime kadar yine bir takım tuzaklar, bir takım çalışmalar her an olabilir. Ama genelde baktığımızda, 7 Haziran’a dönük olarak spesifik bir tehditten çok başka bir durum var. Doğu’da örgüt baskısı, Batı’da da özellikle medya üzerinden, uluslararası medya üzerinden oluşturulmaya çalışılan algı operasyonlarıyla, hiç gündemde olmayan, kimsenin aklına yatamayan koalisyon tartışmalarını gündeme getirerek, operasyon yapmaya çalışıyorlar. Ama tabii bunların başarılı olması mümkün değil. Dün tv programında söyledim, düşünün, biz esnaflara sıfır faizli kredi verdik, doğan medyası, kartel medyası, bizi günlerce popülizm yapıyorlar, ekonomiyi riske ediyorlar, diye yazdı. Şimdi Kılıçdaroğlu, 150 milyarlık bir yük getiriyor bütçeye vaatleriyle, yüzde 10.8 bütçe açığı demek bu, hiç olumsuz bir haber çıkmıyor. Aksine halkın cebine 150 milyar girecek, diye haber yapıyorlar."
"O 150 milyarı bulman için, halkın cebinden vergi toplaman lazım önce. Bunlar hep, bir ümit acaba Ak Parti’nin gücü zayıflatılabilir mi, girişimleriydi. Çok ciddi bir sınavdan geçtik, Gezi’de Ak Parti’nin dengesini bozmaya çalıştılar, 17 - 25 Aralıkla Cumhurbaşkanımızın dengesini bozmaya çalıştılar. 30 Marttan sonra Ak Parti içinde bir ihtilaf beklediler, kim Cumhurbaşkanı olacak çerçevesinde bir ihtilaf. Cumhurbaşkanlığından sonra, kim Başbakan olacak, mutlaka birbirlerine girecekler, mutlaka ihtilaf çıkacak beklentisine girdiler. Yeni hükümet kurduk, Başbakan değişti, Cumhurbaşkanı değişti, bu sefer 3 döneme takılan arkadaşlarımız üzerinden bir ihtilaf beklediler. Allah'a şükür, tek bir fire vermedik, biz bütün bunları, tam bir siyasi olgunlukla, bütün bu mayınları, birer birer hiçbirine basmadan, geçtik. Tam 2 yıl oldu, Gezi’den bu yana kaç mayın koydular önümüze, kaç mayın, hiç birine basmadan geçtik. Ben 7 Haziran seçimlerinin artık herhangi bir istikrarsızlığa izin verecek şekilde sonuçlanmayacağı kanaatindeyim. Meydanda gördüğüm bu. 3 tane kritere bakıyorum, gözlemci olarak, kendimi kenara çekip bakıyorum, katılımcı olarak değil."
1’incisi katılım, Elhamdüllillah, şimdiye kadar 22 mitingin hiçbirinde acaba istediğimiz gibi bir katılım var mı sorusuyla karşılaşmadık. 2’incisi katılımdaki coşku. Katılımda en coşkulu mitingleri Ak Parti yapıyor. 3’üncüsü miting öncesi ve sonrası şehirdeki atmosfer. Elazığ’da miting yaptık, şehir sokakları doluydu, gittim orada merkezdeki camiide namaz kılmaya, namaz kılıp çıktık, kimseye haber etmeden, Hafız Abdullah Efendi diye biri var, 100 yaşında neredeyse, onu ziyarete gittim, bütün sokaklar doluydu, bu coşku da var. Seçime giderken, böylesine atmosferin olduğu bir yerde hiç bir tuzak tutmaz. İnandırıcı da olmaz.”
http://m.haber10.com/haber/615679/