"Aslında kanserin onların beyinlerinde olduğunu düşünüyorum; bu öyle bir kanser ki ne kemoterapi dertlerine deva olabilir ne de radyoterapi..."
Gazetelerin çoğu haberi “Gabriel Garcia Marquez Bunadı” şeklinde vermiş; ne edepsiz ne laubali ne kaba ne merhametten uzak bir başlık bu. İçim acıdı…
Mesele şu; Gabriel Garcia Marquez’e yıllar önce lenf kanseri teşhisi konulmuştu. Marquez de o teşhisten sonra modern tıbbın kanserde geldiği ve bugün bir adım ötesine gidemediği kemoterapi tedavisi almıştı. İşte bu “kanser tedavisi” de üstadın beyin nöronlarını öldürmüş.
Kanser tedavisinin “yan etkileri” işte… Beyin nöronları öldüğü için de Marquez’de hafıza kaybı başlamış. Bizimkilere de gün doğmuş ve atmışlar o müthiş manşeti “Gabriel Garcia Marquez Bunadı” diye.
“Gazeteciliğe” başlarken hepsi kölelik kontratı imzalamış bu beyler ve hanımlar ellerinin altındaki üç beş klişe ile işi götürmeye çalışıyorlar. Çalışsınlar bakalım…
Hayata karşı hiçbir mesuliyet taşımayan, aman protokolde bir yerim olsun, boynumda da gazeteci kartım olsun, varsın dünya yansın makamında gazetecilik yapanların bu imtiyazları ellerinden gidince, onlardan geriye “insan” olarak bir şey kalacak mı çok merak ediyorum…
Bu pis, bu kaba saba, nobran başlığı onlar atıyor da, biz bunlara müstahak mıyız onu bilmiyorum işte…
Haberin sonuna da “Marquez’ in dünya çapında birçok dile çevrilen "Yüzyıllık Yalnızlık" adlı eseri 30 milyon sattı” bilgisi eklenmiş. Hani duymayan bilmeyen varsa aslında 30 milyon satan bir kitabın sahibidir kendisi, biz de zaten onun için verdik bu haberi “latent mesajı” saklanmış incecikten. Alkışlamak lazım arkadaşları… “latent mesaj” verirken “latent defect” yapmışlar yani…
Aslında kanserin onların beyinlerinde olduğunu düşünüyorum; bu öyle bir kanser ki ne kemoterapi dertlerine deva olabilir ne de radyoterapi… Yavaş yavaş çürüyor beyinleri, farkına bile varmıyorlar, bir gün hepsi kemoterapisiz “bunayacaklar” ve onlar için bir başlık atan bile kalmayacak…
İlk tanıştığımız zamanlardı, Atila bana Mahmut Sami Efendi Hazretlerinden bahsetmişti. Mübarek üstat her gün Anadolu yakasından, Avrupa yakasındaki işine giderken cebinde muhakkak tam bir jeton parası bulundururmuş bozuk olarak. Jeton alırken arkasında bekleyen insanların hakkına tecavüz etmemek için. Allah c.c ona rahmet etsin; ne müthiş bir incelik. Hayranlıkla dinlemiştim Atila’yı ve kalben derin bir saygı duymuştum Mahmut Sami Efendi Hazretleri'ne…
Şimdi alın bu inceliği, ömrünü edebiyata adayan Marquez için atılan manşetle mukayese edin…
Kim olursa olsun, bir insandan gıyabında bahsederken onun ruhunu incitmemek asıl mesele galiba, ruh duyar çünkü ruh rahatsız olur, ruh incinir… "Ruhunuz bile duymaz" denir ya hani? Tam da bu yüzdendir işte, ruhunuzun her şeyi duyabileceği kabulünden yola çıkarak söylenen bir sözdür bu.
Aziz ve Celil Olan Allah “Biz Âdem’e ruhumuzdan üfledik” buyuruyor Hicr Suresinde… Yani aslında yaratılış hamurumuz temiz, tertemiz ve şerefli; Allah c.c ilk ruhu üfleyen çünkü... Onu sonradan kirleten, bozan, bozmak için çalışan biziz.
Bu ilahi cereyanı göremeyenler, farkında olmayanlar her yerde cirit atıyorlar şimdi…
Şu anda camiden sala sesleri geliyor; inna lillahi ve inna ileyhi raciun…
Neyse bu günlük bu kadar yeter, yazamayacağım artık, zaten parmaklarım da çok acıyor...
Bir gün hepimizin salası okunacak…şimdi bunu düşünmem lazım...
Neşe Kutlutaş, 15.05.2015, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, (İlk Yayın Tarihi, 10.07.2012)