"Yazgım kadınlara eşlik içinmiş; bunu şimdi daha iyi kavradım. Bu yerde, bu kadınlar cehenneminde daha bir iyi anlaşılıyor her bir şey."
“Cinayet etmedi cânı gibi anın câm
Boguldı seyl-i belaya tagıldı erkânı”
Taşlıcalı Yahya
BÖLÜM İKİ
2
“Yo arkadaşım yo! Kolay değil bendeki gizemi çözmek!” böyle nakış işlemişsin odama bıraktığın çevrene..Çözülmek istiyordun Serma? Sen değil miydin? Vildan mıydı? Her kim idiyse.. her kim idiyseniz oydunuz ama benden ne istediniz?
Çözülmek mi istiyorsun?
Seni kıskıvrak bağlayan “ŞEY”leri bir bir gösterip bir “AFERİN” mi kazanacağım? Bu ne aptallık?
Ve hem ne küstahlık bu?
Ne sanıyorsun kendini?
Sen ki ipek giysili iç çamaşırlarından bile habersizdin.. habersizdiniz. Leş gibi kokular yayıyordunuz çevrenize. Ve işte bir hayli uğraştırdı çevreye nakşettilerin. Nakışından çok eylemin. Böylesi bir şeye neden gereksinim duydun ki? Senin bu kaçışını seviyorum Vildan. Kaçışındaki kadınsılık delirtiyor beni. Aslında nelerin yok ki delirtmeyen?
YAĞLI İLMEK KAVRAMI
TANIM BİR
*** YAĞLI İLMEK: Kemikleştirilmiş kuralların korunduğu “KAVANOZ”
**KAVANOZ 1: Havası alınmış kap.
**KAVANOZ 2: Eylemsel alanların kısıtlanma gerekçesi
**KAVANOZ 3: Yeryüzünün duyarsızlaştırma ediminin gerçekleştirilme uzamı.
TANIM İKİ
***YAĞLI İLMEK: Birincil ilişkilerin yok edildiği, tekdüzeliğin sağlanmasını ve sürdürülmesini gerçekleştiren kurallar dizgesinin simgesi.
**KURALLAR DİZGESİ: TANIMSIZ.
ÇÖZÜNLEME
**BİRİNCİL İLİŞKİ 1: Serma’ya/Vildan’a ilişkin Anılar.
**BİRİNCİL İLİŞKİ 2: Medaha Yenge’ye ilişkin Anılar.
**BİRİNCİL İLİŞKİ 3: “ŞEYLER”e ilişkin Anılar.
AÇINLAMA BİR
-SERMA ya da VİLDAN’A İLİŞKİN ANILAR-
“Suat! Suuuaaat! Neredesin küçük yaramaz? Neredeysen çık Kara Mastık! Çık yoksa fena yaparım! Hem bak elimde ne var? Evladdalim hurması.. hadi çık ortaya!”
Serma mıydım Vildan mıydı seslenen? Uzaktan akrabam olmalıydılar. Beni bilen.. nereden getirildiğimi bilen.. ve ben onlarda kalıyordum. Ben gezmeye onların obasına gelmiştim zahir. Onlarda kalıyor olmalıydım. Ve memleketimin meyvesine değil de adına düşkündüm. Onlar bunu bilmiyorlardı. Meyveye tav olduğum sanıyorlardı. Bunu hiç biri bilmedi. Hiç birine söylemedim. Memleketimin adın söylediklerinde dayanamaz çıkardım saklandığım yerden.
Küçücük bir çocuktum. On yaş nedir ki? Hem on yaş olduğunu kim biliyor ki.. onlar söyledi. “ben on yaşında değil miyim abla?” derdim suratımı asarak Necmi’ye..
Necmi güler, gülerek sarılır, “A elbette.. sen on yaşını bile devirdin koca aslanım!” derdi. Ben onun fedaisiydim. Gözümü budaktan sakınmazdım. Yine de bilirdim küçük olduğumu. Necmi’nin beni korumak için eteğinin altına alacak kadar küçük.. güneşin batışında kaçardım obadan uzağa.. çadırlar gözümün önünde hepten kaybolmasın isterdim.. kaçardım.. çadırların tepeleri gözükürdü. Ve güneşin batışını izlerdim. Güneşin batışını izlemek hoşuma giderdi. Bulutların yanar gibi oluşu. Gerçi bulutların yanmadığına inandırıldım büyükler tarafından, yanmadığına ilişkin kanıtları duman çıkmamasıydı. Bir hayıflandım ki.. yine de kuşkuluyum.. güneşin batışı ilginç, hoş duygularla doldururdu içimi..
“Bak bulutlar yanıyor anne!” derdim.
“Aptal oğlum..!” derdi. “Aptal oğlum hiç bulut yanar mı? Hem bak duman çıkmıyor.. yansa duman çıkmaz mı? Güneşin ışığından sana öyle geliyor..”
Ah anne.. ne yangınlar gördüm dumansız bir bilsen.. ne yangınlar.. zerre dumanı olmayan dağ gibi yangınlar..
Serma ya da Vildan ünleniyordu hala.. ve hurmayı ileri sürüyordu. Yem hurmaydı. Hem de EVLADDALİM HURMASI.. çok umurumdaydı.
Tüm çadır halkı ve hatta tüm vaha halkı benim hurmayı çok sevdiğime, bayıldığıma karar vermişti. Serma ya da Vildan da bu yargıya katılmıştı sorgulamadan. Bir kez olsun bu oyunu bozmadım. Bozmadım işte. Ben EVLADDALİM sözcüğüne tavdım. Kim fısıldasa ardı sıra koşardım hiç düşünmeden.. yüksünmeden.. yorgunluğa kapılmadan ardı sıra da yürürdüm.. varsın günlerse sürecek bir yolculuk olsun.. yürürdüm. Bunu hiç biri bilmedi.
Çıktım saklandığım yerden.. Ömer Ağa’dan daha heybetli iri kıyım bir adam parmağını sallamış bir de tekme savurmuştu. Elimdeki tablayı mı düşürmüştüm.. yoksa lambanın borusunu mu kırmıştım.. anımsamıyorum.. öyle bir hışımla üzerime yürümüştü ki.. oysa bilerek yapmamıştım. Ayağım takılmıştı. Tökezlemiştim.. işte olan biten buydu. Ama o.. Serma ya da Vildan hala bağırıyordu..
“Hadi küçük yaramaz çık artık.. bak işte hurmalar!”
İğreniyordum hurmadan.. bunu bir teki olsun bilemedi.. tav olduğum şeyin bir ad olduğunu sezemediler.. belki Medaha Yenge.. belki..
“Uslu durursan işte ödülün.. hurma!” çıkardım saklandığım yerden.. sevinçle atılırdım. Nazlanırlardı akıllarınca. Yutuyor gözükmede sakınca görmüyordum. Ne zaman sunsalar büyük bir hevesle, coşkuyla atılıyordum ellerine. Alıncaya kadar mızıldanıyor, güya nazlanışlarını ciddiye alıyor muşum da yaltaklanıyormuşum!
İyi rol yapıyordum.. ve işte kimsenin rolünü de sorgulamadım.
Ve işte elimi her hangi bir eşyaya sürmemeliydim! Cıs olurdu elim. Sürmedim. Umursamaz gözüktüm. Yalnız başıma deveye binemezdim. Binmemeliydim. Düşer UF olurdum. Binmedim. Heveslenmez gözüktüm. Heveslenmedim.
“Bir daha bacaya çıkarsan kırarım ayaklarının.. fena döverim!”
Çaktırmadan çıktım. Her keresinde dayak yedim. Susmam için verilen rüşveti –hurma- aldım. Gizlice çamurlara buladım aldığım her rüşveti. Bütün öfkemi hıncımı hurmadan çıkarırdım.
Vildan'la bir akşam yalnızdık. Ona sıkı sıkıya tembihlemişlerdi bacaya çıkma eylemini önlemeyi.. girişimimi engelleyecekti.
Hiç ayırmadı yanından. Ne yemekten sonra.. ne başka.. derken ben uyuyor numarasına yattım. Canım bacaya çıkmayı, güneşin batışını izlemeyi istemiyordu bugün. Vildan’ı -belki Serma’yı- izlemek hoşuma gidiyordu. Kimse Onlar gibi giyinmiyordu çünkü. Ve ben onu gözetlemeyi seviyordum. Bir başkaydı onların giysisi.
Onu gözetlediğimi fark etti bir şekilde. Etrafına bakındı. Yanıma geldi.
“Seni gibi pis gözetleyici.. seni gidi iblis!” dedi.
Ürktüm.
Kim ne yapsın EVLADDALİM HURMASINI?
Şimdi ağlıyorum!
Vildan!
Serma!
Siz ne kötüsünüz? Ne kötüydünüz?
Bende olmasını istemediklerini, bende öldürdüklerini sandıkları şeyleri dirilttiniz. Hem de pervasızca.. hiç acımadan. Hiç utanmadan.. şimdi de yoksunuz.
Çıkın ortaya ve haykırın, “Kara Mastığın bir suçu yoktur! Bu günahın vebali bizim sırtımızdadır. Evet O’nun şuncacık, şuncacık bir suçu yoktur. Biz dirilttik onda öldürdüğünüzü! Biz yükselttik onda yerle bir ettiğinizi!”
Böyle deyin ben yine ölürüm sizler için. İnanın ölürüm.. seve seve.. cellatbaşının gönlünü alırım hiç debelenmeden önüne geçerek. Gözlerimi yumarım büyük bir aşkla. Şevkle.. heyecanla. Kendimden geçerim tıpkı sizlerin önünde geçtiğim gibi.
Siz ne kötüsünüz! Siz ne kötüydünüz! Kötülüklerin zirvesi.. her biriniz kötülükler padişahı.. tanrısı ya da.. hadi kötülüklerinizi çıkarın pazara.. kıymet biçsin bezirganbaşıları.. övünün eşsizlikleriyle.. yok benden bir değer biçmemi beklemeyin.. ben bilemem. Ben kötülük bilmem.. aklıma gelmez.. hangisinin daha albenili olacağını bilemem.. beceremem!
Necmi de bilemez. O da beceremez. İkimizin de aklının ucundan bile geçmez. Bizden umudunuzu kesin. Yok ısrar etmeyin! Sizin Pazar ahlaklarınızı bilemeyiz. Cahiliz işte.. bırakın bu cahillikle verelim son nefesimizi.. buncacık bir iltiması hakkettiğimizi düşünüyorum.
Yüzü nikaplı süvariler bu işte sizlere rehberlik edebilir. Pek mahirdirler kötülük icat etmekte ve uygulamakta. Hoş siz onların eline bu konuda su dökemezsiniz.. olsun. Ne de olsa tecimsel bağlamda ortaksınız.. ve bu ortaklığı sürdürmede hemen hemen aynı değerde maharetlere sahipsiniz..
Ama Serma.. ama Vildan.. sizler nasıl dönüşür onlara benzersiniz? Bunu nasıl yaparsınız? Ne çabuk unutursunuz.. ve yarışırsınız kötülükte.. hayır.. inanmam.. dünya da inanmam.. değişmiş, dönüşmüş olamazsınız.. yo! Kabul etmem.. asla!
Cemal Çalık, 30.06.2015, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Hasırlı, Roman