11 Haziran 2015 Perşembe

SA1409/ÇY8-D1: Yazmak Serüvendir

"Gözlüyordu.. İnsanların mimiklerini, jestlerini, kılık-kıyafetlerini, neler hissedebileceklerini, neler düşünebileceklerini.."


Yüzünü buruşturdu.. "Yine olmadı", diye söylendi.. Yeni bir word sayfası açtı.. İlk kez yazmaya başladığı anı hatırladı.. Kendini kırk yıllık usta yazar sanıp kağıda ve kaleme bir davranışı vardı ki, görmeye değerdi.. Yüzüne hafif bir tebessüm geldi.. "Ya sabır, yeniden Bismillah", dedi.. 

Yazmak bir serüvendi ve çıktığı serüvende gördüğü, duyduğu, hissettiği ve öğrendiği ne varsa samimi bir şekilde anlatabilmeliydi.. Doğal.. gocunmadan.. saklamadan.. öykünmeden.. yüksünmeden.. minnet ettirmeden.. "Neyse, neyse", dedi.. "Gevezeliği bırakmalı.. "

Hocasını hatırladı.. Biricik ustasını.. Nadir yazarlardandı.. O teşvik etmişti biraz da.. Yapabileceğine inandırmıştı.. Hiç değilse onun yüzünü kara çıkartmamalıydı.. Ne demişti ustası, neler öğretmişti.. hepsini idrakinde taptaze saklıyor, bazen unutuyor, bazen söylenenlerin aksine yavan yazılar ortaya çıkıyor, bazen arzulanana yaklaşıyordu.. 


Kendinden başlamıştı yazmaya.. Anılarından.. anıları oluşturan anlardan.. güzel ve hüzünlü anılardan.. güzel ve hüzünlü anlardan..

Deneme neydi, makale neydi, nasıl resmedilirdi, nasıl zaman durdurulur ve kadraja takılan tek bir kare resmedilircesine nasıl yansıtılırdı… Hepsini bir bir öğretmişti biricik ustası.. Şu ustası gerçekten güzel adamdı.. vefakardı.. merhametliydi.. Zaman zaman attığı fırçalarının altında bile şefkati gizliydi.. Böyle usta dostlar başınaydı.. Hakkı ödenmezdi.. 

Ustasını hatırlayınca sandalyesinde şöyle bir toparlandı, gireceği serüvende görüp gözlemleyeceklerini, bilip anlayacaklarını ona anlatacaktı, içini tarifsiz bir heyecan kapladı.. "Ustam" dedi.. "Can ustam.. benim güzel ustam.."

Her yazıda nasıl da zorlanmıştı.. Bazen kaçmak geldi içinden, bırakmak, saklanmak.. Her yazı aslında onun çözülmesi demekti, o da ustası da bunu çok iyi biliyorlardı.. Çözüldükçe kıyıda-köşede kalan, görmek istemediği, unutur gibi yaptığı şeyler bir bir su üstüne çıkıyordu.. Çözülmek sancılıydı..

Sonra aynı bakışla çevresine bakıyordu.. Yakınındakilere, uzağındakilere, tanıdıklarına, hiç tanımadıklarına.. Gözlüyordu.. İnsanların mimiklerini, jestlerini, kılık-kıyafetlerini, neler hissedebileceklerini, neler düşünebileceklerini..

İnsanları gözlemek bazen onu ön yargılı olma handikabına düşürebilirdi, çok dikkatli olmalıydı.. Yanlış yansıtabilirdi.. okuru yanıltmak sağlam yazarlara göre değildi..

Her yazıda biraz daha büyüdüğünü, biraz daha sabırlı olduğunu hissetmeye başlıyordu.. Ciddi ciddi değişiyordu.. Acaba her yazar mı böyleydi? 

"Daha yolun başında olan ben bu kadar değişiyorsam kırk yıllık usta bir yazar olup milyonlar tarafından parmakla gösterildiğimde acaba neler hissederim?", diye şımardı içten içe..

Bir kahkaha patlattı..

“Hey, ne o, daha dünkü deli çocuk, kendini popstar  filan mı sandın, kibirlenmeyi  bırak kendine gel!”, dedi içindeki ses..

"Tamam" dedi, üç günlük yazar, itaatkar bir sesle..

İçindeki ses  acaba ustasının sesi miydi? Çenesi fena düşmüştü.. "Gidip bir kahve almalı", diye düşündü.. Zaten monitördeki boş word sayfasına bakınıp durmaktan iyice gerilmişti..

Giderken hafif bir müzik açtı, sesi yükseltti, mutfağa doğru ilerlerken müziğe eşlik edip mırıldanıyordu.. Kahvesini hazırlarken zihninde neler yazacağını tasarlıyordu.. 

Yazmak bir serüvendi ve bu serüven hem kendisine, hem okuruna iyi gelecekti.. 

Fincanını aldı, masasına oturdu, saçlarını geriye doğru attı, bir yudum kahve içti, gözlüğünü burnunun üstüne yerleştirdi, kaşlarını hafif çattı, “Gün olur devran döner, ülkem güzel sabahlara uyanır, kim bilir”, dedi, yazmaya başladı.. “Allah büyük.. Allah büyük…”



Dilâgâh, 11.06.2015, Sonsuz Ark, Çırak Yazar  

Seçkin Deniz Twitter Akışı