İslamcı yazar Şenlikoğlu, Kıbrıs’taki barışın din adamlarınca tesis edilebileceğini belirterek, Başpiskopos Hrisostomos’a çağrı yaptı: “Barışın mimarı siz olacaksınız”
Yurdagül Atun- Emine Şenlikoğlu
En çok okunan yazarlardan biri… Bir o kadar da eleştirilen… İlk kitabının ardından iki buçuk sene hapse girmiş. Bakışları sert, dili sivri… Biraz çekiniyor insan ona bakınca… Tabi tanımazsa. Ben de yanına gidene kadar, televizyondaki konuşmasının etkisindeydim. Her an parlayacakmış gibi, başı açıklara tahammülü yokmuş gibi duruyor, ama öyle olmadığını biraz sohbet edince anlıyorsunuz.
Zaten kendisi de farkında bu durumun. Kendini eleştirmekten çekinmeyen Şenlikoğlu, "Söylediklerim yanlış değildi, ama üslup hataları yaptım” diyebiliyor. Bunu biraz mizacına, biraz da Karadenizliliğe bağlıyor. Yakındığı nokta ise yanlış anlaşılması.
Sorulara cevap aradığı için kitap yazmaya başladığını söyleyen Şenlikoğlu, mütevazi üslubuyla “Roman ile hikayenin farkını 20. kitabımdan sonra öğrendim” sözleriyle kendini kıyasıya eleştirse de, “Sorma, nasılsa cevabı yok” adlı kitabının birinci ve ikinci baskısı beş günde tükenmiş durumda.
1993 yılında geldiği KKTC’de, “Erbakan, Ferah Partisi’ni kurmak için gönderdi” iddiasıyla yuhalanan Şenlikoğlu, bugün Barış Elçisi olarak çağrılmanın haklı gururunu yaşıyor. Barışı din adamlarının tesis edeceğine dair inancını gizlemeyen Şenlikoğlu, iki halkın kendi hallerine bırakılması durumunda en güzel anlaşma şeklini bulacaklarını ifade ediyor.
İşte sorularımı yanıtlayan Şenlikoğlu’ndan çarpıcı açıklamalar...
Soru: Bazı hocalar İslamı daha yumuşak üslupla anlatırken, sizi sert çıkışlarınızla tanıyoruz. İslamda kırmızı çizgiler var mıdır? Örneğin 400 yıldır Rumlarla adayı paylaşan Kıbrıs Türkü, Allaha yürekten inanıyor, ancak ibadet konusunda eksik. Biz bunu yargılayabilir miyiz?
Peygamberimiz "Her toplumun anlayacağı dilde konuşun!" diyor. Kıbrıs’ta da halkın yaşam tarzına, adanın gerçeklerine uygun tebliğ yapmak gerek. Kıbrıs Türkü'nün düşünce yapısına göre anlatmalıyız bazı şeyleri… Daha önceleri üslup olarak hatalar yaptığımın farkındayım. Hala, zaman zaman da yaptığım oluyor. Bazen aşamıyorsunuz bazı şeyleri. Bir de Karadenizlilik var tabi…
Soru: “Kıbrıs sular içinde bir yetim” adlı kitabınız nasıl doğdu?
Birkaç günlüğüne Kıbrıs’a gittik. Ben bir konferans verdim, ardından kıyamet koptu. Gazetelerin bazılarında bana yapılan hakaretin haddi hesabı yok. Savcı ve Hakimler “Bu kadın yavru vatandan defolsun” diye sokağa dökülmüşler... “Emine Şenlikoğlu’nu Erbakan Kıbrıs’ta Ferah partisi kursun diye göndermiş” dediler. Öyle bir iftira ki, Erbakan’ın Kıbrıs’a gideceğimden bile haberi yoktu.
Konferansıma gelen kalabalıklar gözlerine batmıştı. Tehditler benim canımı çok sıkar. Hemen bir basın toplantısı yaparak, “Ben buraya birkaç gün için gelmiştim. Şimdi inadına bir ay gitmeyeceğim. Hadi bakalım, beni buradan atın da göreyim. Savaşta canımızı verdiğimiz yere barışta gelemeyecek miyiz?” dedim.
Ve üç beş günde döneceğimiz Kıbrıs’ta bir aya yakın bir süre kaldım, ruhları bozulmamış asil Kıbrıs Türklerine konferans vermeye devam ettim. “Kıbrıs sular içinde bir yetim” kitabım da böyle bir ortamda doğdu.
Ancak geçen aylarda devlet kanalıyla Kıbrıs’tan davet aldım. Barış Elçisi olmamı istediler. KKTC’den yürüyerek Güney’e geçecektik. Sağlığım elvermediği için gelemedim, üzgünüm.
Soru: KKTC Din İşleri başkanı ile Hrisostomos’un, adada barışı tesis etme adına gerçekleştirdiği çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben buna çok memnun oluyorum. Aslında Rumlar karakter olarak çok kötü insanlar değil. Birçokları da Türklerin kötü insanlar olduğunu düşünmüyor. Türkleri seviyorlar. Ki 1963-74 yılları arasında, bazı Rumların Türk komşularını uyarıp, “Kaçın, bu akşam baskın olacak” dediğini biliyoruz. Türkler ve Rumların, aynı toprakları vatan bilen kişiler olarak, güzelce, insanca yaşamaları gerek. Onların toprağı onlara, bizimki bize yeter. Ne gerek var didişmeye…
Buradan Hrisostomos’a sesleniyorum. Hatta rica ediyorum; İncil’de de yazdığı gibi bir barış günü olsun. Aynı gün, Kıbrıslı Türkler ve Rumlar o günü bayram havasında kutlasınlar. Allah onlara da, bize de barışı göstersin.
Soru: İlk kitabınızın ardından cezaevine girdiniz, ne yazmıştınız ki korkuttunuz?
Her gittiğim yerde çeşitli sorular soruyorlardı. O dönem 'Allah yok' demek modaydı, Allah'a inananların gerici olduğu vurgulanıyordu. Türkiye'de o yıllarda (1977-84), gündemde olan soruları topladım, yazdıracağım kimseyi bulamayınca kendim yazdım. Türkçem güzel değildi. "Sorulara cevap vereyim de varsın Türkçesi eksik olsun" demiştim. 20 kitaptan sonra Türkçe dersi aldım.
Hikayeyle roman arasındaki farkı bile bilmiyordum. İlk kitabım "Gençliğin imanını sorularla çaldılar" birden bire çok tutulunca biri beni ihbar etmiş. Bu ihbarı değerlendiren kişiler 15 yıldan dava açtırdılar. Ne varsa o kitapta? İki buçuk yıl ceza aldım.
Soru: Tecavüze uğrayan kadının başı açık olması halinde, tecavüzün meşru olduğu şeklinde bir algı mı oluştu, bize mi öyle geliyor? Tesettürsüz kadın, tecavüze açık kadın mı?
Böyle bir şey olabilir mi? Bir tecavüzü kim hoş görebilir? Bunlar son derece yanlıştır. Kapalı olan kişilerden de tecavüze uğrayan oluyor. Ben Mekke’de tecavüze uğrayan kapalı kadın biliyorum. Mekke’de olduğu halde… Hem de kendisine güvendiği bir insan tarafından… Şimdi mahkemeye verecek, uğraşıyor. Ahlaksız olan, açık, kapalı bakmaz.
Ayrıca şunu da söyleyeyim; Müslüman kadın, birçok şeyden mahrum, eziyet gören kadın değildir. Dışarıdan Müslüman kadın örtülü diye örtüye düşman olanlar farklı görmek istiyorlar, asla onların dediği gibi değil. Bize kimse zulmedemez. Biz asla kocalarımıza bu izni vermeyiz. Köle muamelesi yapmıyorlar. Kocalarımız da insanca davranmasını biliyor, ama içimizde zalimler yok mudur, vardır. İslami kesimin de karşı tarafa ön yargıları var ama karşı tarafın da İslami kesime aşırı bir önyargısı var. Biliyoruz artık. Örtünün içindekini farklı görmek istiyorlar. Kadınlarımız susup oturmuyor, haklarını arıyorlar. Kadına şiddet artmadı, bilinç arttı.
Yurdagül Atun, 20.05.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Medya