"Gözlüyordu.. İnsanların mimiklerini, jestlerini, kılık-kıyafetlerini, neler hissedebileceklerini, neler düşünebileceklerini.."
Yazmak bir serüvendi ve çıktığı serüvende gördüğü, duyduğu, hissettiği ve öğrendiği ne varsa samimi bir şekilde anlatabilmeliydi.. Doğal.. gocunmadan.. saklamadan.. öykünmeden.. yüksünmeden.. minnet ettirmeden.. "Neyse, neyse", dedi.. "Gevezeliği bırakmalı.. "
Hocasını hatırladı.. Biricik ustasını.. Nadir yazarlardandı.. O teşvik etmişti biraz da.. Yapabileceğine inandırmıştı.. Hiç değilse onun yüzünü kara çıkartmamalıydı.. Ne demişti ustası, neler öğretmişti.. hepsini idrakinde taptaze saklıyor, bazen unutuyor, bazen söylenenlerin aksine yavan yazılar ortaya çıkıyor, bazen arzulanana yaklaşıyordu..
Kendinden başlamıştı yazmaya.. Anılarından.. anıları oluşturan anlardan.. güzel ve hüzünlü anılardan.. güzel ve hüzünlü anlardan..
Deneme neydi, makale neydi, nasıl resmedilirdi, nasıl zaman durdurulur ve kadraja takılan tek bir kare resmedilircesine
nasıl yansıtılırdı… Hepsini bir bir öğretmişti biricik ustası.. Şu ustası
gerçekten güzel adamdı.. vefakardı.. merhametliydi.. Zaman zaman attığı
fırçalarının altında bile şefkati gizliydi.. Böyle usta dostlar başınaydı..
Hakkı ödenmezdi..
Ustasını hatırlayınca sandalyesinde şöyle bir toparlandı, gireceği serüvende görüp gözlemleyeceklerini, bilip anlayacaklarını ona anlatacaktı, içini tarifsiz bir heyecan kapladı.. "Ustam" dedi.. "Can ustam.. benim güzel ustam.."
Ustasını hatırlayınca sandalyesinde şöyle bir toparlandı, gireceği serüvende görüp gözlemleyeceklerini, bilip anlayacaklarını ona anlatacaktı, içini tarifsiz bir heyecan kapladı.. "Ustam" dedi.. "Can ustam.. benim güzel ustam.."
Her
yazıda nasıl da zorlanmıştı.. Bazen kaçmak geldi içinden, bırakmak, saklanmak..
Her yazı aslında onun çözülmesi demekti, o da ustası da bunu çok iyi
biliyorlardı.. Çözüldükçe kıyıda-köşede kalan, görmek istemediği, unutur gibi
yaptığı şeyler bir bir su üstüne çıkıyordu.. Çözülmek sancılıydı..
Sonra
aynı bakışla çevresine bakıyordu.. Yakınındakilere, uzağındakilere,
tanıdıklarına, hiç tanımadıklarına.. Gözlüyordu.. İnsanların mimiklerini,
jestlerini, kılık-kıyafetlerini, neler hissedebileceklerini, neler
düşünebileceklerini..
İnsanları
gözlemek bazen onu ön yargılı olma handikabına düşürebilirdi, çok dikkatli
olmalıydı.. Yanlış yansıtabilirdi.. okuru yanıltmak sağlam yazarlara göre
değildi..
Her
yazıda biraz daha büyüdüğünü, biraz daha sabırlı olduğunu hissetmeye
başlıyordu.. Ciddi ciddi değişiyordu.. Acaba her yazar mı böyleydi?
"Daha
yolun başında olan ben bu kadar değişiyorsam kırk yıllık usta bir yazar olup
milyonlar tarafından parmakla gösterildiğimde acaba neler hissederim?",
diye şımardı içten içe..
Bir
kahkaha patlattı..
“Hey, ne
o, daha dünkü deli çocuk, kendini popstar filan mı sandın, kibirlenmeyi bırak kendine gel!”, dedi içindeki ses..
"Tamam"
dedi, üç günlük yazar, itaatkar bir sesle..
İçindeki
ses acaba ustasının sesi miydi? Çenesi
fena düşmüştü.. "Gidip bir kahve almalı", diye düşündü.. Zaten monitördeki
boş word sayfasına bakınıp durmaktan iyice gerilmişti..
Giderken
hafif bir müzik açtı, sesi yükseltti, mutfağa doğru ilerlerken müziğe eşlik
edip mırıldanıyordu.. Kahvesini hazırlarken zihninde neler yazacağını
tasarlıyordu..
Yazmak bir serüvendi ve bu serüven hem kendisine, hem okuruna
iyi gelecekti..
Fincanını aldı, masasına oturdu, saçlarını geriye doğru attı,
bir yudum kahve içti, gözlüğünü burnunun üstüne yerleştirdi, kaşlarını hafif
çattı, “Gün olur devran döner, ülkem güzel sabahlara uyanır, kim bilir”, dedi,
yazmaya başladı.. “Allah büyük.. Allah büyük…”
Dilâgâh, 11.06.2015, Sonsuz Ark, Çırak Yazar