15 Haziran 2015 Pazartesi

SA1425/ÇY8-D2: Kafes'te Özgürlük

-İnsanlar artık zincir ve kilitlerin ardında özgürler ve güvendeler..-


Haziran ayına rağmen yine kapalı bir hava hâkim.. Güneş ara ara bulutların arkasından görünüp kayboluyor.. 

-Bu sene yaz, adamakıllı kendini göstermedi bir türlü..  Kuş sesleri, taşıtların ve çocukların sesleri birbirine karışmış.. Seçim sonuçları açıklandığı günden beri kendini iyi hissetmeyen ve günlerini daha çok evde, bilgisayar ve yatak arasında geçiren Metin’in durumu iyi sayılmaz.. Yüzünde birkaç günlük kirli sakalları, dağınık saçları, uyumaktan şişmiş gözleri ve kırışmış elbiseleriyle hali pek iç acıcı görünmüyor.. Henüz yirmi beşinde, ama daha büyük gösteriyor.. Kim bilir bu büyüklük belki sakaldan, belki çok kafa patlatmaktan.. Hüzün insanı olgunlaştırırmış, derler.. Öyle olmalı..-

Dağınık masasında duran gözlüğünü  alıp taktıktan sonra kurumuş yağmur lekelerinin buğulandırdığı penceresine doğru yürüdü, gözlüklerinin üstünden dışarıya, caddeye doğru baktı.. "Oğlum Metin böyle olmayacak, üzerindeki ölü toprağı atmalısın", diye kendine moral vermeye çalışırken “Dünyanın sonu değil ya! Gidip biraz hava almalı” diye mırıldandı.. 

Kapısının arkasındaki askıda takılı olan siyah kot pantolonunu ve yeşil tişörtünü çarçabuk giyindi.. Yatağının karşısındaki elbise dolabına yöneldi.. Keten ceketini hızla aldı.. Alelacele sırtına geçirip tek eline iki ayakkabısını da aldıktan sonra, bir mercek ve zinciri olan dış kapıyı hızla kapattı, çelikten yapılmış iki  kilidi anahtarıyla kilitledi.. 

-İnsanlar artık zincir ve kilitlerin ardında özgürler ve güvendeler..-

 Asansörü çağırdı, bir yandan da ayakkabılarını giymekle meşguldü.. 

-Son zamanlarda boğulduğunu hisseden Metin sanki bu dünyaya ait değil, sanki adı-sanı bilinmedik bir gezegenden düşüvermiş gibi.. İnsanlar, canlılar, hareket halindeki her şey zihnini yoruyor..-

Apartmanın yer aldığı sokağın köşesinde bir noktaya geçip oradan ayakta dikilip az ötedeki caddeyi seyretmekten hoşlanır oldu.. 

-Siz deyin tefekkür, o desin gözlem, biz diyelim avarelik.. ama o bunu yapmayı seviyor işte.. Herkesin bir hobisi var.. Hareketi seyretmeyi hobi edinmiş kendine.. Yapsın tabi..-

Her şey hareket halinde.. İnsanlardaki telaş  zaman zaman onu ürkütüyor.. Sürekli sanki bir yere yetişmek isteyen, randevusuna geç kalan insan telaşı var caddede, sokakta.. Düşünüyor.. düşünüyor...

-"Nereye gidiyor bu insanlar?.. İnsanlık nereye gidiyor?.. Ben nereye gidiyorum?..  N’apıyorum ben?.. Kimim ben?.. Ben mi abartıyorum, başkaları da benzer endişeleri taşıyor mu acaba?.. Ya Ülkem..  Ahh.. Ülkeme ne olacak?.. Gelecek zaman nasıl günlere gebe?..  Neden böyle oldu?..  Kim suçlu?.. Ya mazlumlar?.."-

Neden sonra yorulduğunu hissetti.. Sokağın köşesindeki kaldırıma doğru ilerleyip oturdu.. Gözleri hâlâ yorulmak bilmeden aceleyle bir o yana bir bu yana koşturup duran insanlarda, araçlarda..

Pantolonunun sağ arka cebindeki telefonunu rahat oturmak için yan cebine aldı..

-Ülkesini “tek umut” gören mazlumları düşünmediği tek bir gecesi yok.. Zihninde bilgisayarda okuduğu onlarca makale, analiz, yorum adeta birbiriyle yarış halinde.. Çoğu biraz da yazanın dünyaya ve hayata bakışına göre yapılmış yorumlar, analizler.. Kimi fazla yaygara yapıyor, kimi fazla sakin.. Kimi kahrından ölmek üzere, kimi kına yakmakla meşgul..- 

Şöyle bir göz attı.. “Deli Ahmet” kişisinin beş kez cevapsız çağrısı görünüyordu.

-Epeydir telefonunu sessizde tutuyordu.. Pek kimseyle konuşmayı istemiyordu.. Böyle yaptığında sitem eden birine “sessizde kalmış, fark etmemişim, kusura bakma” demesi daha kolay oluyordu.."-

. Telefonunun sesini açtı.. Yine de aramak istemedi nedense.. .. "Deli Ahmet’im", diye söylendi.. "Deli Dostum." 

-Ahmet onu ses tonundan anlardı.. Şimdi bir sürü şey söyleyecek, neşelendirmek için uğraşacak, şuraya buraya gidelim haydi, diyecekti.. Şu an ona bunların hiç birisi doğrusu cazip gelmiyordu. Fazla düşünme, üşütürsün bak!”, diye yarı alay, yarı gerçekle akıl veren arkadaşı Ahmet’i hatırladı..- 

“Deli Ahmet.. Hem bana der, hem kendini görmez” derken, hüzünlü yüzünde hafif bir tebessüm belirdi..  

-Ahmet ortaokul yıllarından arkadaşı.. Yıllardır dostluklarını sürdürdüler.. Böylesi dostluklar doğrusu pek yok artık.. Ara sıra sürtüşmeleri, atışmaları olsa da birbirlerine sadık dostlar.. Pireyi deve yapıp en küçük kusurda birbirlerini silme meraklısı değiller.. Artık samimiyetlerini ve güvenlerini çoktan test etmiş olmanın rahatlığıyla ölümüne dostlar.. Ahmet onun kadar dert etmiyor böyle şeyleri.. Fetih suresi okuyup Allah bir yol verir elbet, diyordu sürekli, bir çıkış yaratır.. "Ahmet neden bu kadar rahat, bu nasıl bir teslimiyet, böyle mi olmalı, bende mi eksiklik var?" diye düşünmeden de edemiyordu..-

Telefonuna gelen mesaj sesiyle irkilerek dalgınlığından sıyrıldı.. Mesaj Ahmet’tendi. Adeti olduğu üzere yine bir ayet meali göndermişti:

"Muhakkak ki Allah, iman edenleri savunur. Muhakkak ki Allah, hainleri ve nankörleri sevmez." (Hacc-38)  

 “Amenna", dedi.. “Amenna” 

Dilinde bir terennüm oldu ayet, yüreğine su serpti.. 

-Muhakkak ki Allah, iman edenleri savunur. Muhakkak ki Allah, hainleri ve nankörleri sevmez.. Allah, iman edenleri savunur... Allah, hainleri ve nankörleri sevmez.. İman edenleri.. İman edenleri..-

Ayeti mırıldanıp dururken oturduğu kaldırımdan kalktı, ruhunun adeta yenilendiğini hissetti… 

Pantolonunun arkasını ve dizlerini şöyle bir temizler gibi yaptı.. Telefonunu tekrar arka cebine aldı.. Gözlüğünü geriye doğru yerleştirdi..

Evinin yolunu tutarken içinden “Sağol be Ahmet.. İyi ki varsın!” diyordu..  



Dilâgâh, 15.06.2015, Sonsuz Ark, Çırak Yazar  


Seçkin Deniz Twitter Akışı