"Tam içten dışa doğru yapılmış bir yolculuk diyebileceğimiz yerde dıştan içe yönelerek yapılan bu yolculukta hep bir yabancıyı gözlemek ise hiç de şaşılacak bir şey değil."
Bütün minnetsizliği ve hatta yazının satır aralarına sızan ölçülü umursamazlığıyla bile böyle sağaltıcı bir bütünlüğü var bu kitabın. İlk elde oldukça soğuk ve epeyce de uzakta durarak mesafelenen – hatta belki aralanan- bir konuşma – anlatma- ihtiyacı dikkatimizi çekiyor Hotel Glasgow’da.
Anlatıcının hem Şavkar’a hem de okura karşı hiç diretmeden ama sağlam biçimde de kurup sunduğu bu mesafe ile uzaklaştığımız yerden bakıldığında ise, kendinden yola çıkan ve kendine giden yolda konuşan bir insanın anlatısı olarak mesafesini koruyan, yer yer soğuk ve yabancı bir söz toplamıyla karşılaşıyoruz. Anlatıcının bu soğuk olduğu kadar aynı ölçüde gürültüsüz işaretiyle kahramanı Şavkar olan bir anlatıya doğru yola çıkıyoruz sonuç olarak.
Hayatın ortasında Glasgow’un içinde başlayan bir yolculuk mu desek, yoksa hayatın ortasında şiirle, yazıyla, sinemayla ve hiç kopmamacasına ölümle (de) iç içe bir yolculuk mu?.. Bu yönüyle Hotel Glasgow’u bir yolculuk anlatısı olarak okumak ve öylece anlatmak elbette mümkün. Benzer biçimde bir şehir- kent- mekan anlatısı olarak okumak ve öylece anlatmak da mümkün. Yine de söylemek gerekiyor; ister bir yolculuk isterse bir mekan anlatısı olarak okunsun bu kitap, içinde anlatılan insanın yaşama çabasını bütünüyle şekillendiren yazınsal serüveni okumak anlamında da oldukça özel bir başka izleği barındırıyor.
Belki de bu yüzden – nedense diye sormak bile gereksiz- daha en başından öyle olduğu için öyle olan hatta öyle olması gerektiği için öylece olup bitemeyen bir gerçeklik içinde Şavkar’ın peşi sıra yürüyerek- okuyarak yakınlaşabildiğimiz bir metin haline geliyor Hotel Glasgow. Gerçi böyle bir peşi sıra yürümek zorunluluğu da yok, çünkü bu hiç de yorucu olmayan katmanlı anlatı süresince bir anda -sözgelimi Paris’in ortasında ama Bertolucci’nin Paris’te Son Tango’sunun sinemasal Jules Werne sokağında- kendimizi Şavkar’ı tam cepheden izlerken bulabiliyor, kimi zamanda yanı sıra yürüyebiliyoruz.
Hakiki Bir Kimlik Arayışının Sonucu
İşte hem mekanın hem de yazının bu yerinde - biz tam da Şavkar’la yan yana kırk yıl önce yaşanan sosyal konutların kırk yıl sonra havaya uçurularak toz yığını haline gelişini izlerken -bir zaman için bizi anlatının içine çekip alan bir yazınsal güzellikle de yüz yüze kalabiliyoruz. Böylelikle de bir yandan bir zaman için kafasındaki haritaya saplı küçük şiir bayraklarıyla gezip dolaşan Şavkar’ın büyük saplantısı olarak yazı’yla karşılaşırken, öbür yandan da aynı yazının bir kaçma girişimi olarak şekillenmiş en özel biçimlerinden birini bundan da öte hayatın yerine kelimelerin güzelliğini koyarak- yazısını da kendisini de kendi eksik ve kusurlarından arındırıp kelimeler kadar güzel kılmaya çabalayan bir yazın insanının ancak ve sadece böylece var olabildiği bir anlam alanına çıkışını seyrediyoruz.
Bu bakımdan Hotel Glasgow’u aynı zamanda bir şair ve çevirmen olan Şavkar Altınel’in kendi yazısını aşma girişimi olarak görmek gerekiyor. Zira bu kitapta Şavkar Altınel, ister Glasgow olsun ister Paris, isterse Chicago ya da İstanbul olsun gezip dolaştığı her yerde gezip dolaşmaktan öte gezip dolaşmayı da yazıya hizmet ettiren bir yazınsal çabayı şekillendiriyor. Kitabın asıl başarısı ise işte tam da bu noktada çıkıyor ortaya.
Hotel Glasgow’u yazıyla uğraşıla uğraşıla kotarılan bir yapıntı olmaktan kurtaran ve başından sonuna kadar hakiki bir kimlik arayışı ile bu arayış çevresinde derinleşen bir yazarın en güzel kitabı olarak süsleyen bir çaba bu. Onca odanın, mekanın, metronun, istasyonun, garın, sokağın ve onca insanın gürültüsü içinden yürünüp geçilirken böylesine sessiz ve gürültüsüz satırlarla ve sanki her şeyin üzerine örtülmüş bir iç sesle hemen hiçbir biçimde kalabalıklaşmadan anlatmak, anlatabilmek… Tam içten dışa doğru yapılmış bir yolculuk diyebileceğimiz yerde dıştan içe yönelerek yapılan bu yolculukta hep bir yabancıyı gözlemek ise hiç de şaşılacak bir şey değil.
Sürekli Öğrenmeye Ayarlı
Okurken aklımıza çok daha steril ve çok daha gerçekçi biçimde bir Camus Yabancı’sını, metropollerde gezip dolaşan bir Hamsun Göçebe’sini hatta belki mekan ruhuna tam da yerleştiği yerden kopan bir Durrel Kahramanı'nı da getiren bir hali var kitaptaki Şavkar’ın. Bütün bu yabancılık, yerleşememişlik ve arayışa rağmen özellikle Hotel Glasgow’un en son sayfasına bir yazar notu olarak düşen mütevazı yorumda da dikkati çeken bir başka özgünlüğü de Şavkar Altınel’in aslında her haliyle bir yabancı olarak geçip gittiği onca yere ilişkin onca detayı yine aynı korunmuş sessizlik içinde ‘oradaydım…’ demeden verebilmesinde aramak gerek.
Onca uzaklara yapılmış yolculuğa ve onca işlenmiş yazıya rağmen hem bir yabancı olarak hiçbir yere yerleşememek hem de en yerlisinden ortalama bir gözün göremeyeceği ayrıntılarla gördüklerini serilmeyebilmek aynı zamanda sürekli düşünmeye ve hep öğrenmeye ayarlı bir insan duruşunu açık etmesiyle de ayrıca önem taşıyor.
Hazmedilmiş bir görsel ve yazınsal birikimin eşliğinde yer değiştirirken yazmak, yazarken düşünmek, yazının ötesinde bir yere ulaşmaya çalışmak. Kitabın içine yerleşen Amerikalı devrimci siyah akedemisyen A.Davis’i de, romancı R.Wright’ı da, Bertolucci’yi de, Antonioni’yi de, M.Schneider’ i de hep bu bir yere ulaşmak anlamında okumak gerekiyor zaten. Ya da E. Kazan’ın M.Brando’ya söylemiş olduğu ‘sadece oynamakla yetinme, içindeki oyna…’dan yola çıkarak okumak; sadece yazmak – yazmış olmak için yazılanı okumak değil, içindeki bir şeylerle yazılanı okumak için okumak gerekiyor Hotel Glasgow’u da Şavkar Altınel’i de…
Şahin Torun, 20.06.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Eleştiri, Kitap Notları, Kitapların Ruhu
Şahin Torun Yazıları
Takip et: @torunsahin
Sonsuz Ark'ın Notu: Bu çalışma Star Gazetesi StarKitap'ta yayınlanmıştır. Seçkin Deniz, 20.06.2015
Kitap:
Hotel Glasgow
Şavkar Altınel
Yapı Kredi Yayınları