"Sürüpduran kavgalar.. tartışmalar.. anlayacağınız dirlikleri, düzenleri kalmamış."
Bizim kahkaha attığımız yerde o zoraki tebessüm ediyor. Keder ve sıkıntı yüzünün her çizgisine nakış olmuş adeta.. Üç çocuğuyla gün yüzü görmediler desek yeridir. Acayip bir eşi var. Nereden mi biliyoruz? Ne yapsın garibim artık saklayamıyor. Patlama noktasına gelmiş. Konuşmaların eşe, kaynanaya ve çocuk muhabbetine geldiği yerlerde söylediği bir-iki kelâmdan pek de hayra doğru gitmeyen bir evliliğinin olduğunu anlıyoruz. Ara ara bahsediyor eşinden.
Kadınlar eşlerini anlatmadan duramıyorlar. Anlatmasalar iyi tabii. Kol kırılıp yen içinde kalmalı, aile sırları ifşa edilmemeli, öyle “Baaakk, benim de şunum var, bunum var, babam bana şunu aldı seninki ne aldı?”diyen bacak kadar çocukların laf yarıştırdığı gibi koca yarıştırmanın alemi de yok!
Onunkisi böyle bir şey de değil. Yani laf yarıştırmıyor arkadaş. Sadece fazlaca dolmuş, hatta bezmiş. Devlet düzeninde çalışmak tağuta boyun eğmektir, şirktir deyip ufak tefek iş bulunca çalışan bu koca, çoğunlukla işsiz geziyor. Arkadaşımız ne zaman, “Bir iş bul, çalış, çocuklarım… masraflar.. eksikler..” diyecek olsa evlerinde kıyametler kopuyormuş. Herkesin çocuk başına bir yumurta pişirdiği vâkiyken bizim arkadaşa eşi, “Bir tane kır, ne olacak canım, bir kişinin yemeği iki kişiye yeter” diye peygamber sözü hatırlatıyor.
Pek de dindar bir abimiz doğrusu! Dindar mıdır, dini görüşü mü dar, pek yorum yapmak istemiyorum, ama vâkıâ ortada. Hanımı /arkadaşımız ise çok rahat büyümüş, ailesinde hiç maddi sıkıntı çekmeden yetişmiş. Yumurta sayısının bile hesap edildiği ve her isteğinin para ve din(!) engeline takıldığı bir yuvada hangi kadın huzurlu ve mutlu olabilir ki? Hele de aralarında birer yaş farkı olan minik üç kız çocuğunun olduğu bir evde. Kız çocuğu süs ister püs ister elbise çanta ister, anne bulamaz, veremez.
Zor tabi. Kocasının fakirlik ve din edebiyatına takılan ihtiyaçlarını zaman zaman kendi ailesine/anne-babasına söylemek zorunda kalması onu hepten kahretmiş. "Ben evlendikten sonra hala anne babamdan yardım göreceksem ne diye evlendim ki?", diyor. Haklı! Yerden göğe haklı! Tağut deyip , düzen deyip, oy kullanmayıp, devlet kurumlarında çalışmayan ve bunu şirk görenler ailelerinin ne hale geldiklerini fark edebilselerdi keşke!
Çocukları hastalanmış kaç kere.. Hastaneye götürememiş. “Sarımsakla süt içir, bir şeyi kalmaz” demiş doktor(!) eşi. Meğer bu ikisi antibiyotiğin kralıymış, doktora ne gerek varmış! Kadın dediğin kocasına itaatli olmalıymış, öyle korunmak, hemşireye doktora görünmek, çarşıda pazarda dolaşmak, elindekiyle yetinmeyip kocaya itaatsizlik etmek cehenneme götürürmüş, Allah muhafaza.. Rızasını alması gerekirmiş. Arkadaşımız da çarşaf giyen bir ev hanımı.. Pür tesettür olmak da demek ki cehenneme girmekten kurtaramıyor! Mühim olan itaat! Mühim olan insanlık!
Sürüpduran kavgalar.. tartışmalar.. Anlayacağınız dirlikleri, düzenleri kalmamış.. O anlattı, bizim neşemiz iyiden iyiye kaçtı. "Kesin kararlıyım", diyor. "Çocukları da alıp annemlere gideceğim. Dönmemek üzere. Ayrılacağım."
Çaresizliğini ve nasıl bir çıkmazda olduğunu görüp hiçbir şey yapamamak kahrediyor. Neşeyle geldiğimiz bu huzurlu salonda şimdi katmerli bir hüzün hâkim.. Elimizden sabır telkini ve duadan başkası gelmiyor. “Allah yardımcın olsun. Allah seni ve çocuklarını darda bırakmasın”, demekten başkası..
Dilâgâh, 22.06.2015, Sonsuz Ark, Çırak Yazar