***
Türkiye ile bağlı olup, köksüz olmanın, kökünü bulmanın ve kökünden koparılmış olmanın bir arada yaşattığı hisle, bana Türkçe bildiğini belli eden bir Türk Ermenisi daha görmeye dayanamayacağım artık.
"Benim annanem Türk ben burada doğdum" vs diyen bir Türk kökenli Amerikalı gördüğümde o eziklik olmuyor... Ne o kişi de ne bende. Bir kişiye daha sormayacağım... Nerden biliyorsun "çojuk" kelimesini demiyeceğim... Ben artık onları görünce hissediyorum, tanıyorum...
Suriye'den, Irak'tan geçip gelmiş ve o Amerikan pasaportunu taşıyan nesil olana kadar çile çekmiş... Oralardaki koşullarda hayatını sürdüremeyip çeşitli yerlerde dolaşıp en sonunda Amerika'ya gelen Ermeniler...
***
Beni Ermenistan'ın ne kadar yoksul olduğu da, bu yoksulluk nedeniyle Amerika'ya göç eden nüfusunun oranı da ilgilendirmiyor. Onlar, Türkiye'den göç edenler gibi, normal koşullar ile bir seçim yapmışlar. Benim ile bir ilgisi yok. Benle ilgisi olanlar farklı...
***
"Annem de babam da akıcı Türkçe konuşurlar 'ama' ben Ermeniyim" diyen ve kızıma "çojuk" diye seslenen genç kadın... Ailesi Halep'e kaçıp ordan Amerika'ya yerleşmiş o kadın... Elindeki ABD pasaportunun, aidiyet hissini tatmin etmediğini gördüğüm, o içsel kök karmaşasını hissettiğim kadın... Türkiye'nin neresinden olduğumu merakla soran o kadın...
Belki dedelerinin büyükannelerinin kovulduğu Harput civarlarındanımdır diye merakla soran o kadın... Harput, Halep, Los Angeles serüveni ile bugün bana yaklaşan o kadın...
***
Los Angeles'a kızımla vardığımda havaalanı yakınındaki araç kiralama istasyonlarından birindeki büfeciğin sahibi adam... Bana "bunca yıldır işçi olarak çalıştım şimdi kendim için çalışıyorum" diyerek kızım Duru'ya beğendiği ve bırakmak istemediği çocuk çantasını hediye eden adam...
***
Super Cut kuaför zincirinin birinde, Duru'nun saçını keserken nereli olduğunu sorduğum bir diğer kadın... "Komşunuz Irak'tanım" derken ...isyan ekli soyadını görüp "Ermeni misiniz" diye sorduğumda "önce Suriye sonra Irak" cevabından mevzuyu çözdüğüm o kadın...
***
Yüzünün etnik hatları bizim oralardan, hafif bir Doğu rüzgarını hissettiriyor. Tüm bu insanları dünyanın her yerinde görmüş olmanın verdiği ağırlıkla bir tane daha taşıyamayacak yerdeyim artık. Gözlerim doluyor. Üzgün olduğumu söylüyorum.
Ne diyor anlamıyorum. Duyamıyorum. "Olan oldu önemli değil" demeye getirdiğini hissediyorum.
***
Biz kendi uçağımıza biniyoruz. Türkiye'deki Ermeni yazar çizeri düşünüyorum. Aile hikayelerini merak ediyorum o an. Hırant Dink'i hatırlıyorum. Üstünü örten işbirliğini hatırlıyorum. Fethiye Çetin'i hatırlıyorum. Nedim Şener'i hatırlıyorum...
***
Bu insanlara vatandaşlık verilse mesela? Ve bu topraklardaki köklerine ilişkin haklarını, riyasızca sunabilsek... Diye geçiyor aklımdan.
***
Bu düşüncelerle Türkiye'deki evimize vardığımda anneme anlatıyorum yine... "Onlar da öldürdüler" diyor... "Hepsi değil ki" diye ekliyerek. "Bütün Türkler de bunu yapmış değil ki" diyor... Annemin vicdanı da buna sığınıyor.
İstediğiniz kadar Ermeni çetelerin katliamını anlatın, ben rahat edemiyorum. Ruslar ile olan işbirliğine atıflar doğru ve üzücü de olsa eksik kalıyor.
Bu hikayeleri bilmeden olmaz. Ben bir orta yolu içten diliyorum. İster uluslararası hukuk tanımı içinde soykırım demeden olsun ister kendi tarihi gerçeğe uygun tezimizi de çiğnemeden olsun ama bir şekilde birşey olsun istiyorum.
24 Nisan'da Los Angeles'ta 100. Yıl anmalarında gördüğün gençlerden birinin tişörtünü hatırlıyorum. "Armenian studenst remember and demand" yazıyordu. Hatırlıyor ve talep ediyorlar...
Ermenilere yapılandan utandığını anlatan Türk dedeler de tanıyorum. Bu nesillerin üzerinde bu ağırlık kalmamalı.
Serra Karaçam, 10.05.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Medya Müfettişi