"Türkiye’nin garantörlüğü eşittir Yunanistan’ın garantörlüğü denklemi, Rumların hesabına uymuyor."
Müzakerelerin, çiçeği burnunda Cumhurbaşkanımız Mustafa Akıncı’nın eline teslim edilmesiyle, şimdiye kadar masaya getirilmemiş ya da -kendilerinin de inanmayarak- “ya tutarsa” kabilinden dil ucuyla dile getirdikleri talepler, şimdi “olmazsa olmaz”lar arasına konuldu.
Talep; Garantörlüklerin kaldırılması. Türkiye’nin, Zürich’te 11 Şubat 1959’da imzaladığı anlaşmadan feragat etmesini istiyorlar yüzlü yüzlü.
Anlaşma ne diyor:
"Yunanistan, İngiltere ve Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1’nci maddede belirtilen taahhütlerini kaydederek, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, ülke bütünlüğünü, güvenliğini ve anayasanın temel maddeleri ile oluşan durumu (state of affairs) tanırlar ve garanti ederler. Bu Antlaşma hükümlerinin herhangi birinin ihlali (çiğnenmesi) halinde Yunanistan, Türkiye ve İngiltere bu hükümlere saygıyı sağlamak için gerekli girişimlerin yapılması ve önlemlerin alınması maksadıyla aralarında danışmalarda bulunmayı üstlenirler. Üç garantör devletten biri, birlikte veya birbirlerine danışarak (işbirliği halinde) hareket etmek olanağı bulunmadığı taktirde, bu antlaşmanın oluşturduğu durumu (state of affairs) münhasıran yeniden oluşturmak gayesi ile hareket etmek hakkını korumaktadırlar.”
Kıbrıslı Türklerin önce hile ve desiseyle adadan çıkarılması planını yapan, sonrasında bunun uzun vadeli bir plan olduğunu düşünerek, silahla yok etmeye çalışan ve Kıbrıslı Türkleri eziyetlerle önce devlet dairelerinden, sonra cumhuriyetten atan, nüfus politikalarıyla Kıbrıslı Türkleri azınlık sayısına indirgeyerek adanın hakimi olan Rumlar, Türkiye’nin garantörlük haklarından feragat etmesini isteyebiliyor yüzü kızarmadan.
Rum basınında yer alan Kostas Venizelos imzalı yazıda Türkiye’nin garantörlüğünün devamı durumunun eşdeğer bir karşılığının olması gerektiği iddiaları dile getiriliyor. Yani Türkiye’nin garantörlüğü eşittir Yunanistan’ın garantörlüğü denklemi, Rumların hesabına uymuyor. Bire üç almayı adet haline getiren ve bu müzakerelerin ağası olan komşuların hedefi, 1959 yılında imzalanan garantörlük anlaşmasını yeniden pazarlık konusu yapmak.
Fileleftheros Gazetesi “Modası geçmiş garantörlük sistemi” adlı başyazısında da Rum tarafının garantörlük sistemini içerecek anlaşmayı kabul etmesinin söz konusu olmadığını ifade ediyor, sanki garanti anlaşmaları şimdi imzalanacakmış gibi!
Yazıda Atina’nın, garantörlük sisteminin modası geçmiş bir sistem olduğunu söylediği, İngiltere’nin ilgilendiği şeyin, üslerinin Kıbrıs’taki varlığını devam ettirecek bir anlaşmanın yapılması olduğu, garantörlük konusunun İngiltere için ikincil konu olduğu savunuluyor, üslerin bulunmasının, adada İngiltere toprağının varlığı anlamına geldiğini göz ardı ederek.
Bazı üçüncü tarafların NATO’nun, NATO aracılığıyla da üç garantör ülkenin müdahil olmasını istedikleri, diğer yandan AB ve/veya Güvenlik Konseyinin korumasına sahip olarak, garantörlük sistemin tamamen kaldırılması tezinin kabul gördüğü ifadeleri yer alıyor yazıda.
Bu son cümleye dikkat: AB ve/veya Güvenlik Konseyinin garantisi!
Burada Avrupa’nın korumacılığının güvenilirliği konusunda birkaç örnek vermek şart oldu; Girit mesela… Birkaç açılım yapıldı Girit’te… Yunana teslim açılımı. Tabi hemen pat diye “al senin olsun” denmedi. Yavaş yavaş, planlıca gitti Girit. Hem de bu Haçlı garantörlerin planlarıyla…
Açılımın birinci aşamasında, Genel af çıkarıldı (1866-1867). Rumlar, Mihail Korakas liderliğinde ayaklandı. Türk ordusu tam isyanı bastıracakken devreye İngiltere ve Fransa girdi.
Teklifleri şuydu:
“Girit Yunanlılara verilemezdi, ancak Osmanlı da Girit açılımı yapmalıydı. İlk şart, askeri harekât hemen durdurulmalıydı. Silah bırakacak isyancılar için umumi af çıkarılmalıydı! Girit yoksuldu; Ada halkı iki yıl vergiden muaf olmalıydı, padişahın atayacağı Valinin biri Türk, diğeri Rum iki yardımcısı olmalıydı. Ayrıca resmi yazışmalarda Türkçe zorunluluğu kaldırılmalıydı. Osmanlı “açılımı” kabul etti. Türkler rahatladı!
Osmanlı 1878’de Ruslara yenilince, Girit’te ayaklanma oldu. Olan, köylerine dönen açılım kurbanı Türklere oldu; Evleri, tarlaları yakıldı; canlarından oldular. Türk ordusu isyancıların peşine düştü. Ve devreye yine Avrupalılar girdi. Girit’e özel imtiyazlar tanındı; Yani yeni bir sözleşme/açılım yapıldı.
25.10.1878’de, Halepa Sözleşmesi yapıldı. Neydi bu sözleşme; “Girit Valisi sadece Müslümanlardan seçilmeyecekti, Hıristiyan da olacaktı. Vilayet Genel Meclisi’nde Rumlar (49/31) çoğunlukta olacaktı. Hıristiyan kaymakamlar Müslüman kaymakamlardan sayıca fazla olacaktı. Vilayet Meclisi ve mahkeme dili Rumca olacak ancak resmi zabıtlar ve dilekçeler Rumca ve Türkçe olabilecekti, en önemlisi asayişi sağlayan jandarma, yerli halktan seçilecekti. Osmanlı bu açılıma da “evet” dedi. Yeter ki “kardeş kanı dursun”du!
Açılımın üçüncü aşaması Avrupa’ya müdahale hakkı verilmesi oldu. 1896’daki büyük Girit İsyanı’nda tüm ada yanıyordu. İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Rusya “asayiş” amacıyla savaş gemilerini Girit’e gönderdiler. Ve Osmanlıya yine, yeni bir “açılım” dayattılar. Girit Valisi kesinlikle Hıristiyan olacaktı. Vali, adada karışıklık çıkması halinde Batı’dan silah ve asker yardımı isteyebilecekti. Hemen genel af ilan edilecekti. Memurların üçte biri Hıristiyan olacaktı. Avrupalı hukukçular adli bir ıslahat reformu hazırlayacaktı.
Osmanlı bu açılıma da boyun eğdi. Elleri silahlı Rumlar artık şehir merkezlerinde bile Türkleri öldürmeye başladı. Girit’te oluk oluk Türk kanı akıyordu. Toplu katliamlar başladı. Türk köyleri yakılıp yıkıldı; Türkler adadan kaçış yolu arıyordu artık. Hanya ve Resmo’da 60 bin Müslüman sığınmacı kurtarılmayı bekliyordu. Sonunda Osmanlı, 18.4.1897’de Yunanistan’a savaş açtı.
Beklendiği gibi bir ay gibi kısa sürede Yunan ordusunu perişan etti. Türk ordusu Atina’ya girecekken, Rus Çarı II. Nikolay’ın isteği ve İngiltere’nin baskısıyla II. Abdülhamit Türk ordusunu durdurdu. Osmanlı, bırakın bir avuç toprağı, savaş tazminatı bile alamadı. Aksine Girit’teki nüfuzunu kaybetti. Ve en mühimi, Türkler Avrupa’nın gözü önünde kıtır kıtır kesilirken, Avrupalılar “Türkler, Rumları kesecek” iddiasıyla adaya asker çıkardı. Asayişi artık onların askeri sağlayacaktı. Türk askerine gerek yoktu. Türk askeri gidince Rumlar bir daha ayaklanmazdı!
Türk askeri 1898’de Girit’ten çekildi. Ada otonom ilan edildi. Avrupalılar, Rumların ve Türklerin can ve mal güvenliklerini garanti altına aldıktan sonra adadan ayrılacaklardı. Girit’e böylece barış gelecekti. Girit Valisini seçme hakkı, büyük devletlerin onaylaması şartıyla Osmanlı padişahına bırakıldı. Sonunda Prens Otto, Girit Valisi yapıldı. Kısa bir süre sonra dört devlet adadan çekildi.
Ve sonuç: 1910’da Girit Meclisi, Yunanistan’la birleşme kararı aldı. Girit onca açılıma rağmen 1913’de Osmanlının elinden kuş olup uçtu, gitti! Osmanlı, topraklarının çoğunu diplomasi oyunlarıyla kaybetti. (*)
Yer darlığından Bosna’da yaşananlara giremiyorum bile… Avrupa’nın göbeğindeki soykırıma…
Neyse ki şu anki veriler temelinde Ankara, garantörlük haklarından vazgeçmeyeceği mesajını veriyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde söyledikleri de yüreklerimize su serpmiş durumda. Rum taleplerinden bir milim vazgeçmezken nasıl anlaşma olacak bekleyip göreceğiz.
Yurdagül Atun, 03.06.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Medya,
(*)Fahri Kurt’un, “Girit Nasıl Gitti?” başlıklı yazısından alıntı yapılmıştır.