Haliç’te Yaşayan Simonlar ve Cemaatin İflası isimli kitaplarıyla 'Devlet içindeki Devlet'i anlatan Hanefi Avcı’dan birçok konuda çarpıcı açıklamalar
Yurdagül Atun - Hanefi Avcı
Emniyet eski Müdürü, Haliç’te yaşayan Simonlar ile Cemaatin İflası adlı kitapların yazarı Hanefi Avcı’yı 2006 yılında, Ekşi Sözlük yazarları geleceği öngören kelimelerle tarif etmiş. “Nereye sürseler bir çete yakalıyor, bir yolsuzluk çıkarıyor. Sonra iktidarın başı ağrıyor”, “Pek tanımamamla birlikte, güvenilir ve idealist bir polis yöneticisi izlenimi veren, bugüne kadar yaka paça olduğu isimler ve kurumları göz önüne alındığında başına bir iş gelmemiş olması sevindirici olan şahıs” yorumlarıyla tanımlanan Avcı, son dönemlerde kitaplarıyla da adından söz ettiriyor.
Türkiye kamuoyunun bir buçuk yıl önce yüz yüze geldiği bu derin yapıyı, 2010 yılında yazdığı ve 'Haliç'te Yaşayan Simonlar' adını verdiği kitapta, tek tek afişe eden Avcı, haklılığının teslim edilmesinden pek de mutlu değil, zira o denli çekmiş ki…
İlk kitabı Haliç'te Yaşayan Simonlar'da, devlet geleneğini yerle bir eden uygulamaları, hukuk ve yasa dışı eylemleri yazdı, Cemaat'in durdurulması gerektiğinden söz etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 'Paralel Yapılanma' dediği cemaat hadisesini “Devlet içindeki Devlet” tanımlamasıyla ortaya koydu, 17 Aralık’tan çok önce…
"Haliç'te Yaşayan Simonlar" adlı kitabı Ağustos 2010 tarihinde basılmıştı. Bundan bir ay sonra (28 Eylül 2010 tarihinde) Devrimci Karargâh Örgütü'ne yardım etmek suçlamasıyla tutuklanarak Silivri Cezaevi'ne kondu. Son olarak "Devrimci Karargah Örgütü üyesi oldukları ve örgüte yardım ettikleri" öne sürülen 89 sanığın yargılandığı davada mütalaasını açıklayan Cumhuriyet Savcısı, Hanefi Avcı'nın 22 yıl 9 aydan, 49 yıl 6 aya kadar hapisle cezalandırılmasını istedi.
Silivri Cezaevi'nde 4 yıl tutuklu kalan Avcı, "tutukluluk gerekçeleri yetersiz olduğu için" bundan bir yıl kadar önce tahliye oldu, bu süre içinde “Cemaatin İflası-Hoca'nın Ayağının Kaydığı Yer” kitabını yazdı.
İkinci kitabı 'Cemaat'in İflası'nda, devleti ele geçirmek isteyen Cemaat'in nasıl bir örgüt olduğunu, Emniyet'i, Yargı'yı, tüm kamu kurumlarını, toplumdaki köşe başlarını nasıl ele geçirmeye çalıştığını mahkeme kararlarına, belgelere ve tanıklıklara dayanarak anlattı. Yıllar önce söyledikleri bir bir çıkan Avcı’nın son yazdığı kitap, en az “Haliç’te Yaşayan Simonlar” kadar ilgi çekti, çünkü kitapta yazılanlar, bugün ortaya dökülenlerle birebir örtüşüyor.
Avcı, bu kitabında da, Türkiye'yi sarsan önemli olayları, devletin görünmeyen yüzünü, iç yapısını, işleyişini, yasaların dışına çıkılarak devlet adına yapılanları akıl süzgecinden geçirerek yorumladı.
Dün ortaya atılan ve kimilerince iddia, kimilerince iftira olarak adlandırılan olayların bugün kanıtlanmış olmasının tüm yaşananları telafi edip etmediğini sorduk kendisine.. Ve Kıbrıs konusunu…
Hanefi Avcı, Kıbrıs’ta çözüme inananlardan… Silahla hiçbir sorunun çözülmeyeceğini vurgulayarak, “Düşmanlıkla hareket etmeden, silahsız bir çözüm üretmek zorundayız. Bu Ada'nın nimetlerinden herkes faydalanmalı. Geçmişte olduğu gibi, gergin ortamın, çekişmenin devam etmesi her iki tarafı da mutlu etmiyor. Ada'nın nimetlerini, kaynaklarını her iki toplum da kullanabilmeli. Geçmişte tüm sorunlarını şiddetle çözebileceğini sanan Yunanistan gibi ülkeler batı değerleri karşısında değişti. Temel ortak değerler ortaya çıktı. İnsan hakları değerlerini, hukuk değerlerini, evrensel ölçüleri getirdiğiniz zaman birçok engeli kaldırırsınız. 50 yıl öncesinin sosyal varlıkları değiliz” yanıtını aldığımız Hanefi Avcı, çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Soru: Zaman, haklılığınızı teslim etti, tüm söyledikleriniz bir bir çıktı. Bu sizi mutlu etti mi?
Zaman beni belli oranda haklı çıkardı, ama tüm haksızlıklar telafi edilmedi. Bize verilen zararlar tam anlamıyla ortadan kalkmadı. Tabi bu bir hukuki süreç. Tüm zararları bir anda telafi etmek mümkün değil. Bu konuda yasalarımızda özel hükümler olmadığı için klasik yöntemlerle, benzeri olaylarla haksızlığa uğramış kişinin haksızlığının giderilmesi yönündeki klasik yöntemler kullanılarak giderilmeye çalışılıyor. Bunda da süreç uzuyor. Burada ne vardı? Haksız tutukluluk. Haksız tutukluluğumuz Anayasa Mahkemesi'nce bozuldu, ama davam devam etti. Hatta bu süreçte cezam onaylandı. Sonra Yargıtay Başsavcılığı itiraz etti. İtiraz üzerine yapılan incelemede, daha yeni, birkaç gün önce, o ceza kararı kaldırıldı. Bu kadar yeniden mahalli mahkemeye gidecek, yeniden görüşülecek, gerek olursa yeniden Yargıtay’a gelecek. Onlardan biri idare mahkemesinde bozuldu ama bu bir tane, dört tane emsal olaya bedeldi. Geriye 7 tane ihraç kararım duruyor.
Diğer mahkemeler devam ediyor. Oda TV Davası'ndan yargılanıyorum. Ayrıca açılmış bazı hukuk davalarım var, bunlar devam ediyor. Bu mağduriyetler yavaş yavaş telafi ediliyor. İdari olarak beni iki defa memuriyetten, 9 defa meslekten ihraç ettiler. Bundan dolayı tekrar mesleğe dönmem mümkün olmadı. Mesleki mağduriyetlerim giderilemedi. Emniyet mensubuyum, ama emniyet mensubu sayılmıyorum. Emniyet mensubu kimliği taşıyamıyorum, emniyetle ilgili tesislere giremiyorum, emniyetle ilgili haklardan mahrumum. Zannederim zaman içinde bunlar halledilecek. Belki birkaç tanesi halledilemeyecek, kalacak çünkü her şeyi hukuken ispatlamakta zorlanıyorsunuz çünkü bu konuda özel bir hüküm yok. Genel hükümler de tüm kayıpları telafi etmeye, haksızlıkları gidermeye yetmiyor… Bazı olaylar zaman geçtikten sonra geri döndürülemiyor.
Soru: Suçlarınızdan biri de devlet sırlarını ifşa etmekti. Geçtiğimiz aylarda yakalanan tırlar, devlet sırrını ifşa etmeye girmiyor mu? Devlet gizliliği nereye kadar olmalı? Devletin devamlılığı açısından gizlilik gerekli mi?
Soruşturmanın gizliliğini ihlal etmekti suçlandığım konu… Devlet gizliliği nerede başlamalı konusu, sadece bizim ülkemizin değil, tüm toplumların sorunu. Burada belli ölçüler var aslında: Kamu yararı. Toplumun, milletin, tüm kesimin yararına, faydasına olan durumlarda ve sadece bu faydayla sınırlı, bu sınırı aşmayacak ölçüde gizlilik kabul edilebilir ancak genel bir kanı vardır. Toplum yararı her şeyin bilindiği ve tartışıldığı bir ortamdır. Gizlilik olduğu zaman toplum yararı olmadığı kabul edilir. Karinedir bu… Her şeyi toplumun bilmesi daha faydalı çünkü toplum bilmediği bir şeyin kendi faydasına olup olmadığını da bilemez. İşte burada ülkenin güvenliği, ülkenin dış politikası gereği, sadece kamu menfaatiyle sınırlı olmak üzere, belli sahalarda gizlilik kabul edilebilir.
Tabi bu gizlilik, ceza soruşturması veya gerçekten yapılması gereken bir görev esnasında olmuşsa tolere edilebilir. Ancak TIR’ın aranması hükümetle hesaplaşma mantığıyla yapılmıştır. Amaçları soruşturma değil, zaten bu bir ceza davasının soruşturması değil. Doğru bile kabul etseniz, savcının bakabileceği, ceza hukukuna giren bir suç yok ortada… Ülkenin yanlış bir siyaset izlemesi ayrı bir konudur. Bu kamuoyunca tartışılabilir, ona göre değerlendirilebilir, seçimlerde bir karşılığı olabilir, ama bu ceza hukukuna tabi bir konu değildir. Oraya savcının, hakimin girmesi yanlıştır.
Bu, hükümetle hesaplaşma, hükümeti dünya önünde ‘terör örgütlerine yardım eden’ bir yapıda gösterme, hükümeti temsil eden kişilerin prestijlerini sarsma operasyonuydu. Her şey açık. Özellikle son kitabımda bunu yazdım. Ne için yapıldı, niye yapıldı, gerçekten olması gerekseydi nasıl olurdu sorularının cevabını verdim. Gerçek bir ihbar olsa, nasıl cereyan etmesi gerekiyor, gerçek olmayan nasıl cereyan eder, bunları açıkladım. Bunun sûni olduğunu görüyorsunuz.
Soru: Kitaplarınız çok satanların listesinde. Nasıl fark ettiğiniz yeteneğinizi?
Edebi yönüm çok güçlü değil, ifade kabiliyetim zayıf; ama yaşadığınız olayları anlatmak ayrı bir şey. Onda pek edebi yön gerekmiyor. Sadece yaşanan, olan biten olaylar olduğu için onu kaleme almak zor olmadı. Editörlerin yardımıyla ortaya çıktı. Ama olmayan, hayali bir şeyi yaratmak apayrı bir şey. Benim öyle bir yönüm yok. Birinci bölüm mesleki yaşanmışlıkları, devletin güvenlik politikasını, ikinci bölüm cemaat örgütlenmesini anlatıyor. Toplumun dikkatini çeken ikinci bölümdü.
Soru: Haliç’te Yaşayan Simonlar nasıl doğdu?
Birçok yanlışlar, iftiralar yaşandığını gördüğüm için… Eskiden biliyorsunuz insanlar 'Dindar, İslamcı, Cemaatçi' diye fişlenir, emniyet kadrolarında üst görevlere getirilmezdi. Ben buna hep karşı çıktım. Önemli olan liyakat sahibi olmasıydı. Liyakat sahibi olanlara Cemaatçi de olsa kritik görevlerde yer açtım. Nitekim zaman içinde birçok olaya şahit oldum. Bu şahit olduklarımı kayıt düşmem ve kamuoyuna aktarmam gerekiyordu. Zaman beni haklı çıkardı. Olaylar yeniyken müdahale edilseydi işler bu duruma gelmezdi. Olaylar büyüdü ve şimdi hükümetin karşısına çıktı. Cemaat devlet içinde devlet olmaya başladığı gün fark edilseydi belki tehlike bu boyutlara ulaşmazdı. Neyse ki en azından bu hükümet farkına vardı.
Soru: Devletin güvenlik politikası tek değil midir? Hükümetlere göre değişmesi normal mi? Devlet yönetiminde doğrular bir değil midir?
Aslında stratejik olarak aynıdır dediğiniz gibi… Türkiye’nin iç güvenliği, dış güvenliği “Kırmızı Kitap” dediğimiz belgede ortaya konmuştur. Genel hatlar orada belirlenmiştir ama bu genel hatların uygulanış biçimi, incelikleri ve teferruatları iktidarlara göre ayarlanabiliyor. Yoksa genel bakış aynıdır. Temel felsefe değişmez. Tabi ki uzun süre iktidarda kalan hükümetler, genellikle bunu belirlediği için muhalefet partileri buna katılmayabilir. Güneydoğu olayı gibi, Suriye olayı gibi umulmadık gelişmeler sizi yeni tespitler yapmaya zorlayabilir. Bunlar bazen uzun süre tartışılmadan anında işleme konabiliyor. Burada farklılıklar var. Suriye politikası ani gelişti. Toplumun tüm kesimleriyle tartışılamadı. Hükümet bunu uyguladı, farklı geldi. Yoksa ülkenin güvenliğinde, dış siyasetinde, bir Kıbrıs konusuna bakışta çok büyük farklılıklar yoktur. Uygulamada, işleme koymada küçük farklar ortaya konabilir. Herkesin kendine ait nakışı biraz farklıdır diyelim.
Soru: Kıbrıs sorununa devletin ve sizin bakışınız nasıl?
Açıkçası Kıbrıs sorununa bakış konusunda fikrim, herkes kadar. Benim işim daha çok iç güvenlik. Terör olayları, illegal örgütler benim saham. Dış Politika konusunda sıradan insanlardan daha fazla bir şey bilmiyorum. Sadece basını takip ediyorum, orada yaşayanlara soruyorum. Orada yaşayan birine anlatacak kadar şey bilmiyorum. Kıbrıs’ta çözüm olur mu derseniz; Kıbrıs’ta yaşayan soydaşlarımızın geçmişte yaşadıkları olaylar var. Onları tekrar bu sıkıntılara sokmayacak şekilde, barışı tesis etmek gerekiyor. Karşımızdaki insanlarla ömür boyu düşman kalamayız. Düşmanlıkla hareket etmeden, silahsız bir çözüm üretmek zorundayız. Bu adanın nimetlerinden herkes faydalanmalı. Geçmişte olduğu gibi, gergin ortamın, çekişmenin devam etmesi her iki tarafı da mutlu etmiyor. Adanın nimetlerini, kaynaklarını her iki toplum da kullanabilmeli. Sadece doğal güzellikleriyle, turizm imkanlarıyla olmuyor, bu aradaki sıkıntı, birçok sorun yaratıyor. İki toplum anlaşır da, barış ortamı yaratabilirlerse, her iki tarafın da karına olur.
Soru: Çözüm, Kıbrıslı Türkler ve Rumların elinde mi?
Mutlaka uluslar arası güçlerin de etkisi var ama iki toplumun öncülüğünde olacak her şey. Tabi Yunanistan ve Türkiye’nin de politikaları önemlidir; ancak onları da yönlendiren adadaki güçler, adadaki örgütlü toplum olacaktır. Dünya bir süreç yaşadı. Artık silahla bir şey olmayacağını geçmiş bize gösterdi. Geçmişte tüm sorunlarını şiddetle çözebileceğini sanan Yunanistan gibi ülkeler batı değerleri karşısında değişti. Temel ortak değerler ortaya çıktı. İnsan hakları değerlerini, hukuk değerlerini, evrensel ölçüleri getirdiğiniz zaman birçok engeli kaldırırsınız. 50 yıl öncesinin sosyal varlıkları değiliz. Her şeye farklı bakıyoruz. Dünya bu değişimi yaşıyor. Bu değişim de artık silahsız, konuşarak, görüşerek, silahsız sorunların çözülmesi gerektiğini öğretti. Biz bu yolu kullanmak mecburiyetindeyiz. Temel bazı insanlık değerlerinin benimsenmesiyle birçok sorunun hallolacağını gördük. Oraya doğru gidiyoruz. Bazı feodal izler taşımamızdan ötürü “Ben geri adım atmam” diyoruz, ama bu geri adım atmak değil, iki toplumun menfaatine olacak ortak çözümlerin yaratılmasıdır. Önümüzdeki süreçte bu konuda eninde sonunda böyle bir çözüm olacağı inancındayım.
Onlar AB’ye girmenin avantajıyla, AB’nin zorlamalarını kullanmak istiyorlar. Onlara da bunu anlatmak lazım, “Siz elinizdeki her şeyi haksızca, silah olarak kullanmaya kalkamazsınız.” Evet; belli avantajlarınız vardır, ama belli temel değerler her zaman zorla dayatılamaz. Bu toplumun hakları var. Bir evrensel hukuk vardır, bir tabi hukuk vardır. Herkesin vicdanen kabul etmesi gereken bazı haklar vardır. Bir müddet sonra batı ülkelerinin “Bu kadar da fazla gidemezsiniz” diyecekleri kanaatindeyim.
Geçmişte biliyorsunuz, Yunanistan’da yaşayan Türklere karşı belli zorlukları vardı, şimdi biraz yumuşattılar. Biz daha kolay yumuşatıyoruz, onlar daha zor yumuşatıyorlar. Önümüzdeki süreçte onların da yumuşayacağını düşünüyorum. Dış politika poker gibi… Çıkışla başlıyorlar ki, ölümü gösterip, sıtmaya razı etsinler … Yıllardır edindikleri ucuz bir pazarlık anlayışı. Halbuki gerçek politika hakça ve adil olandır. Karşı taraf da vicdanlı davranırsa herkesin menfaatine olur. Siz avantajınızı bana haksızca kullanmaya kalkarsanız adil olmaz ve ortaklığa da iyi yansımaz. Bugün AB yanında görünür ama yarın “Hayır bu kadar haksızlık yapamazsın, Türkiye’ye de bu kadar dayatamazsın” diyecekler diye düşünüyorum.
Soru: Kıbrıs’ta en takdir ettiğiniz politikacı?
Türkiye’nin Kıbrıs’a öyle bir bakış açısı var ki, oradan adını duyduğumuz her politikacı bize iyi yansıyor. Biz Kıbrıs’ta taraf tutamıyoruz. Kıbrıs’ın geçmişte yaşadığı acılı olaylar vardır. Oradaki küçük olaylar bize çok büyük yansıyor. Biz onun için Kıbrıs’ta kim varsa, “İyi adamdır” diyoruz. Denktaş vardı, “İyi adam” dedik, arkasından Talat geldi ona da “İyi adam” dedik. Eroğlu geldi yine öyle. Ben polis olduğum için Kıbrıs’taki bazı yolsuzluklardan haberdardım. Buna rağmen oradaki herkes bize göre mazlumun temsilcisi, davanın savunucusu, iyi insanlardı. Kıbrıs’ta kötü politikacı ve kötü insan yoktu. Mutlaka vardır, ama biz öyle göremiyoruz. Kıbrıs bizim için mutlaka kollanması gereken yavrumuz. Onların arasındaki sıkıntılar çok.
Soru: Anavatan-Yavruvatan tartışmasını nasıl buluyorsunuz?
Çok geçmişte, Türkiye’de Kıbrıs’tan söz edilirken kullanılan bir kelimeydi o… Belki de insanımıza orayı benimsetmek, kendinden bir parça gibi görmesini sağlamak için ortaya konan bir kelime…Türkiye insanı Kıbrıs’a çok farklı baktı. Bizim yakın tarihimizde, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra en fazla şehit verdiğimiz yerdir Kıbrıs. Kore de varsa, Kore’yi görmedik. Sürekli gazetede yazılırken Kıbrıs diye yazılmadı, zihnimize nakşedildi. Senin bir parçan gibi görülmesi için, halkın yardım duygularını harekete geçirmek için kullanıldı Anavatan-Yavruvatan terimi…
Yurdagül Atun, 18.05.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Medya