4 Haziran 2015 Perşembe

SA1390/KY1-CÇ123: Hasırlı/ Roman- Bölüm 1-4

"Yazgım kadınlara eşlik içinmiş; bunu şimdi daha iyi kavradım. Bu yerde, bu kadınlar cehenneminde daha bir iyi anlaşılıyor her bir şey."

“Cinayet etmedi cânı gibi anın câm
Boguldı seyl-i belaya tagıldı erkânı”
Taşlıcalı Yahya

BÖLÜM BİR
4

Ve biliyorum ki bana umudu salık verecekler.
Ve direnmeyi.
Ve ıskalamadan soluk almayı.
Oysa umut bir kahpedir.
Yanıldım!

"Umut bakire diye pazarlanan bir kahpedir. Ya da puşt bir bâkir" der Zaman-i piş-i ez in, Ömer Ağam, velinimetim hep böyle der, geçmişte olan şeyleri anlatmaya başlamazdan önce, “eski zamanlarda-önceki bir vakitte” nasıl anlarsanız işte, yunanlı yaşlı erkeklerin kanını kaynatan bıyıkları yeni terlemiş. Terlemek üzere olan. 

Ve işte söylüyorum SEN EY UMUT! Sen “TUZAK”sın; prangalarıma el sürmemi yasaklayan. Erteleten yaşamımı.. önleyen heveslerimi ve körelten kanatlarını heveslerimin. Heveslerimin kanına giren bir KEDİSİN sen EY UMUT! 

Ve biliyorum ki bana umudun kulpunu tutmam için dil dökecekler. Yalvaracaklar. Tıpkı ablamın, yüzü nikaplı süvarilere yalvarışı gibi. Dudak bükeceğim yalvarışlarına. Gözlerimi pusup – yummadan yani gözlerimi- bir süre öyle bakacağım uzattıkları SUNU’ya. 

Başlarını sallayacaklar. Duraklamam karşısında şaşıracaklar. Bir anlık bir şaşkınlık yaşatacağım her birine. Bir anlık bir kurtuluş sunacağım kendime ve bir anlık bir yenilgi tattıracağım boğazıma pençelerini geçiren kedilere. 

Henüz anlamış değilim sözlerini taşlık davetçilerinin, ölüm pazarlamacılarının yani. İri lokmaları andırıyor. Ve bir çocuk gibiyim sözleri karşısında.

Fazla geliyorsunuz üzerime. Günleri karıştırıyorum. Yılları, ayları, anları karıştırıyorum. Bir bakıyorum çöldeyim. Bir vahada konaklamışız. Tatlı hurma ağaçlarının esintisiyle sarhoş gibiyim. Kuma boğulan gözlerimi tatlı nefesiyle açmaya çalışıyor ablam. Tıpkı annem gibi sevecen. Annem gibi şefkatli. Annem gibi içten. Ben ablama emanettim, ablam bana. Emanetimi çaldınız. Emanetini çaldınız. Fazla geliyorsunuz üzerime. Her şeyi bir birine karıştırır oldum. Ve fakat bilin ki çocuklar gibi boğabilirim sorularımla sizleri.

Hani bilirsiniz – başınıza gelmiştir de ondan bilirsiniz- çocuklar:

“Bu ne?” derler. Örneğin siz:
“Şamdan!” diye yanıtlarsınız. 

Veya:

“Masa!” sözgelimi. Dersiniz. Soruyu yönelten yineler sorusunu:

“Bu ne?” ve güler muzipçe. Ayı nesneyi gösteriyordur sınayan bakışlarını gizlemeden. Sınayan ve sorgulayan bakışlarını dikerek yüzünüze.. taa içine bakarak gözlerinizin. Söylediğinizi anlamadığından değildir sergilediği tavır. Ya da oyun severliğinden. Hayır!

Bin kere hayır!

Ve işte yineliyorum ki – ki yinelemekten de bıkmayacağım- BİN KERE HAYIR!

Sorusunu yineledikçe şans veriyor size kendisinde olanı bilip-bilmediğinize ilişkin. Siz bunu ayrımsayamadığınız için aynı yanıtı verirsiniz. Şaşkınlıkla görür bir şey bilmediğinizi ve elindeki değneğe ata bine gibi binip uzaklaşır yanınızdan bilisizliğinizden bir şey bulaşmasın diye kendisine.. bulaşıcı olduğunu bilir, sezgi olsa da bilişi. Ve fakat tuzaklarınız kavidir. Albenilidir. Zaman da aleyhlerindedir çocukların. Yakalanırlar bir gün bir yerde. Bir su kenarında, sürüsünü sağmış dönerken ya da.. unuturlar soru sormasını, unutturursunuz sormayı ve artık yanıt çuvallarıyla dolaşırlar sırtlarında.. kendilerinden emindirler: “HERŞEY TANIMLI”dır.

Şu “Yağlı Urgan” boğmak için. 
Şu Kara Mastık “yağlı urgan” için.
Şu Kara Mastık “burulmak” için. 
Şu Kara Ağa “derban-ı zen”.
Şu Roxelenna “çimleri sayılmak için”
Şu Efendimiz “çimleri saymak için”

Şu kuş kedi için, şu kedi aslan için, şu Necmi yüzü nikaplı süvariler için, bu eli yüzü düzgün saray için.. ya heveslerim? Kurutulan heveslerim.. onlar kimin içindi? ki duyar gibi olmuştum.. tıpkı çocuklar gibi sezmiştim.. ben çocuk olmuştum bir vakitler.. sezmiştim. Sorular sormuştum. Sus işareti dudaklarıma yapıştırılmadan az önce. 

Efendim? 

“Arayan soran var mı?”
“Şimdilik yok Efendim!”
“Yine ortalık darmadağın.. dam akar, sular akmaz.. şu dülgerlerin hepsini kovmalı.. yaptıkları her iş baştan savma!”
“ Haklısınız Efendim.. tıpkı buyurduğunuz gibi.. zaten..”
“ Kimsenin canını yakmak istemiyorum.. ve fakat olmuyor.. işte Serma’nın hal..”
“ Tam isabet!”
“ Hayır kaç kez uyardım.. tınmıyor.. hepsi için bir örnek olmuştur umarım!”
“ Olmuştur Efendimiz!”

Kaderdaşlarım! Sevgili Haremliler.. İşte Serma’yı gördünüz.. örnek olsun! Kimsenin canı yansın istemediğim halde zorla yakmam isteniyor.. kaşımam isteniyor. Sen! Evet sana söylüyorum! Ne öyle aptal aptal bakınıyorsun? Canın taşlık istiyor her halde.. öyle ise o başka.. Mahmut Bey göndermişmiş!

O da buldu kolayını Ömer Ağam! Topu hep bana atıyor. Çocukluk arkadaşıyız ya.. mektep arkadaşıyız ya! Ve fakat anlamıyor ki benim yetkim aslanın tasmasını takıp-çıkarmaktan öte değildir. Ondan ilerisi yoktur.

İşte Vildan! Bak o başka! O velinimetimiz Ömer Kara Ağam tarafından getirildi ya da gönderildi..

Efendim.. Sevginin odası mı? Kaç kere söyledim.. anahtarları üzerinize almayın diye.. kaç kere.. ve daha kaç kere söylemeliyim? Dinlemiyorlar efendimiz.. beni dinlemiyorlar.. hani ben Kara Mastığım ya! İşte ondan. Belki bilerek yapıyorlar. Ya Kara Ağamızın kulağına giderse!"

Ya! Bir giderse işte yandığınız gündür. Vildan hanım! Kendisi getirmiş veya başkası onun için önemli değildir.

İşte ben! Beni ne çok sever! Ve fakat gizler sevgisini. Hani şımarmayayım diye. Evet ya şımarır da bir densizlik yaparsam yapılmayacak bir yerde. İşte kim bilir nasıl utanır benden efendim.. bu yüzden gözü hep üstümdedir. Bu göz altılığı başka türlü yoruyorsan o senin cahilliğinden Hanım!

“Vildanın odası mı? Hani Sevgininkiydi kilitli olan! Vildan hanım.. Vildan hanım ben Suat.. odanız için rahatsız ettim.. kilitliymiş.. Veysel söyledi. Ya! Demek aranız limoni.. olur.. bazen böyle terslikler olmuyor değil hani.. yine de kendine dikkat et! Madem ayağın sürçsün diye bekleyenler var.. ben Sevgiye bakayım..”

Bile bile yapıyorlar! Ayağımı kaydırmak için.

Kaysın ayağım ne olacak?

Elinize ne geçer? Hiç. Koskoca bir hiç. Size mi verirler teftişini odaların..hah.. güleyim bari. 
Tırnakları uzun olan hizmetlinin hizmetine son verilecek. Bir günlük tıraşla gelen hizmetlinin yarım yevmiyesi kesilir. Yinelenmesinde anlaşma tek yönlü bozulur.

Ben ki ağlarım yalnızca!

Yalnızca sızlanırım.

Ve görünmez yaka numaram tırnakları öfkemin. Öfkemin tırnakları yiyip tüketecek beni.

“Dıt.. anahtarı bulunamadı odanızın!” bütün giz bu “anahtar” sözcüğünde olmalı. Ya da terimde. Niye böyle terliyorum ki? Hem titriyor hem terliyorum. Üşüyorsam niye terliyorum? Terliyorsam niye üşüyorum? Giz “anahtar” da mı “ter” de mi? 

Bir kere “Dıt!” ne demek? “Dıt anahtarı bulunamadı odanızın!” ne demek? Aptalca bir söyleyiş değil mi? Ya da soruş? Sizin rehberiniz kim? Söz rehberiniz? Ben olamam! Benim sözcüklerimin çalındığını dünya alem bilirken sizin bilmezlikten gelişinizi hayra nasıl yorabilirim ki? Olmadı hanım efendi! Olmadı! Ele veriyorsunuz kendinizi. Biraz daha uğraşırsanız iftiranızın bütün çıplaklığıyla ortaya çıkacağına kendiniz tanıklık edeceksiniz. Böyle olursa o zaman ne çimlerinizi sayacak ne karnınızın ağzından öpecek kimseyi bulamazsınız. Hem ne rüşvetle ne tehditle yaptırabilirsiniz! Hani demem o ki sizin canınız benden çok yanar. Bakın bu sözüme kulak verin: sizin canınız benden çok yanar. İnanın. Şuncacık bir yalanım varsa.. benimle iyi geçin! Yerimde gözün olduğunu biliyorum! Saklama! Bile bile yanlışlar yapıyorsun, iftiralar ediyorsun.. sonra da yalanlarını unutup konuşmaya çıkıyorsun. Çuvallıyorsun.. susmam! Birkaç sözcük bulup durumu hepten de anlatamayacak durumda değilim sanma.. umma bunu! Güvenme buna! Bana güven! Bile bile yanlış yapıyorsun! İstençli! Bir inansam.. ah bir inanan bulabilsem! Korkuyorum!

Kurulacak düşler var. Dayanır kapıma CELLAT BAŞILAR’ı. Rezil olurum konu-komşuya.

Efendi gelir:

“ Şu toza bak! Her yan bir karış toz!” der. 

Ve alayla sürdürür konuşmasını:

“Acaba zati alileri kimin gelip silmesini bekliyor? Bu ne vurdum duymazlık! Evet efendi!” der.

Efendi! Bir anlamda “Taşlığa çıkın!” demektir. Hesabını kesiyorum, demektir. Hesabı kesmek demek bir daha görmemek, duymamak, solumamak, kuşları kurtaramamak demektir. Kuşları kurtaramıyorsa kişi sabaha çıkmış anlamı ne? Sen bunu bilebilir misin?

Oysa ben seni sevmiştim.

Ben –Kara Mastık olarak değil- bir insan nasıl severse öyle.. ölümüne sevmiştim. Düşlerime girmiştin. Kanımı kaynatan Şeyda gibi.. Özlem, Füsun, Roxelenna ve annesi Lisowska’yı sever gibi sevmiştim ben seni! Kanımı kaynatmıştın. Yadsıma sen de beni sevmiştin ilk önceleri.. ne oldu? Kim ve ne girdi aramıza? Nasıl girdi? Söyle!

Artık..

Bardakları kıracaktın az daha.. bastığın yeri görmüyor musun?

Vildan hanım!
Vildan hanım!

Bir dakika.. dünkü liste eksik çıktı.. çıkmış.. yani benden kaynaklanmıyor. Kimseye anlatamayacağım.

Anlatamayacağım Vildan!

Kimseler inanmaz ki! Ablam olsa inanırdı. O inanırdı bana! Kimseler inanmazken o bana hep inanırdı. 

Ben:

“Yağmur yağdı!” derdim. Gülerdi kabiledekiler. Oysa ablam sarılır boynuma ve, “Ah evet! Ne de güzel yağmıştı!” derdi. Hiç kanatmazdı yüreğimi. Hiç kovmazdı yanından. 

Yalancı sen de! Demezdi. Hadi yalvartma artık! Senin zorunla olup bittiğini anlat olup-biten her şeyin! Hiç düşünmediler ki sürüsünden uzakta ne yapar bu çocuk? Çadırından, annesinden ablasından uzakta yalnız başına on yaşında bir çocuk nasıl soluk alır? Nasıl koşar oynar hiç düşünmediler, hiç akıllarına bile getirmediler. Hiç!

Suda balık yan gider’in anlamını başımı taş bir odada yabancısı olduğum bir yastığa koyup, gözlerimi tavana diktiğimde kavramıştım. Karma karışık şekillere konaklık ediyordu süslü tavanın yivleri. Korkunç! Kıvranan, kıvranışlarıyla kıvrandıran. Bir veda edişi, annemle, ablamla, babamla, kabilemle bir vedayı bile çok görmüşlerdi. Ağladım. Ağladım. Yorganı yüzüme çektim. Tavandaki şekiller görmesin istedim gözyaşlarımı. Kirletemesinler istedim. Hıçkırmadım. Hayır! Hıçkırığa izin vermedim. Öylece, sessizce ağladım. Gözlerimden çalınan uykularım için. Zihnime hücum eden heveslerimden kopardıkları için. Hem bilmiyordum ki şafak söktüğünde, gün başladığında ne yapacağım. Ne yapacaklar! Sözcüklerime el atacaklarını hele hele erkekliğimi çalacaklarını hiç ama hiç aklıma getirmemiştim.

“Nerede benim ikindi çayım?”

Ömer Ağam'a durumu açıklamalıyım. Tüm gerçekleri bütün çıplaklığıyla sermeliyim gözleri önüne. 

Dediği zaman:
“ Der zaman-i piş ez in!” 

Demeliyim:

Evet bu zamandan önce yıldızlarımı aramak için inmiştim. Sırtımı o yaşlı ağaca vermiştim.. SUNDAR’u aramıştım. Ablamın yıldızı.. ablam öyle derdi gökyüzündeki, hani kuzey diyorsunuz ya işte ordaki en parlak yıldıza ablam SUNDAR derdi. Niye o adı verdiğini bilmem. Sormak hiç aklıma gelmedi. Ben ablama hiç sormazdım. Her söylediğini ezberlerdim. Her söylediğini pür dikkat dinlerdim. Hiçbir söylediğini kaçırmak istemezdim. Ve kaçırmazdım hatta. Bütün bunları bir bir anlatırım Ömer Ağama. Akıllı adamdır. Zekidir. Gözünden hiçbir şey kaçmaz. 

Bu “zennure”leri değiştirseniz efendim! Demeliyim. Demeliydim. 

“Kimse takmıyor mu beni? Hani ikindi çayım?” 

Ben duymamıştım. Orda olsam hemen duyardım. Koşup getirirdim çayınızı Ağam, beyim, efendim.. hemen koşar getirirdim. Koşar getirir, izin alır durumu bütün yönleriyle anlatırdım, rengi benim rengim olan Kara Ömer Ağa anlardı.

Anlar!

Şimdi çubuk istemişti, unutmuştum. Ve çay gecikti. İşte uyku bastırıyor. 

Eşkıya güruhundandır uyku, bilirim. Bilirim ne canlar yakmıştır hiç sezdirmeden, ip ucu vermeden, iz bırakmadan..

“Sen ne anlatıyorsun kuzum?”

İşte böyle donup kalırsın ya! Çay yok! Ve işte çay yok kör vuruyor sağır da ben vuruyorum sanıyor. Öyle sanıyor çünki çay yok! Ve sözcüklerim kayıp. En iyi olasılık kayıp! Oysa çalındığını bütün dünya biliyor. Ve erdem üzerine söylevlerin bini bir pul. Oysa ben pul nemidarem! Bu sözcük Kara Ömer Ağam’dan mı yadigâr ablam Necmi’den mi anımsamıyorum şimdi. 

Nemidarem! Nemidarem!

İşte dilenciliğe çıktın! Havanın güzelliğinden söz edersin.!

Giydiğin fistanlar üzerine övgüler beklersin!

Anahtarlar gözükür, entarinin bir köşesinden sırıtır. Ve, “ Hanendenlerin tıkırtısı zayıf!” der, gözdağı verirsin.

Anlamaz dudak büker hizmetliler. Yağmuru gerekçe gösterir kethüda, dinler gibi yapar.. iyi kesersin her türlü rolü.. kalkarsın altından. Vildan kalkar masanın altından, doğrulur... Ömer Ağamız nefes nefese kalmıştır. Ömer Ağamız'ın erkekliğini çalmamışlar. Ya birilerinin gözünden kaçmış ya da onu öyle olduğu gibi uygun görmüşler. Onu öyle isteyenler beni öyle olayım diye düşünmemişler. Demek akıllarından geçmemişim. Ömer Ağam nefes nefese kalmıştır. Koltuğunda doğrulur gibi yapar.. yerleşir iyice, ağartır gözlerini. Diş biler Sevgi Pislik Murat’a, Yelda saçlarımı okşar titreyen elleriyle.. masanın altında ne arıyordun Vildan!

Gördüm görmezlikten geldim.

Göz kırpmanı anladım!

Anladım öksürmesini Kara Ağa Ömer Beyim'in!

“DIT.. DIT.. DIT..”  deyişlerini çözümledim kethüdanın. Ve fakat siz anlamadınız ve işte anlar gibi yaptınız.. anlıyormuş gibi. Oysa her şey gözümün önünde oldu. Ömer Ağamın öyle bir şey yapmayacağına inandığı için Mihriban hanım efendimiz dönüp bakmaya tenezzül bile etmedi.
Ve işte sen adi iç çamaşırları giyiyorsun. Özen göstermiyorsun çamaşırlarına. İşte bacağını kaşıyordun yeni çıkmıştın ayak yolundan.





Cemal Çalık, 04.06.2015,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Hasırlı, Roman 

Seçkin Deniz Twitter Akışı