12 Haziran 2015 Cuma

SA1416/TG126: Breaking the Silence - Sessizliği Kırmak: İsrailli Askerlerin İtirafları/ El-Halil 2005-2007/ 7. Bölüm

      “Bizimle gönül birliği bulunan, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te Eylül 2000 tarihinden itibaren görev yapmış askerlerin itiraflarını topluyor ve yayınlıyoruz.” 
Taciz, Yağma, Aşağılama, Dayak, İşkence, Öldürme, Yaralama, Sûikastler, Özel Mülklere Verilen Zararlar…

“Bu, ayrıca var olan gerçekliği bildiği halde inkar eden inatçı çoğunluğa karşı da bir dik duruş. Bu, İsrail toplumuna ve liderlerine, çalışmalarımızın sonuçlarını değerlendirmek için acil bir çağrı.”

Askerler görev başında başlarından geçenleri anlatıyor:

İtiraf-18

Devriye görevindeydik, belirlenmiş sınırların dışında ilerliyorduk.

Neden?

Çünkü her zaman devriye menzilinin dışına çıkardık. Böylece kimse nerede bulunduğumuzu bilmezdi. Bazılarımız yanında cop bulunduruyordu. Bir sokakta ilerlerken, devriye atarken birden bir aracı durdururduk, bunu öylesine yapardık, aracı kontrol eder kapılarını filan kırardık, pek de nazik değildik. Kapının iç tarafını parçalardık. Belki orada silah saklıyor olabilirler diye.

Araçları durdurarak aramanıza kim karar veriyordu?

Öylesine. Askerler. Bunun için takım komutanı olması da gerekmiyor. Buna kim karar verirse doğru bir şey yapmıştır. “Parçalayın onu” der emri veren “delicesine arayın”. 

Bunu diyen takım komutanı mı?

En berbat devriyeler o olduğunda gerçekleşiyordu. Bizim devriye grubunda müfrezenin en saldırgan askerleri vardı. Bunlarla görevdeyken bir arabayı aniden durdurdular. Arabadan dışarı çıkan biri şöyle dedi: “Hastaneye ulaşmam lazım, acelem var”, gerçekten baskı altında bir hali vardı. Bunun üzerine ona: “Nasıl olur da konuşursun?” diye bağırarak onu fena halde benzettiler. Sonra babası arabadan dışarı çıkmaya çalıştı ve askerlerden biri copunu çıkarıp ön camı paramparça etti. Gerçekten camı paramparça etmişti. Büyük bir kargaşa başladı. Genç olanı coplayarak bir yere götürdüler. 
   
Bu kimdi?

20 yaşlarında genç bir adamdı. O yaşlarda biri işte. “Acelemiz var hastaneye gidiyoruz. Orada yaşlı teyzemizin yanına gidiyoruz” diye bağırıyordu. 

Onu zorla nereye götürmüşlerdi?

Bir eve. Yakınımızdaki bir ev. Buraya bazen girer kestirirdik. Onu demir coplarla vurarak içeri götürdüler ve çok fena benzettiler.  

Coplarla mı vuruyorlardı?

Evet. Dediğim gibi… Kesinlikle acımaları yoktu. 

Tüm devriye ekibi içeride miydi?

Evet. İki kişi güvenliği sağlamak için dışarıdaydı.

Bu sırada trafik ne durumdaydı?

Trafiği kim düşünür? Tamamen tıkanmış olsa bile kimin umurunda? Eğer o sırada tehlikeli bir durum varsa isterse her yer yansın. Durum böyleydi. 

Olay nasıl sonlandı?

Onu darmadağın etmişlerdi. Şöyle dediler:” Eğer bir daha askere cevap verecek olursan ne olacağını görürsün.” O da gözyaşları içinde: “Tamam, tamam” diyordu. Kaburgalarına yediği o coplardan sonra sanırım hastaneye gitmiştir. Mesajı almıştı, onlar da salıverdiler. Onu paramparça edilmiş bir arabayla salıverdiler. 

***
İtiraf-19

Cumartesi 4-5 arası komuta bendeydi. Cumartesi 4-5 arası komutanın sizde olması, gün boyunca nöbet noktasında beklemek ve Filistinlilere ait evleri küçük, hırçın Yahudi çocuklarından korumak anlamına geliyordu. Cumartesi günleri görevimiz buydu. On çocuk grup halinde dolaşıyor ve siz onların ebeveyni gibi davranmak zorunda kalıyorsunuz. 

Bu çocuklar gerçekten berbattı. Korku filmi gibi. Bunu aileleri de biliyor ama biz hiç bir şey yapamıyorduk. Çocuklara böyle bir nefreti nasıl aşıladılar bilmiyorum. Bu çocuklar 4-5 arası dört binanın birleşme noktasındaki Tenuvah nöbet noktasına, ‘Tenuvah üçgenine’ geliyorlar. Filistinlilerin elektriklerini kapatıyor, suları açıyorlar ve oradan sadece geçmekte olan Filistinli bir çocuğa küfrediyorlar. Ve bu olayların sürdüğü altı saat boyunca benim tek yaptığım bu küçük çocuklara A noktasından B noktasına giderken eşlik etmek ve başka bir seçeneğiz de yok. 

… Abed’de yer alan bariyerler civarından Filistinli bir kadının geçmeye çalıştığını görmüştüm ve hemen şöyle bağırdım: “Dur bir saniye! ”. Onu orada durdurdum, iki yerleşimci çocuğun ona doğru yaklaşarak alay etmeye başladıklarını gördüm, şöyle diyorlardı: “Bakın Filistinli bir kadın! Ateş! Ateş! “ Ben de: ”Sizi pataklamadan gidin edepsiz çocuklar” dedim.  Evet, gerçekten patlama noktasına gelmiştim. Bu kadar nefreti nerede öğrendiler bilmiyorum. 

Nöbet noktasından dönerken yine bir çocukla karşılaşmıştım. Bana şöyle sordu: “Şimdiye kadar hiç Arap öldürdün mü?” Üç-dört yaşlarında kumda oynayan bir çocuk bana bunu soruyor. Ben de : “Neden böyle dedin, ne oldu” dedim. “Araplar beni dövdü” dedi.  Ben: “Nasıl? Sana kim vurdu?” diye sordum. Sonradan anladım ki onu döven filan yoktu ama birisi kafasına daha önce bir Arabın kendisini dövdüğü fikrini sokmuştu, böyle bir şey asla gerçekleşmediği halde. Bu kadar nefret nereden kaynaklanıyor? Bunun sebebi çoğunlukla…  Onları nefretle dolduruyorlar.

***
İtiraf-20

Şu intikam görevlerine devam ediyorduk.

Kime karşı?

Bize taş atan Filistinlilere karşı.

Fakat taşları kimin attığını gerçekten bilmiyorsunuz değil mi?

Diğer çocuklardan bilgi alıyorduk. Yakınımızdaki çocukları yakalıyor ve onları dövüyorduk, bize taş atanların evlerini gösterene kadar. Ya da bu taş atanları uzaktan silah dürbünü ile belirliyorduk.

Ne kadar uzaklıktan?

Yüz metreden bir insanı tanımlayabilir ve daha sonradan onu yakalarsınız, o olduğunu bilirsiniz yani.

Onu nasıl hatırlıyorsunuz?

Giysisinden. Gerçi sık sık elbiselerini değiştiriyorlar. Onları şu şekilde tanıdığımızı da hatırlıyorum, ellerine bakıyorduk, eğer taş attıysa elleri kirlenmiştir, toprak veya buna benzer bir şeyler vardır. 

Taşlama olayının hemen arkasından mı yapıyorsunuz bunu?

Evet, hemen ardından veya bazen bir ertesi gün, emin olamadığımız zaman bize kim gösterilirse yapan odur.  

Kadınlara karşı davranışlarınız nasıldı?

Gerçeği söylemek gerekirse onlarla pek alakamız yoktu. Yetki sınırlarımızın dışında gibiydiler.

Bu noktada herkes hem fikir miydi?

Evet, kadınlar sınırımızdı. Onları hala saygı duyulması gereken varlıklar olarak görüyorduk. Aramızda şöyle konuşmalar geçiyordu: “Ne, bir kadın mı, onlara saygılı olmalıyız, hatta bize itici gelseler bile, yine de onlara saygı duymak zorundayız.” Yani eğer bir kadını incitirseniz… Bir keresinde böyle büyük bir hata yapmıştık.

Kamu düzenini bozacak bir şey mi yapmıştınız yani?

Evet. Yani buna sebep olan bir şey. Bir çocuğu yakalamıştık hemen arkasından annesi onu kurtarmak için geldi. Çocuğu ona teslim etmiyorduk. Bunun üzerine büyük bir tartışma koptu. Kadına şöyle dendi: “Onu sana geri vermiyoruz çünkü taş atıyor. ”Hayır! !Hayır” diye bağırarak askerlerle itişmeye başladı. Askerlerden biri kadına tokat attı. Açıktan açığa onu tokatlamıştı. Tam da tüm ailesinin kapı önüne çıktığı zamanda. Bilirsiniz, bir kadını, bir anneyi eğer incitirseniz artık yapacak bir şey yoktur. Böylece kargaşa başlamış oldu. Kadın da askere bir tokat attı ve kavga başladı tam bir kaostu… 

Bu türden birçok olay olmuştu. Mesela bir kadın çocuğunu askerlerin yanından almaya gelir, çocuk birilerini ihbar etmek üzeredir. Annesi durumu anlamıştır, çocuğun askerlere bilgi vereceğinden korkan kadın şöyle der: “Nasıl, kesinlikle olmaz!” Askerler çocuktan bilgi almakta ısrar eder ve çocuğu annesinin önünde tokatlar. Bunun üzerine annesi askerlerle tartışmaya başlar ve askerin biri ona vurur. Tabi bunun ardından kızılca kıyamet kopar. 


<<Önceki                 Sonraki>>

Tamer Güner, 12.06.2015, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri 


Çevirenin Notu: 
Kasbah: Eski yerleşim birimi, tarihi semt.

Orijinal Metin:
http://www.breakingthesilence.org.il/wp-content/uploads/2011/02/Soldiers_Testimonies_from_Hebron_2005_2007_Eng.pdf


Seçkin Deniz Twitter Akışı