17 Haziran 2015 Çarşamba

SA1431/KY9-NK66: Eyyub Sabrı

"Ne çok şey öğrenmem lazım daha… Ve ne çok şeyi hatırlamam…"


Birkaç gün önce Ramazan’da başladığım Kur’an okumalarımı yaparken mübarek Enbiya Suresi 83 ve 84. Âyetleri okudum:

“Eyyub de hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: " Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi.  Sen, merhametlilerin en merhametlisisin" diye niyaz etmişti. Bunun üzerine biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.”

Defalarca okudum bu Ayetleri, defalarca ve her seferinde ağladım…

Eyyub (aleyhisselam)  sabrı kaçımızda olur ki acep…

Bazı günler ellerimin acısına dayanamıyorum, parmaklarım infilak edecek gibi sanki… Allah hiçbir iş yapmama müsaade etmiyor böyle zamanlarda, nasıl geliyor o acı, nasıl artıyor ve sonra nasıl hafifler gibi oluyor bilmiyorum… Ama asla beni terk etmiyor, asla… 

Sabretmek istiyorum, ama sabrediyor muyum onu bilmiyorum…Eyyub’u (a.s) düşünüyorum, idrak etmekte zorlanıyorum… Dünden beri yine bu haldeyim… Atila, “şifa bir yerde bizi bekliyor ama nerede…” dedi gece…

Ağrılarım son sürat devam ederken kapı çaldı dün ve sevgili arkadaşım Fadime’nin Urfa’da çalışan oğlu Şevki bayram ziyaretine geldi… Hz. Eyyub’un (aleyhisselam)  topuğunu vurup da su çıkardığına inanılan kuyudan bir şişe su getirmiş benim için…

Nasıl etkilendiğimi anlatmam mümkün değil; zamanın ötesinden bir hediye, Eyyub aleyhisselam’dan bir hediye. O Eyyub ki dayanılmaz acılar ve ağrılar içindeyken bile sabretmişti ve yüzlerce yıldır sabrın adı olmuştu Eyyub. (aleyhisselam) 

Nasıl dayanmıştı o acılara, nasıl sabretmişti? Nasıl, nasıl?

Üstelik yapayalnız kalmıştı o acıları çekerken ve yalnız Allah’a güvenip dayanmıştı, yalnız O’ndan yardım dilemişti…”Şüphesiz bu hastalık beni sarıverdi” demişti ve Allah’a teslim olarak “Sen merhametlilerin en merhametlisisin” demişti… Bunun böyle olduğunu da Allah bize bildirmişti mübarek Kur’an da…

Allah Yarattığı insanların türlü dertlere duçar olacağını bilerek, yol göstererek; açık açık yol göstererek bildirmişti Eyyub’un (aleyhisselam)  çektiklerini bize.

Bunları yazarken, Atila’nın Ülkücan’a dediklerini hatırladım şimdi. Şöyle demişti Atila; “modern hayat içinde yalnızlaşan insanlara bir kurtuluş gibi sunulan psikiyatri bilimi ne yazık ki insanı Allah’a iltica etmekten alıkoyuyor. Gidip derdimizi bizi hiç tanımayan, hayatımızda hiçbir yeri olmayan yabancı bir insana anlatıyoruz. Anlatıyoruz ve rahatlıyoruz! Rahatlıyor muyuz? “beyin kimyasını düzenleyen” ilaçlarla belki öyle olduğunu sanıyoruz… Oysa Allah bizden istememizi istiyor, kendisinden istememizi istiyor, O’na iltica etmemizi istiyor.”

Ne kadar da haklı; “Ben kederimi ve hüznümü yalnız Allah’a şikâyet ederim.” diye buyrulan Yusuf Suresinin 86. âyetini unutuyoruz galiba… Her önümüze çıkana derdimizi anlatıyoruz; Allah’a iltica etmeyi unutuyoruz, O’nun gücünü, bütün güç ve kuvvetin yalnız O’na ait olduğunu unutuyoruz…

Ne çok şey öğrenmem lazım daha… Ve ne çok şeyi hatırlamam…


***
Ülkücan bu manada güzel hatırlatmalarda bulundu.

Başörtüsü meselesinden dolayı Hukuk Fakültesi'ni bırakınca Allah ona hayırlı bir kapı açtı ve yedi yıl kadar Mısır’da eğitim gördü Ülkücan, şimdi ise bıraktığı Hukuk Fakültesine tekrar geri döndü. 

Öğrenmekten bıkmıyor yani:)

Güzeller güzeli bir kalbe sahip bir insan; İstanbul’dan işini gücünü bırakıp ziyarete gelmesi de tümüyle hayır oldu bizim için… Atila’nın tabiri ile ikinci bir gündemi olmayan bir genç kız o. Tek derdi Allah’a hakkıyla kul olmak, hakkıyla Müslüman olmak, bu, yalnızca bu… Facebook ve Twitter kullanmıyor, televizyon seyretmiyor… Bu devir için zor bir şey yaptığı yani…

Ülkücan sohbetimiz esnasında yıllar önce çok dertli olduğum zamanların birinde ona yazdığım bir cümlemi hatırlattı: “Sağlığımı kaybetme pahasına bile olsa hassasiyetlerimden vazgeçmeyeceğim…” Kanser olduğumu öğrendikten sonra bunu hatırladığını ve bu cümlemin dua yerine geçmiş olabileceğini söyledi…

O anda neyi düşünerek bu cümleyi yazdığımı hatırlamıyorum ama böyle bir iddiada bulunmamın şu andaki durumumla bir ilgisi olabileceği kuvvetle muhtemel, en doğrusunu muhakkak ki Allah bilir…

Atila’nın hep söylediği bir şey var, Allah bizi iddialarımızla vurur; şunu yapmam, bunu mutlaka yaparım ya da oraya ölsem de bir daha gitmem… Bu ve buna benzer cümleleri kimi zaman hiç farkında bile olmadan kullanabiliyoruz hepimiz… Ve sonra… Ve sonra işte tam da o farkında olmadan söylediğimiz cümlelerden dolayı imtihan ediliyoruz…

İmtihandan geçmeye gelince o da Allah’ın yardımı ile idrak etme istidadımıza bağlı galiba… Şayet neden o imtihana tabii tutulduğumuzun şuurundaysak ya da o an şuuruna vardıysak imtihanı vermek biraz daha kolaylaşıyor galiba… Yoksa imtihanımız katbekat ağırlaşabiliyor.

Geldiğim noktada sağlığımı kaybettim, hassasiyetlerimdense vazgeçmedim… Bedeli çok ağır olsa da sözümde durmuşum yani…

Bunun iyi mi kötü mü olduğunu ise yalnız Allah bilir…

Bir de hatırlatmada bulundu Ülkücan; onu dinledikten sonra Allah’ın sevgili kardeşimi Melekleriyle birlikte aslında o sözü söylemek üzere yanıma göndermiş olduğunu hissettim…

Aktarmaya çalışırken inşallah hata yapmam…

Bediüzzaman Hazretlerinin bir tavsiyesi bu ve mealen şöyle:  “geçmişte yaşadığınız acılarınızı hatırlayıp tekrar üzülmeyin. Çünkü o acıyı yaşadığınızda Allah size o an için o dayanma gücünü vermiştir. O acı geçtikten sonra aynı acıyı hatırlayıp üzüldüğünüzde yeniden onu taşıyacak gücünüz olmayabilir. O dayanma gücü o zamana ait bir güçtü, tekrar hatırlayıp üzüldüğünüzde ise aynı gücü tekrar bulamazsınız…”

Özellikle kanser olduktan sonra geçmişte maruz kaldığım haksızlıklar gayr-i ihtiyari gözlerimin önünden geçiyor ve bir kez daha o haksızlıklara üzülürken, çok üzülürken buluyorum kendimi… Neticede altından kalkamıyorum elbette…

Bu manada Bediüzzaman Hazretlerinin bu sözü ilaç gibi geldi bana… 16 yaşında gurbete çıkmış ve ömrü boyunca bin bir türlü haksızlık ve iftiraya maruz kalmış biri olarak bu tavsiye gelip kalbimin ortasına oturuverdi…

Böyle işte…

Şimdi tekrar başa dönersek Eyyub Peygamber Allah’a çağırıda bulunurken yalnızca şöyle diyor " …Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi.  Sen, merhametlilerin en merhametlisisin"

Defalarca, döne döne aynı ayeti okuyorum şimdi; onca dert, sıkıntı ve hastalık kendisini sarmasına rağmen Eyyub (aleyhisselam) yalnızca kendi durumunu arz edip Allah’ın hakkını teslim ediyor. Yalnızca bunu yapıyor!

Ve Allah, Peygamberinin halini arz etmesini bir dua olarak kabul edip onun sıkıntılarını gideriyor…

Bu Ayetten öğrenmem gereken şeyleri Allah’ın bana öğretmesini diliyorum şimdi.

Ümmi bir ümmete inen bu mübarek Kitap, bana her gün yeni bir kapı açıyor…

İdrakimi zorlayan şeyleri idrak etmem için Allah’a dua ediyorum…

Rabb’im bana öğret, Rabb’im bana öğret, Rabb’im bana öğret…

Rabb’im " Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi.  Sen, merhametlilerin en merhametlisisin"
Rabb’im " Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi.  Sen, merhametlilerin en merhametlisisin"
Rabb’im " Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi.  Sen, merhametlilerin en merhametlisisin"



Neşe Kutlutaş, 17.06.2015, Konuk Yazar,  Sonsuz Ark,  (İlk Yayın Tarihi, 20.08.2012)

Seçkin Deniz Twitter Akışı