8 Haziran 2015 Pazartesi

SA1403/KY29-YA8: CTP-BG Milletvekili Ferdi Sabit Soyer Röportajı: “Türkiye’den Başka Çalacağımız Kapı Yok”

“Başımız sıkışınca, Ankara Ankara, seni görmek ister her bahtı kara diyoruz”
CTP-BG Milletvekili Ferdi Sabit Soyer

Yurdagül Atun- Ferdi Sabit Soyer

CTP-BG milletvekili Ferdi Sabit Soyer, garantörlük konusunun şu anda tartışılmasını faydalı görmediğini söyledi. “Bu Rum kesimi tarafından önümüze cirilenmiş bir gündem maddesidir” diyen Soyer,  daha federal çözümün, iki bölgeliliğin, güç paylaşımının nasıl olacağı, kanat (kurucu) devletlerin yetki ve salahiyetlerinin ne olacağı gibi özlü konular tartışılmadan garantörlük konusunun konuşulmasının abes olduğunu ifade etti.  

En son, 5’li konferansta konuşulması gereken konunun, Kıbrıs Türkünün önüne konmasını içine sindiremediğini kaydeden Soyer, “Önümüze kaktırdılar, biz de Hanno balığı gibi bu yemi yedik. Federal çözümün güç, yetki paylaşımı görüşülmeden siz neyi tartışıyorsunuz ki?” şeklinde konuştu. 

Kooperatif Merkez Bankası'na yapılan istihdamları değerlendiren Soyer, birtakım çıkarlar ve anın kurtarılması için yapılacak istihdamların bela olarak bin misli geri döneceğini belirtti. İstihdam yaparak siyasi konum elde etmenin ve konumu güçlendirmenin mümkün olmadığını vurgulayan Soyer, bundan uzak durulması gerektiğini söyledi.

KTÖS Genel Sekreteri Şenel Elcil’in kendisine yönelik eleştirilerine yanıt veren Soyer, “Eğer siz Meclis’i, Meclis’in oluşturduğu yapıları hepsini toptan reddeden ve külliyen itibarsızlaştıran bir yaklaşım içine girerseniz, kendi anayasal zemininizi dinamitlersiniz. Bu bakılmadan sürekli olarak buradaki demokratik yapının hep Ankara’nın güdümünde bir yapı olarak lanse edilmesi, Kıbrıs Türk halkının kendi kurumsal varlığını da itibarsızlaştırmadır. Bana Elcil, ‘hamamın namusunu kurtarma’ ifadesiyle cevap verdi. Benim buna yaklaşımım Ziya Paşa’nın sözleriyle olacaktır: ‘Üslubu beyan insanla aynıdır.’ Seçimi savunduğum için, ‘Hitler de seçimle işbaşına geldi’ diyor. Bunu söyleyen kişi de seçimle işbaşına geldi. Kendisi Hitler mi?” yorumunu yaptı.

KKTC’nin iç borcunun 5 milyar TL olduğunu anımsatan Soyer, başları sıkışınca kapısını çalacakları tek yerin Türkiye olduğunu söyledi. “Yıllar itibarıyla karşılaşılan her sorunda, biz ‘Ankara Ankara, seni görmek ister her bahtı kara’ şarkısını söyleyerek elimizi açıyoruz, Ankara da veriyor. Bir-üç- on-on beş… En nihayet Ankara önce kulağına, sonra aleni bir şarkı söylüyor: ‘Ankara’nın taştır yolu, her tarafı asker dolu…’ O zaman da kıyametler kopuyor burada” diyen Soyer, “Nereden bulursan bu, beni öde!” mantığından kurtulmak gerektiğini çünkü bu paranın bulunabileceği tek yerin Ankara olduğunu vurguladı.

Soru: Geçtiğimiz günlerde yazdığınız bir yazıda KTÖS sekreteri Şener Elcil’e göndermelerde bulunmanız Elcil tarafından eleştirildi. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Sendikal hak ve sendikal yaşam demokrasinin bir parçasıdır ve demokrasilerde, sendikal haklar ve bunun kullanılma zeminleri demokrasinin en büyük göstergesidir ancak bu demokrasinin en büyük göstergesini kullanırken bunun şu veya bu şekilde genel toplum/ülke menfaatlerinin ve tüm çalışan kesimlerin ortak paydalarının dışında küçük zümresel çıkarlar, ihtiyaçlar veya siyasi kazanımlarla ilgili bazı noktalara ulaşma maksadıyla değerlendirilmesi demokrasiye en büyük zararı verir. 

Sendikalar aynı zamanda en geniş halk kitlelerinin demokrasiye, paylaşmaya ve dayanışmaya hazırlanması için birer okuldur. Bu bakımdan sendikal yaşam demokrasilerde bir gerekken, demokrasilerin daha da gelişerek kurumsallaşmasına katkı sağlar. Hal böyleyken bir sendikal anlayışın, demokrasinin önemli bir unsuru olan seçim ve halk iradesiyle oluşmuş yapılara karşıtlık beyan etmesi, başta Meclis olmak üzere, demokratik hukuk devleti ilkelerinin pek çok değerini itibarsızlaşma çalışması, özünde sendikal haklara yönelik bir zarardır çünkü demokrasi geliştikçe ve kurumsallaştıkça sendikal haklar etkin ve güçlü bir hale gelir.

“Meclis’i itibarsızlaştıran bir yaklaşım içine girerseniz, kendi anayasal zemininizi dinamitlersiniz”
 Eğer siz Meclis’i, Meclis’in oluşturduğu yapıları hepsini toptan reddeden ve külliyen itibarsızlaştıran bir yaklaşım içine girerseniz, kendi anayasal zemininizi dinamitlersiniz. Bu bakılmadan sürekli olarak buradaki demokratik yapının hep Ankara’nın güdümünde bir yapı olarak lanse edilmesi, Kıbrıs Türk halkının kendi kurumsal varlığını da itibarsızlaştırmadır. Yani bir şey yapamayan, bir şey düşünemeyen, kendi iradesini kullanmaktan aciz bir ahali durumuna düşünürsünüz siz Kıbrıs Türk halkını… Bu belki bazı konularda, Türkiye’deki kimi anlayışlarla, ya da uygulamada olan bazı konularda haklı olarak yaptığınız/yapacağınız çalışmaları da özden dinamitleyen bir mantıktır çünkü siz bunun değiştirilmesi, geliştirilmesi, farklılaştırılmasına hiçbir şekilde katkı üretmemiş olursunuz. Bu bakımdan da söylem son derece yanlıştır. Bizi, kendi elimizle bürokratların ya da bir kısım darbeci anlayışların yönetmesi mi talep edilmektedir ki Meclisi topyekün külliyen reddeden bir söylem vardır? Bunu anlamam mümkün değildir, tutarsız bir mantıktır. Bu yıllar içinde olan yanlışları gidermenin tek bir yolu vardır. Demokratik hukuk devleti ilkelerini kurumsallaştırmak ve demokratik kurumsallaşmayı birleştirmek. Bu söylemler, bu yapıya da aykırıdır. Bu söylemleri hiçbir zaman onaylamadım, hiçbir zaman da onaylamayacağım kanısındayım. 

Bir de şunu söyleyeyim, görüşlerimi ifade ettiğim zaman biri bu görüşlere dönük farklı görüşlerle eleştiri veya değerlendirme yaptığında çok saygı duyarım ama bir görüş ifade ettiğimde ona hakarete, ya da itibarsızlaştırmaya ve hiçleştirmeye dönük söylemlerin bana göre hiçbir değeri yoktur. Bu son derece yanlıştır. 

Ben birtakım eleştiriler yaptığımda bana “Hamamın namusunu kurtarma” ifadesiyle cevap verdi. Benim buna yaklaşımım Ziya Paşa’nın sözleriyle olacaktır: “Üslubu beyan insanla aynıdır.” 

Dolayısıyla bu üsluplar hiçbir zaman sağlıklı sonuç üretmez. Burada esas olan nokta şudur: Seçimi savunduğum için, ‘Hitler de seçimle işbaşına geldi’ diyor. Bunu söyleyen kişi de seçimle işbaşına geldi. Kendisi Hitler mi? 

Soru: UBP’nin kurultay istihdamlarını kıyasıya eleştiren partinin kurultaya kısa bir süre kala Kooperatif’e istihdam yapması hayli eleştirildi. Bu istihdamlara nasıl bakıyorsunuz?

İşin gerçeği şu dur; KKTC Meclisi içinde, bu hükümet döneminde bir yasa yapıldı. Bir geçici istihdam yapılmayacaktır, bütün kurumlar ve devlet de her istihdamda münhal ilan etmek zorundadır. Bu yasa yapıldı ancak bu yasanın bir boşluğu var. Münhal duyurulacak ama münhal duyurularında kamu veya kamuya bağlı kuruluşlar bu münhali hangi usul ve esasla yapacak konusu boşluktadır. 

Dolayısıyla Kooperatif Merkez Bankası münhalinde konulan bir ibare bizim tüm iddialarımıza biraz su katan bir iddiadır. Münhallerin duyurusuyla birlikte alımın yazılı ya da mülakat usulüyle yapılacağı söylenmektedir. Belirgin bir şey değil. Bu metot yanlıştır. Dolayısıyla siz önce hangi usulle yerleştirme yapacağını baştan belirlemelisiniz. Bir başka boşluk şudur; Sınavı kim, nasıl yapacak… 

Mesela İhtiyat Sandığına 25 kişi alındı. Kamuoyunda bu tartışıldı mı, tartışılmadı. Çünkü sınav DAÜ’ye yaptırıldı, doğru dürüst bir sınav oldu ve bu sınavın sonuçları aynen uygulandı. Dolayısıyla ne girenler, ne giremeyenler bununla ilgili bir itirazda bulunamadı. Dolayısıyla esas olan bunu her yere şamil kılmak. En kötüsü şudur; eğer sizin Amme Hizmeti Komisyonu’na atadığınız görevli sahte imzadan mahkum olursa bu kez tüm bu kurumların inandırıcılığını sağlayamazsınız. Dolayısıyla bunun da esaslı bir noktaya girmesi gerekiyor. 

Dolayısıyla bir takım çıkarlar ve anın kurtarılması için yapılacak istihdamlar size bela olarak bin misli geri döner. İstihdam yaparak siyasi konum elde etmek ya da konumunuzu güçlendirmek konusunda hiçbir işe yaramadığı bu memleketin siyasi yaşamında çoktan belirlenmiş bir konudur. Ve en başta biz olmak üzere siyasi partilerin uzak durması gerektiği kanısındayım. 

Soru: Düşündüklerinizin ya da tüzüğünüzün kaçta kaçını uygulayabildiniz?

Şimdi kaçta kaçı diye bir oran vermem doğru değil ama hükümet programında yazılanların bir kısmını halen daha yapamadık, bu çok ciddi bir hadisedir. Hoş yapsan takdir mi edilirsin, bunu da anlamak mümkün değil. 

Soru: Takdir edilmek çok mu önemli. Önemli olan halka fayda sağlayacak şeyleri hayata geçirmek değil mi?

Takdir edilmek şudur; Bir olumlu iş olduğu anda olumlu işin zeminidir. Bu zemin olmuyor. Örneğin geçen hükümet döneminde sunduğumuz hükümet programını alın inceleyin, bu hükümet programının yüzde 95’ini misliyle yaptık. Toplumca talep edilen konular yaşama geçtikten sonra maalesef bunlar kalıcı olmuyor, hükümet değişimiyle birlikte, popülist yaklaşımlar nedeniyle bütün o olumlu noktalar tersyüz ediliyor, aynı noktaları tartışır hale geliyoruz mesela şimdi toplumda en fazla tartışına kolej sınavları değil mi? Bu kaldırıldı ortadan, farklı zemine döndü ama bu zemin de kaldırıldı, eskiye döndü. Bu, aynı konuların tartışılır olmasını getirdi. Bir hayli konu, hepsi sil baştan… Bunların kalıcı hale gelmesinde takdir önemlidir. 

Gelecek olan hükümet, o zemin üzerinden daha ileri gitmeyi hedeflemelidir. O yüzden aynı sorunların bedbahtlığını yaşayan bir halk durumundayız. Siyasette ölçü önemlidir. Bizde ölçü yok. Siyasetteki ölçü ne olmalı, insan yaşamına, topluma ne kadar sabit sermaye yatırımlarının yapılmasını sağladınız, aynı zamanda ülkenin GSMH’sini nereden nereye getirdiniz, sağlıkta, eğitimde ne gibi yeni atılımlar sağladınız, bunların ölçü olması lazım. Bunların hiçbiri ölçü değil. 

Ölçü ne oluyor, ya da başarı/başarısızlık neyle ölçülüyor; Kaç tane benden yana insanı istihdam ettin, kaç tane benden yana insana arsa dağıttın, kaç tane benden yaza insanın sorununu çözdün! Ama senden yana olarak gördüğün bu insanların desteği bu işi alana kadardır. Ondan sonra seni terk eder. Dolayısıyla toplumsal fayda ortadan kalkıyor. İşte bu ölçülerin siyasette tartışılır olması gerekir.

Soru: Bazı kişilerde “Türkiye parayı versin, karışmasın, biz kendi kendimize yeteriz” düşüncesi hakim ancak devlet biraz kesintiye gidecek olsa yollara dökülüyorlar. Cebinden çıkacak paranın azalmasına rıza göstermeyen bu kişiler nasıl ayakları üzerinde durabilecek?

Burada en temel mesele düşünce biçimini farklılaştırmaktan geçiyor. Şim siz şu andaki tabloyu insanlarla paylaşmalı, topluma anlatmalısınız. Bizim devlet olarak iç borcumuz 5 milyar TL dolayındadır. Devletin çeşitli nedenlerle, bir kısım kamu ihtiyaçlarını karşılamak için bankalardan yaptığı borçlanmadır. 

Bu iç borç, GSMH’nin hemen hemen, yüzde 120’si kadardır. Bu büyük bir felakettir. Maalesef bu felaket, siyasette buna denk bir ağırlıkla ele alınmamaktadır. Birinci nokta bu. İkincisi bizim bir o kadar, hatta ondan daha fazla Türkiye’ye dış borcumuz vardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin bize verdiği tüm yardımlar dış borç statüsündedir. Hoş, Türkiye bunu bugün bizden talep etmiyor ama bu bizim ekonomimizin gelişmesinde iç borçla birlikte çok önemli bir konudur. O bakımdan biz öncelikle, Türkiye’nin şu an bizden dış borcu talep etmeme avantajını kullanarak iç borcumuzu nasıl düşürebiliriz diye kafa patlatmamız gerekiyor. Ama bu toplumun gündeminde bu yoktur. 

Bir ikinci nokta KKTC bütçesi tüm yerel gelirlerinden ve yerel bütçe kaynaklarımızdan yatırıma ayırdığımız pay, devenin kulağının ¼’ünün yarısıdır. Bu büyük bir felakettir. Dolayısıyla tüm yatırım kalemleri, Türkiye’den gelen destekle olmaktadır. Siz tüm yatırım kalemlerinizi büyük ölçüde Türkiye’nin katkısıyla şekillendiren bir yapıdaysanız, yönetme yeteneğinizi ve öncelikler yeteneğinizi kaybedersiniz. Bu sorunsalı nasıl değiştirebileceğiz, Türkiye’yle ilişkileri, bu sorunsalı en aza düşürecek şekilde, nasıl yapıcı bir çerçevede ele alacağımızı ortaya koymamız lazım.

Ben bir espri yapıyorum ve diyorum ki, yıllar itibarıyla karşılaşılan her sorunda, biz bir şarkı çağırarak Ankara’ya gidiyoruz. “Ankara Ankara güzel Ankara, seni görmek ister her bahtı kara” diyoruz. Bu şarkıyı söyleyerek elimizi açıyoruz, Ankara da veriyor. Bir-üç- on-on beş… En nihayet Ankara önce kulağına, sonra aleni bir şarkı söylüyor: “Ankara’nın taştır yolu, her tarafı asker dolu…” O zaman da kıyametler kopuyor burada. O bakımdan öncelikle sivil toplum, sendikalar, vatandaş olarak, şu mantıktan kurtulmamız lazımdır: “Nereden bulursan bu, beni öde!” Bunun bulunabilecek tek yolu Ankara’dır, işte “Ankara Ankara, seni görmek ister her bahtı kara” dediğinde o da senin kulağına daha gür bir sesle“Ankara’nın taştır yolu,” şarkısını söyleyecektir. 

Dolayısıyla bu toplumun her bireyinin ve sivil toplumunun şunu düşünmesi gerekir: Türkiye’den alacağımız destekle ekonomimizi nasıl büyüteceğiz, büyüden bu ekonomiyi nasıl kayıt altına alıp daha fazla gelir elde edeceğiz, bunu yaparken, sosyal adalet ilkelerini ve alım gücünü nasıl koruyacağız? Bu soruları kimisi sağ, kimisi sol bakış açısından ama bu özde cevaplar bulmak, farklılıklarla beraber bunun tartışmasını yapmak gerekiyor. Memlekette en az tartışılan konu budur. 

Tartışılan nedir; Ahmet Mehmet’i istemez, Ayşe Fatma’ya geçimsizdir, o onun yerine göz dikti, bu bunun yerine göz dikti! Birde memlekette “EN” modası çıktı. Herkes kendisini konumlandırırken, en bilgili benim, en cesur benim, en üstün benim, en solcu benim, en sağcı benim, en çözümcü benim diyerek hep enlerle tanımlarken talep ettiğiniz sadece taraftarınızın desteğidir. Halbuki siyasi yaşamda ya da toplum yaşamında tek başına taraftarın desteği br değerdir ama esas olan nokta size taraftar olanın size yönelttiği eleştirileri saygıyla karşılamanız ve size taraftar olmayan insanların size yönelttiği eleştirileri ya da önerileri bir değer olarak alıp kendinizi geliştirmenizdir ama siyasal kültürde en kahraman benim, en iyi benim kültüründen beslenirseniz yalnızca sizi alkışlayanların sesinden başka ses duyamazsınız, bu siyaseti kısırlaştırır, öldürür, demokratik kültürün gelişmesinde sıkıntı yaratır. 

Soru: Mustafa Akıncı’nın seçilmesiyle müzakerelerde yeni bir süreç başladı. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kıbrıs konusunda yeni bir süreç başladı. Bu olması gerekendi. Uzun zamandır çeşitli nedenlerle çözüme yönelik görüşme süreci kesintiye uğramıştı, şimdi başladı. Ortada bir gerçek var, o da 11 Şubat 2014’de iki tarafın kabul ettiği ortak belge. Bu ortak belge temelinde görüşmeler başladı. Bu son derece önemlidir. Edindiğim izlenim liderler ve müzakereciler daha önceki görüşmelerde yakınlaşılan konular üzerinden hareket etmeye başladılar. Bu olumludur ve doğru bir tutumdur. Geçmiş dönemde sayın Eroğlu’nun Anastasiadis’le öne sürdüğü müzakere metodunu kabul etmesi sil baştan müzakere sürecini getirmişti. Bu yanlıştı. Şimdi 2 lider arasında yapılan yakınlaşmalardan başlanması son derece olumludur. 

Diğer nokta özlü müzakerelere bağlı olarak güven yaratıcı önlemlerle (GYÖ) ilgili bir kısım görüşmelerin yapılmış olmasıdır. Bu da paralel yürümesi gereken olumlu bir konudur. GSM operatörlerinin pozisyonu ki, bunun bir sonuca bağlanması çok önemlidir. İki tarafın elektrik sistemlerin birbirine bağlanması da son derece pozitif bir adımdır. Her iki tarafa menfaat sağlayacak bir hadisedir, geleceğe yönelik de kazanımlar sağlar; Örneğin Kıb-Tek enterkonnekte sisteme, Türkiye üzerinden bir kablo ile bağlanabilirse, iki tarafın daha fazla imkanlarına yol açacaktır. Kurulacak olan federal çözümde Kıbrıs Türk tarafının ekonomik hasletlerinin güçlü olması gerekiyor. 

Bu yüzden mülkiyeti Kıb-Tek’te olacak şekilde, güneş enerji sistemi veya çıkacak gazdan elde edilecek ucuz enerjinin bu enterkonnekte sistem ve kablo marifetiyle satılması ve oradan da sırasında daha ucuz elektrik alınması gibi yeni seçenekler, her iki tarafa da gelecek açısından olumlu olacak bir işbirliğinin başlangıcını oluşturur. Bu bakımdan oldukça önemlidir ve doğru noktadır. Diğer GYÖ’lerden, Aplıç ve Derinya Kapılarının açılması da pozitif ve gelişmedir, her iki bölgeye (Lefke ve Mağusa) katkı sağlayacak bir hadisedir. Diğer unsurların da geliştirilmesi gerekiyor. 

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, GYÖ’nün özlü müzakerelerin önüne geçmemesi gerektiğidir. Buna dikkat etmek gerekiyor. Paralel yürümesi gerekiyor. Biz Kıbrıs Türk tarafı olarak 11 Şubat 2014 belgesi zemininde bu görüşmeler yapıyoruz. Bu belgeyi Eroğlu imzaladı, UBP, CTP, TDP de destekledi. Bizim için ortak güçlü bir zemindir. Bu zeminde sayın Cumhurbaşkanına, her kesimin yardımcı olması, Cumhurbaşkanının da her kesimin görüşlerini alacak yeni bir açılım içinde olması gerekiyor. Yani bu süreçte, toplumun birlikteliğini sağlayacak önemli bir zemin vardır. Bunu da geliştirmek hem Cumhurbaşkanına, hem de Meclis’e düşmektedir. 

Soru: 41 yıl sonra mayınlı bölgelerin haritasının GYÖ olarak Türk tarafına verilmesini nasıl karşılıyorsunuz?

Tahminime göre bunlar tank mayınlarıydı, üstüne ağırlık gelince paylayacak mayınlardı. Var mı yok mu, doğrusu o konuda bir bilgim yok. Ancak bunun da şık olmadığını söylemek isterim. Bizim bu konularda çok ciddi duruş içinde olmamız gerekir. Hükümetin, Cumhurbaşkanının birlikte vize kağıdı uygulamasını kaldırmış olması kanımca, dünya indinde Kıbrıs Türk tarafını GYÖ konusunda, Rum tarafındaki anlayıştan daha tutarlı, daha istekli ve daha girişimci olduğunu gösteren bir adımdır. Bu bakımdan kağıt üzerindeki mayın işinden daha özlü bir açılım sunmaktır. Bu bakımdan da evrensel platformda Kıbrıs Türk tarafına pozitif bir katkı getirdiğine inanıyorum. 

Soru: Rumların, Türkiye’nin garantörlüğün kaldırılması taleplerini nasıl buldunuz?

Garantörlük konusunun şu anda tartışılmasını faydalı görmüyorum. Bu Rum kesimi tarafından önümüze cirilenmiş bir gündem maddesidir. Görüşmelerin başlaması söz konusuyken, daha federal çözümün esasları, federal çözümün nasıl olacağı iki bölgeliliğin, güç paylaşımının nasıl olacağı, kanat (kurucu) devletlerin yetki ve salahiyetlerinin ne olacağı gibi özlü konular tartışılmadan bir anda garantörlük konusunun konuşulması abestir. En son, 5’li konferansta konuşulacak konunun bizim önümüze kaktırılmasını ben doğrusu içime sindiremedim. Biz de Hanno balığı gibi bu yemi yedik. Bir anda garantörlük tartışması başladı. Kimse kusura bakmasın. Federal çözümün güç, yetki paylaşımı görüşülmeden siz neyi tartışıyorsunuz ki? Esası tartışmaktan uzaklaşıyorsunuz. Tüm unsurlar görüşüldükten sonra en son ele alınacak konudur garantörlük... 

Soru: Yüz mü buldular?

Yüz bulmadılar, kasıtlı yaptılar. Çünkü burada bunun alıcısının çok olduğunu biliyorlar. Kimisi taraftar, kimisi tartışılsın noktasında… Bunu bildiği için atıyor ortaya. Bu ayıptır. Yani bizi başkaları mı şekillendirecek? Başkalarının çiğnediği sakızı çiğnemeye çok meraklıyız. Bunun için biz bu noktadan uzaklaşmalıyız. 

Nitekim ben Sayın Çavuşoğlu’nun bu konudaki beyanatını çok beğendim. Çavuşoğlu bu şimdi konuşulacak konu değil, 5’li konferansta konuşulacak konudur dedi. En doğrusunu söyledi. Başka konularının önüne geçmesi için önümüze konulan gündem maddelerini tartışma lüksümüz yok. Tabi Türkiye’nin garantörlüğü 1960 Anlaşmalarında oluşmuş bir olgudur. İçeriğiyse adanın toprak bütününün ve anayasal düzeninin korunmasıdır.

 Dolayısıyla uluslar arası alanda bu gerekçelerle olan bu garantörlüğü sadece KKTC’ye mal etmekle siz Rumlara en büyük kozu verirsiniz. Bu, zeytinli bittanın zeytinini konuşmak gibi… Zeytinli bitta başka şeydir, zeytin başka şeydir.



Yurdagül Atun, 08.06.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Medya, Röportaj

Seçkin Deniz Twitter Akışı