بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillahirrahmanirrahim
Bismillahirrahmanirrahim
“Tasavvuf” İslâm dünyasına hicri II. asırdan itibaren girmeye başlamış bir “düşünce virüsü"dür.
***
Sonsuz Ark'ın Notu:
Bu çalışmanın içeriği kanıtlanmamış varsayımlara dayanmaktadır. Seçkin Deniz
Ezoterik-Batınî Doktrinler Tarihi
İnsanoğlu, zekâ pırıltılarını ilk göstermeye başladığı günden bu yana nereden geldiğini, ne olduğunu ve nereye gideceğini sürekli düşünmüş, cevabı bulduğunu zannettiği anda, bulduğu bu kutsal cevap için, başka bir kutsal cevaba inananlarla savaşmış, onları öldürmekten çekinmemiştir.
Kitleler bu kutsal cevaplara, diğer bir deyişle dinlere, konulan kurallar çerçevesinde bağnazca bağlanırken, kutsal cevabın gerçek anlamını kendilerine saklayan ilk Ezoterik öğretinin yaratıcısı rahipler, sıradan insanların yetersiz bilgileri ile bu cevabı anlayamayacaklarını düşünerek bir sırlar sistemi oluşturmuşlardır.
Ezoterik-Batini sırların, sadece bu sırları elde etmeye hak kazanan belli bir zümreye verilmesi, bu doktrinin hem zayıf yanını hem de, bugüne kadar ulaşıp günümüz uygarlığının oluşmasında büyük rol oynamış güçlü yanını aynı anda içine barındırır. Öğretilerin ancak belli bir eğitim ve bireysel gelişimden sonra sırlarını ortaya koyması, kitlelerden kopuk doktrinler olarak kalmasına neden olmuştur.
Öte yandan, sırların semboller dili bünyesinde son derece iyi saklaması ve sembollere her çağda gelişen uygarlık doğrultusunda farklı anlamlar yüklenebilinmesi, tüm insanlık tarihi boyunca bu sırları saklayarak günümüze kadar ulaştıran kardeşlik örgütlerinin var olmasını mümkün kılmıştır.
Bu sırlar nelerdir? Günümüz uygarlığının oluşumunda büyük etkisi olan ve çağımızın laik bir akıl çağı olmasını sağlayan bu doktrinin içeriği nedir?
Ezoterik-Batıni doktrinler, felsefi alanda Panteizm olarak ifade edilir. Tek Tanrılı dinlerde yaradan-yaratılan ikilemi varken Panteizm'de bu ikilem yoktur. Var olan her şey Tanrıdan sudur etmiştir ve onunla özdeştir. Evren ve Tanrı birdir. Tanrı yaradan değil, var olandır. Ve evrenin toplamıdır. Onsuz ve sonsuz olan Tanrı, Makrokozmos’ta da, Mikrokozmos’ta da bulunur. Tanrısal Nurun bir cüzü olan ruh hiçbir zaman ölmez ve yegâne amacı ayrıldığı ana kaynağa, yani Tanrıya dönmektir. Bunun da tek yolu, evrensel bir yasa olan evrim, yani tekâmüldür. Asl olan ruh ve ruhun tekâmülüdür. Madde onun kullanıp attığı, bir üst düzeye geçme aracı ve zaman içerisindeki var oluşunun ifadesidir.
Tanrısal fışkırmanın neticesinde başlayan ve ancak ona dönüş ile son bulacak olan yaşamda insan, Tanrısal var oluşun bilinen en üst düzeydeki ifadesidir. Ruh-can-beden üçlüsünü barındıran insan Mikrokozmos’tur. Mikrokozmos, baba-ana ve oğul veya öz-cevher ve hayat'ı kapsayan Makrokozmos'un, yani Tanrının özdeşidir.
Ruhun tekâmülünü, yani çıktığı ana kaynağa dönmesini sağlayan evrensel yasa, yeniden doğuş yasasıdır. En alt düzeydeki var oluşun ifadesi olan cansız varlıklardan, en üst düzeydeki Kamil İnsan'a kadar ruhun oluşmasını sağlayan yeniden doğuş zinciri ancak ruhun mükemmelliğe ulaşması ve Tanrıya dönmesi ile kırılabilmektedir.
Evren, Tanrı ile özdeş olduğu ve Tanrıdan başka hiçbir varoluş bulunmadığı için, iyilik ve kötülük kavramları da Tanrı'nın ifadeleridir. Ancak, aslolan sevgidir, iyiliktir. Tanrısal fışkırmanın bilinen en üst düzey ifadesi olan insan, iyi ve kötünün savaştığı alandır. Aslolan iyilik olduğu, evrenin tümü sevgi üzerine kurulu bulunduğu için, ancak iyi bir insanın ruhu, Kamil İnsan'a dönüşebilir ve Tanrı ile bütünleşebilir. Yaşamı boyunca iyi olmayanlar bulundukları düzeyde yeniden doğarlar.
Kötü davranan insan ise, yeniden doğuş yasası uyarınca, tekâmülün insandan bir Önceki aşaması olan hayvansal varlığa geri döner. Ne tür bir hayvan olarak doğacağı, bir önceki yaşamındaki tavırlarına bağlıdır.
Tekâmül yasası nedir ve nasıl işler? Tanrısal fışkırmanın veya bilimsel deyimi ile büyük patlamanın (Big Bang) neticesinde cansızlar âlemi meydana gelmiştir. Evrenin fizik kuralları içerisinde zaman içinde güneş sistemleri oluşmuş ve en azından bir gezegende, bizim dünyamızda, yaşamın ortaya çıkması için gerekli koşullar bir araya gelmiştir.
Bu, başka sistemlerde başka yaşam tarzlarının olmadığı anlamına gelmez. Zaten, Tanrısal püskürmenin yegâne hedefinin sadece insanoğlunu meydana getirmek olduğunu iddia etmek, sadece insana has benciliğin bir göstergesi olur.
Bilim adamları da bugün, milyonlarca başka gezegende daha, başka canlıların bulunabileceklerini en azından teorik olarak kabul etmektedirler. Ancak bugünkü teknolojimiz bu teoriyi doğrulamaya henüz yeterli değildir. Bu nedenle, ruhun Tanrısal Nur'a ulaşmasındaki son durağı Kamil İnsan mıdır, yoksa başka bir yerde daha üstün nitelikli ve Tanrıya daha yakın başka varlıklar bulunmakta mıdır, bilemiyoruz. Zaten, böyle varlıklar var ise, Kamil İnsanın bunlardan biri halinde yeniden doğması doğaldır. Artık bundan sonrası da, o varlığı ilgilendiren bir meseledir.
Bu nedenle kitabımız, Kamil İnsan'a kadarki tekâmül ile sınırlı kalmak zorundadır. Yapılan bilimsel araştırmalar, cansız varlıklar olarak kabul edilen kimyasal elemanların, uygun ortam bulduklarında hayatın yapı taşları olan "RNA" ve "DNA" moleküllerine dönüştüklerini göstermiştir.
Bu moleküller tek hücreli ilk canlıları, bu canlılar da, zaman içerisinde, daha karmaşık yapılı diğer canlıları meydana getirmiştir. İlk kez Drawin ile bilimsel bir izaha kavuşan bu tekâmül yasasının son aşamaları, memeli hayvanlar, maymun türleri ve son olarak da insandır.
Peki, Tanrının bu tekâmül yasasını harekete geçirmekteki amacı nedir? Bu soruya tek Tanrılı dinler ile Ezoterik doktrinler farklı cevaplar vermektedir.
Tek Tanrılı dinler, her şeyi bilen ve tek yaratıcı olan Tanrının, kendisine tapınılması ihtiyacı içinde olduğu için evreni yarattığını iddia etmektedirler. Ancak, hiçbir şeye muhtaç olmayan Tanrının niçin tapınılma ihtiyacı duyduğuna ve böyle bir ihtiyaç içinde olsa dahi, niçin sadece kendisine tapacak kulları değil de, tüm evreni yaratmış olduğuna mantıklı bir cevap getirememektedirler.
Ezoterik doktrinler ise, Tanrının tek amacının kendisini daha iyi tanımak olduğunu öne sürmektedir. Tanrı, kendi bünyesindeki sonsuz varlıkların var oluş ve yaşayış deneyimleri ile kendi niteliklerinin bilincine daha çok varmakta ve daha yüksek bir bilince ulaşmaktadır. Tanrının kendini tanıma süreci içindeki birincil kaynağı, engin tecrübesi ve düşünce kapasitesi ile, insanın en üst düzeydeki temsilcisi olan Kâmil İnsandır.
Bu aşamada şunu da belirtmekte fayda vardır; Tanrısal bir sudur olan insan, dolayısıyla Tanrı'nın bir ifadesidir. Bu nedenle, insan Tanrıdır ya da "Ben Tanrıyım" demek doğrudur. Ancak, Tanrı insan değildir. Tanrı, tüm varlıkların, evrenin tümü olduğu için, insan Tanrıdır demek ne denli doğru ise, Tanrı insandır demek de o denli yanlıştır.
Ezoterik doktrinlere göre, Tanrısal bilincin artmasının en öncelikli aracı Kamil İnsan olduğu için, yegâne hedef Kamil İnsanlar yetiştirmek olmalıdır. Kamil İnsanları yetiştirmek ise, ancak üst düzeyde bir öğretiyi algılayabilecek, seçilmiş insanların eğitilmesi ile mümkündür.
İşte bu Kamil İnsanları yetiştirmek için binlerce yıldan bu yana çeşitli örgütler kurulmuş ve bir sırlar sistemi oluşturulmuştur. Bu öğretinin kullandığı dil "semboller dili" olagelmiş ve bu sembollerin, simgesel anlatımlarının imkânlarından yararlanılmış, hemen her kavimde, her millette, binlerce sene korunarak, uygarlıktan uygarlığa aktarılması mümkün olmuştur.
Sembollerin dili ile öğretisini inisiyelerine *kuşaktan kuşağa aktaran, hakkında bilgi bulabildiğimiz ilk Kardeşlik örgütü "Naacal Kardeşliği”dir. Bu örgüt, insanlığın ilk bilinen büyük uygarlığının beşiği olan ve günümüzden 12.000 yıl önce sulara gömülen Pasifikteki "Mu" kıtasında kurulmuş bulunan yönetici rahipler örgütüdür.[1]
Puran Tilmiz, 21.05.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazarlar, Tasavvuf; Bir Düşünce Virüsü
[1]— Churchward James, The Children of MU (MU'nun Çocukları), Londra 1931.
*- İnisiye: Sırlar öğretisine bir tören ile kabul edilen kişi.