2 Temmuz 2015 Perşembe

SA1479/KY9-NK68: Yalnızlık İnsanı Yorar

"Gece yıldızlar seni çağırır gökyüzüne. Ayın üzerindeki karartıları görürsün."


Atila baba ocağını ziyarete gitti bugün. Şimdi doğduğu yerlerde ailesi ve dostlarıyla birlikte, ne zamandır ertelenmiş bir ziyareti, sıla-i rahimi yapıyor çok şükür. Ailesini ziyaret edeceği için onu sevinerek yolcu ettim, ama şimdi şu saatte boş balkona bakarken...

Afak Barcelona maçını seyrediyor, ben bir yandan Paco de Lucía /Concierto Aranjuez/Adagio dinliyor, bir yandan da çalışıyorum.

Eski kupürlerin arasında bir şey bulmam gerekti az önce, aradığım şeyi bulamadım ama yıllar önce yazdığım “yalnızlık” yazısını buldum.

Bugün yeniden yazacak olsam aynı cümleleri kurmam mümkün değil elbette, ama şimdi Atila yanımda değilken ve ben onu özlemişken yazabilseydim yine benzer cümlelerle bir şeyler yazardım sanırım…

***
Yalnızlık insanı yorar…

Etrafındaki her şeyin farkına varırsın. Üzerinde yemek yediğin masayı, yaşanmışlığın bütün izlerini taşıyan sandalyeleri ne zaman aldığını hatırlarsın birden. Tavanın köşesindeki örümcek ağını fark edersin. Bir sineğin ağa takılıp kalmasına takılır gözlerin, buzdolabındaki son yemeğin ne kadarda büyük bir nimet olduğunu bilirsin. Tüpün birden bire biteceğini öğrenirsin. Hayat yeniden başlamaktadır.

Yalnızlık yorar insanı…

Gece yıldızlar seni çağırır gökyüzüne. Ayın üzerindeki karartıları görürsün. En hafif seste irkilir, odaya vuran gölgelerden oyuncaklar yaparsın. Açmamaya karar verdiğin telefon ısrarla çalar. Ürperirsin. Her zaman aceleyle gazete aldığın büfede oyalanırsın. 

Sakız almaya gelen çocukların saçlarını okşar, sıranı verirsin “onlar çocuk beklemesinler” dersin büfeciye gülümseyerek. Hep bir sonraki arabaya binersin duraktan. Yer vermek için yaşlı birini arar gözlerin, okuduğun gazeteyi koltukta bırakırsın.

Yorar insanı yalnızlık…

Her zamanki alışkanlıklar meğer ne kadarda sıkıcıymış. Farkına varırsın. Karşı dairede oturan komşuların varmış. Selam verirsin. Kütüphanede okunacak ne de çok kitap varmış. Yeniden okumaya başlarsın. Balkona konan kuşları görür, ekmek atarsın. Giysiler ütüsüz de giyilirmiş. Giyer sokağa çıkarsın. Parkın otları kurumuş, görür üzülürsün. Ekmek büfesi diye bir şey olduğunu öğrenirsin. Öndeki sıra sıra poşetlere bakıp hayret edersin. Cebindeki son parayla sinemaya gider eve yürüyerek dönersin, sokak adarını, bakkalların tabelalarını okursun. Bir arkadaşını görmek için kaç kişiyi birine benzetir, yanılırsın.

İnsanı yorar yalnızlık…

Zamanın farkına varırsın. Akşam olmaz bir türlü. Daha dünkü çocuk olduğun düşer aklına. Her gün yeni baştan kurduğun hayallerin…

Eski fotoğraflardaki arkadaşlarını özlersin birden. Şu öndekiyle üç sene beraber oturmuşsundur. Ortaokulda, gölgesinde serinlediğin kavak ağacı çoktan tahta olmuştur. Diz boyu karların içinden çektiğin küçük mavi kızağının hangi tavan arasına terk edildiğini düşünür hatırlamazsın. Serçeler hangi ağaca konuyorlardır acaba. Tavukları çağırırken ne dersiniz sahi... Soğuk su içmek için gittiğiniz pınarın suyu kurumuş mudur?

İnsanı yorar yalnızlık…

Kendinin farkına varırsın. Ne kadar çok şeye sinirlendiğini düşünürsün. Artık heyecanlanmadığını, aksine korkularının çoğaldığını öğrenirsin. Eskisi kadar koşamadığını, dolabında ne kadar da “yeni” elbisen olduğunu görürsün. Konuşurken takındığın tebessüm, kelimeler üzerine yaptığın vurgular, birer birer düşer önüne utanırsın.

Yorar insanı yalnızlık…

Yaşadığının farkına varırsın. Yataktan kalkmak için bir sebep konuşmak için insan ararsın. Önemini yitirir çok şey, ayrıntıları tek tek çöpe atarsın. Boğazında sıra sıra dizilir lokmalar, sofranda bir yoksul ağırlarsın.

Yalnızlık yorar insanı…

Yalnızlığının farkına varırsın. Gözünde tüter sevdiklerin. Her zaman keyifle dinlediğin şarkı, ezberindeki şiir, taze ekmek için fırına giden yol, en beğendiğin artistlerin filmleri, her zaman iştahla yediğin yemek, yorar insanı. 

Arasında geçtiğin çok katlı evler üstüne gelir. Toprağın kokusunu ararsın. Kuşlar yuva yapsın istersin avuçlarına. Yağan her yağmurda bilerek ıslanırsın. Kırmızı ışıkta geçer farkına varmazsın. Gülümseyen her çocuğa el sallarsın.

Çocukluğunun kehribar renkli akşamlarını emsalsiz kara akşamlarını emsalsiz kara gecelerini ve çarçabuk elinden kayıveren kristal renkli, kar kokulu gündüzlerini özlersin. etrafına bakarsın. Bir yüz? Bir ses? Hayır. Ne bir eksik ne bir fazla sadece yalnızsındır.

Milyonlarca karmaşık hikâye içinden kendi hikayeni bulmaya çalışırsın. Yavaş yavaş geceye merhaba dediğinde ay ışığı bir ses verir sessizce; milyon yıldır kâinatı seyrettiğinden dert yanar. Bir tek sen anlarsın onu.

Bir dost sesi duyar gibi olursun. Ses yalnızca rüzgârın sesidir. Yanında getirdiği çocukluğundan aziz hatıra; mürrisafi kokusu…

Bir ihtiyarın rastgele yakaladığın hüzn efza bakışında ziyan olmuş bir ömrü, güneş renkli bir çocuğun kaygısız el çırpmalarında, meçhul bir hayatı yakalarsın. Keşfedilmemiş topraklarda bir sırrın peşine düşmek, bitmeyen yolculuklara çıkmak istersin.

Sonra her şeyin bir sırrı olduğunu hissedersin yavaşça, ve sıcacık yalnızlığında kendi sırrının peşine düşersin…


Neşe Kutlutaş, 02.07.2015, Konuk Yazar,  Sonsuz Ark,  (İlk Yayın Tarihi, 30.08.2012)

    

Seçkin Deniz Twitter Akışı