"Ben baş müridime neyin ne olduğunu sorar görünürken onu imtihan ettiğimi anlıyorsundur herhalde? Zira bilgisizlik bizden uzaktır."
Çok
zamandır sükut ettiğimden şekvâ eden kimi dostlar oldu. Şekvâlarında haksız
sayılmamakla beraber benim dahi dinlenme ihtiyacım olduğuna kendileri de hak
verecektir. Neyleyeceksiniz ki, insan denen canlı varlık tüm canlı varlıklar
gibi bir takım noksanlarla mücehhezdir. Yemeye, içmeye, uyumaya, dinlenmeye
ihtiyaç duyması gibi durumlar işbu noksanlıklardan sayabileceğimiz bir kaçıdır.
Hal böyle olunca bizim dahi bu noksanlardan beri olmamızın imkânı olmadığını
söylemek fazlalık olsa gerek. Fazlalıklardan uzak durmanın gereği bedihi iken
uzattıkça uzatmanın manası nedir? Denilse, cevabımız sükut olur.
Yazı İşleri Müdürlüğü'nden arkadaşlar sık sık girişleri uzattığım yönünde şikâyet
ediyorlar benim bu lüzumsuz uzunluklarımdan ötürü pek mühim haberlerden bir
kısmını yayınlayacak yer bulamıyorlarmış.
Söylemesi ayıp değil, mevkutemizin
sahibi oldukça yakinim olduğu için yazılarıma dokunamıyorlar. Ve evet kimi
mühim haberleri yayınlayamıyorlarmış. Konuya doğrudan doğruya girmiyormuş,
uzattıkça uzatıyormuşum. Yorgunluğum da bundan imiş.
Efendim, herkesin bir
yoğurt yiyiş şekli vardır. Benim kârilerim -aman ha.. kâri okuyucu demektir,
bunu belirtmemin nedeni, geçende redaktörlerden birinin yaptığı ukalalıktır.
Güya ben hem “karı” sözcüğünü yazmayı bilmiyormuşum, hem de tümce içinde yanlış
kullanmışmışım. Kâri sözcüğünün okuyucu anlamına geldiğini bilmeyenlerden
redaktör yapılırsa “pir” sözcüğünü de pire okuyan allamelerin kasıla kasıla
gezmesinde sakınca yoktur. Olamaz da. Sözü yine uzattık, benim de bir yoğurt
yiyişim var ve kârilerim de- bu yoğurt yiyişten herhangi bir şikâyette
bulunmamışlardır. Hani bulunmuş olsa haberimiz olur. Hem mevkutenin sahibi de
her hangi bir uyarıda bulunmadığına göre size ne oluyor? Kraldan fazla kralcı
olmayın beyefendiler. Olduğunuz yerlerin muhkemliği iki dudağım arasındadır
bilesiniz.
Mevkutemizin sahibiyle geçen akşam birlikteydik. Beni pek bir övdü.
O överken ben içimden “Eyvah.. yine gudubet bir işi yükleyecek boynuma!” dedim.
Evet, övgülerle söze başladı mı ardından kesin hazzetmediğim bir şeyi yapmamı
isteyecektir. Ya bir ünlünün resimlerini çekmemi isteyecek -star dünyasını
oldum olası sevmedim- ya bir asparagas haberi çıkarıp yayılmasını sağlayan
kişileri bulmam için hafiyecilik teklif edecektir. Bakmayın teklif dediğime.
Düpedüz emredecektir. Güya teklifmiş gibi yapar. Ben de ister istemez kabul
edeceğim. işsiz güçsüz sağda solda gezecek yaşa gelmedik henüz.
Her neyse akşam
yemeğinde bir akıl hastahanesinde ilginç bir kişi olduğunu, onunla röportaj
yapıp yapamayacağımı sordu. Bu adam iyiden iyiye beni muhabir yaptı. Oysa
anlaşmamızda bir odam olacak ve mevkutede bir köşem olacaktı. Hem o odaya da
istediğim zaman gelecektim. Bazen araştırmacılık türü şeyler yapma hevesim
tutar, öyle bir şey için koştururum, buna zaman bulmak için şart koşmuştum
sürekli odamda olmamayı. Arkadaşım bunun bir tür araştırmacı gazetecilik örneği
olacağını söyledi. Aramızda özetle şöyle bir
konuşma geçti.
Sahib-i Mevkute- Fikri bak tam senlik bir mesele..
iki ilginç tip. Doktor arkadaşlar şaşırmışlar. Biri kendisinin Said-i Kürdi
olduğunu söylüyormuş, diğeri de onun baş müridi imiş.
Fikri Muhayyer- Şu bizim ressam mı?
Sahib-i Mevkute- Yok.. keşke o olsa.
Fikri Muhayyer- Ya patron kendini Allah bilen
bir sürü deli var.. bunda tuhaflık nerede. Bana ne kendini Said-i Nursi
sanandan.
Sahib-i Mevkute- Said-i Nursi değil. Said-i Kürdi
Fikri Muhayyer- İkisi aynı değil mi?
Sahib-i Mevkute- Öyle.. Ama bu ilk evresi imiş.
Henüz Nursi olmamış. O yüzden kendisine Nursi diyemezmiş.
Fikri Muhayyer- Tamam da patron bunda ilginç
olan ne? Hani psikolog olsam ilginç bir vak'a diyeyim de ilgileneyim.
Muhabirlik, muharrirlik açısından ilginç olan ne var bu olayda?
Sahib-i Mevkute- Öyle deme. Bak şimdi, bu adamı
Barla da bir ağaçta tünemiş halde bulmuşlar. Yanında da onun baş müridi olan ve
kendisinin de ağlayan vaiz olduğunu söyleyen varmış. Onun maişetini,
ihtiyaçlarını karşılıyormuş. Sadece ağlıyormuş.
Fikri Muhayyer- İkisi de tanıdık birilerini
taklit ediyor ne var bunda?
Sahib-i Mevkute- Kendine Said-i Kürdi diyen adam
risalelerin tamamını, kelimesi kelimesine biliyormuş.. noktası virgülüne kadar.
60 yaşında bir adam.
Fikri Muhayyer- Onca kitabı ezberlemeye
uğraşmış sonunda da tırlatmış.. hepsi bu.
Sahib-i Mevkute- Bunlar ilginç değil.. kabul.. ya
bunlara inananlar olduğunu söylesem.
Fikri Muhayyer- İnsanlar neye inanmıyor ki..
fare olarak geldiklerine inanıp fareye tapanlar var.. patron cidden
hezeyanlarla uğraşacak vaktim yok!
Sahib-i Mevkute- Tamam.. son söz.. ya güzel
ülkemiz Şakamonya’nın en ciddi vakıflardan biri olan Şakamonya Sazanlar
Vakfı’nın “zorla hocamızı alı koymak” iddiasıyla hastahane aleyhine dava
açtığını söylersem?!
“Ne!”
diye bağırdığımı ve güzide lokantadaki onca insanın bizim masamıza baktığını
zar zor hatırlıyorum. Lokantadan fırlayıp çıkmıştım. Ne kadar gittiğimi
hatırlamıyorum, birden durdum. Hastahanenin adını almamıştım. Soluk soluğa
lokantaya vardım. Daha kapıya varır varmaz kapı önündeki görevli bir pusula
uzattı bana. Aldım baktım. Adres ve ad. Başhekim'le görüştüm. Çok sevindi. Zira
zor durumdaydı. Aleyhinde kumpas davası açılmıştı hastahanenin.
Bir de Şakamonya Sazanlar
Vakfı'nın yayın organları olmadık sahte ve çarpıtma tezviratla saldırıları
vardı. Ben ne yapıyordum? Nerede yaşıyordum ki, böyle büyük bir olayın farkında
değildim.
Kendime kızdım başhekim anlatırken. Kalın bir dosya verdi.
Çarpıtmalara, iftiralara ilişkin tezviratla ilgili. Başhekim oldukça
bilimsel bir şeyler söylüyordu. Duymuyordum. Dosyayı kaba taslak inceledim. Hastahaneye
adımını ziyaretçi olarak atmayan nice insan yeminle hastahanede tutulduğunu
söylemişlerdi.
Hinlik şurada ki, hastahanenin bulunduğu kentle ilgili bilgisi
bile yanlış olan niceleri zorla tutulduklarını, mal varlıklarına konmak
istendiğini söylüyordu. Neyse ki, yanlış adreslerle haberler yalanlanabilmişti.
Kimi varislerin babalarından, analarından mallarını yaşarken elde etme
sevdasıyla yaptıkları eylemler de hastahane yönetimine mal edilmeye
çalışılmıştı. Ki, bu haldeki bazı insaflılar bunların yalan olduğunu ayan beyan
belirtmişlerdi.
Dosyada
kendisinin 'Said-i Kürdi' olduğunu söyleyen adamla 'Ağlayan Vaiz' olduğunu söyleyen
kişinin fotoğrafları vardı. Bilindik kişilerle fiziksel hiçbir benzerlikleri
söz konusu değildi. Baş hekimden o hastalarla görüştürmesini rica ettim.
Yapacağım röportaj sayesinde rahat bir soluk alacaklarını ima ettim. Adam
sevindi.
Derhal o iki kişinin tutuldukları odaya götürüldüm. Kapıda iki
güvenlikçi vardı. Bana oldukça ters ters baktılar. Hekime de bir tuhaf
baktıklarını söyleyebilirim. Belki de bana öyle gelmiştir. Ama yine de gözüm
tutmamıştı bunları. Görüşmeden sonra Başhekim'e kapıdaki güvenlikçilere yönelik
sezgilerimi söylemeye karar verdim, açılan kapıdan baş hekimin ardından girdim.
Kendisine 'Said-i Kürdi' diyen adam pencere kenarındaki yatakta bağdaş kurmuş
oturuyordu. Ağlayan Vaiz denen kişi de yatağın hemen ayak ucunda yere bağdaş
kurmuş yataktaki adama bakıyordu. Bizim odadan girişimize karşı en ufacık tepki
vermediler. Başhekim başını salladı çıkıp gitti.
Bir süre ayakta durdum. Sonra
öteki yatağa oturdum. Said-i Kürdi pencereden dışarı bakıyordu. Ne diyeceğim,
nereden başlayacağımı düşünüp durdum.
Genelde
bu tipler kendilerinin her şeyi bildiğini duymaktan haz aldıklarını bildiğim
için, hafif bir öksürüğün ardından, dedim:
Fikri Muhayyer- Söylememe gerek yok.. sanırım
benim kim olduğumu, ne iş yaptığımı buraya gelmeden önce biliyordunuz. Eğer
uygun görürseniz sizinle bir röportaj yapmak istiyorum. Ki, tilmizleriniz sizin
için meraklanmaktadırlar. Ben günlük bir mevkutenin başyazarıyım. Adım Fikri
Muhayyer
Said-i Kürdi- Beli.. biz seni yakinen biliriz Fikri
Muhayyer. Hem çok yakinen biliriz. Öyle ki Ressamla yaptığın söyleşiden
bile haberimiz vardır.( Bakınız,;"Bir Ressamla Röportaj - Seksenbirinci-")
Fikri Muhayyer- Her ne kadar bana sizin
kendinizi Said-i Kürdi diye tanıttığınızı söyledilerse de ben bizzat sizden
duymak isterim. Siz gerçekten Said-i Kürdi olduğunuza inanıyor musunuz? Yoksa
latife olsun için mi böyle diyorsunuz?
Ağlayan
Vaiz yerinden kalkacak gibi hamle yaptı. Yataktaki adamın göz işareti ile
kalkmaktan vazgeçip ağlamaklı bir sesle dedi:
Ağlayan Vaiz- Sus bire cahil.. bire zındık..
sen nasıl olur da 'Ebedi Kâinat İmamı'na latife yapmayla itham edersin?
Hafazanallah çarpılırsın.
Said-i
Kürdi kaşlarını çatarak baktı ağlayan vaize. Ağlayan Vaiz başını göğsüne düşürüp
öylece kaldı.
Said-i Kürdi- Ben inanmıyor, Said-i Kürdi
olduğumu biliyorum. İnanç, henüz ilm-i ledüne erişememişlerin, levh-i mahfuza
ulaşamayanların hallerindendir. Şuan seni nasıl biliyorsam, varlığını iman
ötesi görüyorsam kendimi de öyle biliyor, görüyorum.
Fikri Muhayyer- Peki niye Said-i Kürdi
diyorsunuz? Siz başka bir adla meşhursunuz, onu niye zikretmiyorsunuz?
Said-i Kürdi- Henüz o safhada değilim. Frenk
eriği frenk eriği olmadan önce tohumdur. Kimse o tohuma kalkıp frenk eriği
demez. Frenk eriği halini alınca da kimse tohum demez. Şimdi söyle ne
istiyorsun?
Fikri Muhayyer- Röportaj yapmak istiyorum.
Said-i Kürdi- Buyur!
Fikri Muhayyer- Öncelikle benimle görüşmeyi
kabul ettiğiniz için size teşekkürlerimi sunuyorum. Ve bütün samimiyetimle
söylüyorum ki, hiçbir art niyet taşımadan, herhangi bir yere çekilmesine fırsat
verilmeyecek sorular yönelteceğim. Her ne kadar soracağım soruların bir yerlere
çekilmesine fırsat verecek cinsten olmadığına kendim kani olsam da size yönelttiğim
soru sizce bir taraflara çekilecek olarak değerlendirirse bunu söyleyeceksiniz
ben de o soruyu sormamış olacağım. Ve siz de sorularıma hiç dolambaçlı yollara
gitmeden cevap vermeyi taahhüt ediyorsanız sorulara başlayabiliriz. Yok, kabul
etmezseniz de bir bardak çayınızı içmiş olarak...
Said-i Kürdi- Olmadı.. daha baştan nakıs
konuştunuz.. bu içtiğiniz beşinci bardak...
Fikri Muhayyer- Özür dilerim.. ben lafın gelişi
olarak demiştim.
Said-i Kürdi- Beli.. böyle bir murat ile
söylediniz. Emme badu.. siz hiçbir tarafa çekilmeyen sözler sarf edecektiniz,
dosdoğru söyleyecektiniz. İmdi sizin lafın gelişi olarak söylediğiniz bir
bardak çay ifadesini kimi zındıkalar ve dahi muarızlar bizim cimri olduğumuza
yoracaklar, bunun tezviratını yapacaklar. Ki buna fırsat vermeyeceğinizi baştan
belirttiniz.
Fikri Muhayyer- Haklısınız, öyle ise düzelterek
devam edip sözlerimi bitireyim, yok eğer kabul etmezseniz altı bardak -bu
altıncı bardak- çayınızı içip sohbet etmiş olarak ayrılırım. Ne diyorsunuz?
Said-i Kürdi- Kabul ediyorum. Siz herhangi bir
tarafa çekilmeyecek sualler tevdi edeceksiniz, dobra dobra sorular
yönelteceksiniz, ben dahi dolambaçlı cevaplar vermekten imtina edeceğim. Şimdi
sorun bakalım?
Fikri Muhayyer- Biliyorsunuz müritleriniz sizi
başlangıçtan beri 'hatadan beri' bilirler. Her şeyi bilen biri olarak görür,
tanır, tanıtmaya gayret ederler. Oysa siz eski hayatınızı iki evreye
ayırıyorsunuz.
Said-i Kürdi- (Ağlayan Vaize) Bu evre ne? Lastik gibi bir
yere çekilen cinsinden midir?
Ağlayan Vaiz- Affınıza mahsuben şey edeyim..
safha manasına kullanılan bir kelamdır.
Said-i Kürdi- Anladım. Doğrudur benim bir
cahiliye dönemim olmuştur. Fakat seven sevdiğini noksanlardan beri görmeyi
sever, bu yüzden şakirtlerim bana cahiliye dönemimi yakıştıramazlar, cehaleti
bana uygun bulmazlar. Ki, ben dahi yakıştırmamışımdır cahilliği. Yok
hükmündedir. Hatta bir benzetme yaparsak resullere vahiy gelmeden önceki
hallerine benzetilebilir. Onların da cahiliye dönemleri olmuştur. Bundan daha
tabii ne olabilir.
Fikri Muhayyer- Dobra dobra doğrudan doğruya
soracağımı söylemiştim. Bu örneğiniz de çok iyi oldu. Siz gerçekten okumayı
yazmayı bilmiyor musunuz? Sadece okumayı mı biliyorsunuz? Böyle olsa bile bu
olaya niçin vurgu yapıyorsunuz? Yani niçin ilk vahiyle karşılaşan son resulün
meşhur söyleyişine benzer bir biçimde “ümmiyim” anlamına gelen sözleri sarf
ediyorsunuz?
Said-i Kürdi- Beli ben tedrisat bağlamında
ümmiyim. Yani bir eğitim almışlığım yoktur.
Fikri Muhayyer- Bu hal kendi kendinize
okuma-yazmayı öğrenmeye engel bir durum mudur? Bir mektebe gitmemiş olmasanız
bile öğrenmiş olabilirsiniz. Sanırım okumayı biliyor yazması bilmiyorsunuz?
Said-i Kürdi- Beli. Yazmayı bilmem.
Fikri Muhayyer- Neyi bilip neyi bilmediğinizin
peşinde değilim. Niçin buna aşırı bir vurgu yapıldığıdır? Bir şeyler çağrıştırdığı
kesin. Örneğin bana bu sözünüz “Ben ümmiyim” ifadesini çağrıştırıyor. Bu kasıt
var mı? Hem madem konuşmamızın başında sizinle anlaştık, hasbi sorulacak siz de
hasbi cevap verecektiniz. Anlaşmaya sadık kalarak cevaplar mısınız?
Said-i Kürdi- Bir şeyleri tedai ettirmesi için
söylenmemiştir. Amma birilerinde niçin böyle bir tedai ettiriyor diye de
kimseyi suçlayamam. Hiç kimesnenin tedailerine veche tayini yapacak değiliz.
Hem bu muhaldir.
Fikri Muhayyer- Anlıyorum. Yani mürşid uçmaz
mürit uçurur gibi bir şey?
Said-i Kürdi- Bu dahi sizin tefsirinizdir.
Fikri Muhayyer- Anlıyorum. Peki sizin Said-i
Kürdi olduğunuza deliliniz nedir? Ressam meselesini bildiğinizi söylediniz.
Ressam da 81. olduğunu söylüyordu. Hanginize niye inanalım?
Said-i Kürdi- Bu sizin bileceğiniz iş. Bu
sizlerin nakıslığı. İnanıp inanmamakta hürsünüz. İnanmayan kaybeder. Resullere
inanmayanların kaybettiği gibi.
Fikri Muhayyer- İyi ama resullerin resul
olduklarına ilişkin bir takım deliller ortaya koydukları da gerçeklik. Yani
kendi paradigmaları içinde.
Said-i Kürdi- (Ağlayan Vaiz'e) Bu son söylediği
şey küfür müdür? Lastik midir?
Ağlayan Vaiz- Kendi kıstasları içinde demek
istiyor.
Said-i Kürdi- Ben baş müridime neyin ne
olduğunu sorar görünürken onu imtihan ettiğimi anlıyorsundur herhalde? Zira
bilgisizlik bizden uzaktır.
Fikri Muhayyer- Bu bir çelişki olmaz mı? Hani
kendiniz bir cahiliye döneminizden söz ediyorsunuz ya.. ona istinaden,
söylüyorum.
Said-i Kürdi- Bu lastikli bir sual. Buna cevap
vermiyorum.
Fikri Muhayyer- Olur. Peki siz İslam Davası
için başınızı verdiğinizi, başınızı vereceğinizi söylerken ve yüce Kur’anda Ankebut suresi 57. Ayette “Her nefis ölümü tadacaktır” buyrulurken, kendi
ölümsüzlüğünüzü nasıl açıklıyorsunuz? Bu İslam'a muhalif bir görüş değil mi?
Said-i Kürdi- “Rabbimiz! Bizi iki kez öldürdün, iki kez
dirilttin.” Mümin 11. ayeti duymadın mı?
Fikri Muhayyer- Bu ayetin tefsiri tekrar
gelineceği midir? Yoksa insanın doğum halini anlatan mıdır? Hem niye gelinsin
ki? İnsan tekrar tekrar niye gönderilsin?
Said-i Kürdi- Tekamül için.
Fikri Muhayyer- İşin içine tekamül girerse
sizin bütün teziniz çürümez mi? Kıyamete kadar eserlerinizin kuşatıcılığını
söylediğinizi hatırlamıyor olamazsınız?
Said-i Kürdi- Ben tekamül etmek için gelmedim.
Fikri Muhayyer- Ama daha şimdi tekrar tekrar
gelişin tekamül için olduğunu söylediniz.
Said-i Kürdi- Beli. Fakat bu bir veçhi idi.
Fikri Muhayyer- Peki siz niye tekrar
gönderildiniz?
Said-i Kürdi- Denetlemek için.
Fikri Muhayyer- Neyi denetlemek için? Hem bir
delil desem?
Said-i Kürdi- Bu dahi dolambaçlı bir sualdir.
Cevaplamıyorum.
Fikri Muhayyer- 1800’lü yıllardaki Said-i
Kürdi’nin akıl hastahanesine kapatıldığını biliyorsunuzdur? Abdulhamit’e karşı
gelip evhamlarla yüklü istekte bulunduğunuzdan dolayı böyle bir şey olduğu
iddia edilir. Şimdi de bir akıl hastahanesindesiniz. Her gelişinizde bir akıl
hastahanesi evreniz olduğundan mı kaynaklanıyor bu durum? Bunu nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Said-i Kürdi- Muarızlarım her dem olacaktır.
Resullerin de muarızları onları delilikle suçlamışlardır. Ellerinden gelse
onları da akıl hastahanesine kapatırlardı.
Fikri Muhayyer- Peki hiç kendinizden kuşku
duymuyor musunuz? Yani bunlar birer vehim, yanılsama olamaz mı? Hani
peygamberimize ilk vahiy geldiğinde şaşırmış, delirdiğini düşünmüş, yorganların
altına girmiş.. siz böyle haller yaşadınız mı? Yaşamadıysanız bu emniyetin
kaynağı nedir?
Said-i Kürdi- Böyle haller yaşamadım. Yaşamamın
imkânı da yoktur. Çünkü Allah ile benim aramda aracı yoktur. İmdi, bir adam,
meselen çakmağı görmemiş bir adama çakmağı anlatsak sonra ona çakmağı göstersek
nasıl bir hale gelir? Kendinden ateş çıkaran bir şeyi gören nasıl da şaşırır.
Gözlerine inanamaz. Oysa bizzat çakmağı yapmış kişi şaşırır mı? Çakmağı bizzat
gören görmeden inanan birinin gösterdiği tepkileri gösterir mi? hayır. işte
durum bundan ibaret.
Fikri Muhayyer- Dediğin doğru. Ama şöyle bir
şey de var. İnsanın zihni, aklı adına ne denirse densin insanın kendisine
oyunlar oynar. Suya batırılan bir kalemin kırık görünmesi insanını gözünün
insana oynadığı bir oyun gibi akılda böyle oyunlar oynuyor. Böyle olup
olmadığını nasıl bileceğiz? Ya sizin aklınız size oyun oynuyorsa ya vehimler
içindeyseniz? Bunu nasıl bileceğiz.
Said-i Kürdi- Ben vehim olmadığını biliyorum.
Ama bunu size gösteremem. Ya inanır ya inanmazsınız. Malum olduğu üzere inanç
bilgiden beridir. Ötede bir şeydir.
Fikri Muhayyer- Bilgisiz inanç zandan ibaret
değil midir? Hem zan kınanmamış mıdır?
Said-i Kürdi- Allah senden hidayeti kesmiş, sen
zehirlenmişsin. Sana yapacak bir şey yok. Biraz dinlenmem gerekiyor. O yüzden
bu sohbet burada bitmiştir.
Kapı
dışarı edildim. Kendimi gazeteye zor attım. Adam öyle olduğuna inanıyor ve
yapacak bir şey yok. Kendisi gibi inanmayanları da zehirlenmiş olarak görüyor.
Ben de onların içtiği sudan mı içsem..
Fikri Muhayyer, 10.05.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, İronik Felsefe, Mizah