"Yazgım kadınlara eşlik içinmiş; bunu şimdi daha iyi kavradım. Bu yerde, bu kadınlar cehenneminde daha bir iyi anlaşılıyor her bir şey."
“Cinayet etmedi cânı gibi anın câm
Boguldı seyl-i belaya tagıldı erkânı”
Taşlıcalı Yahya
BÖLÜM İKİ
3
Kucağımdaki kütükleri – bu da ne?- evet kucağımdaki kütükleri değil de, kucağımdaki odun parçalarını söylenilen yere bıraktıktan sonra, süpürge hakkında keskin bir söylev dinleme zorunda bırakıldım. Henüz gül şerbetimi bitirmiştim. Roxelenna’nın artığı olduğunu söylersem cezam artmaz değil mi? Yarısında bırakmış.. zayi olmasın dedim.. kuruldum şilteye Ömer ağam gibi.. onu taklit etmeyi pek bir sevdiğim size saklı değildir sanırım. Evet yeni bitirmiştim.. hani tadını çıkara çıkara içmek de bir güzel oluyor.. henüz gül şerbetini bitirmiştim. Ya da gül şerbetini henüz bitirmiştim. Ya da bitirmiştim gül şerbetini henüz.. vb! Hangi söylenişin doğru olduğunu henüz kestiremiyorum. Unutmayın ki kullandığım sözcükler henüz yeni öğrendiklerim.. ve benden çalınan sözcüklerin kullanıldığı yerleri de çoktan unuttum. Sopa ya da falaka insana yepyeni ufuklar açar. Unutmak bilmek için zorunludur. İnsanın unutmasına yardımcı olmada pek ustadır sopa..
İnanmaya zorlayıp durdu Murat Abi. İki okka şeker tüketimini hesaplayamayan birinden ne beklenir ki?
Ohh! Sorun çözümlendi. Ve fakat uykusuzluğumun hesabını kim verecek? Mini minnacık bir ip ucu bile yok! Gerçi iplerin ucu genelde olmaz ve fakat neden?
Bakın hassas konulara parmak basıyorsunuz ve işet hemen herkes HASSAS KONULARA parmak basıyor ve işte yudumluyorlar şerbetlerini, kokulu çaylarını ve işte tam karşımda iki katlı pirinçten dolap üzerinde duran SİNEKKAĞIDI işlevini gören ayna duruyor ve işet kucağımdaki kütükleri, ya da odun parçalarını kenara bırakıyorum.
Ve işte SEN soruyorsun VİLDAN ya da SEN soruyorsun SERMA:
“Üzümleri dolaptan niçin çıkardın?”
Ve işte böyle bir soru yönelttiğinize inanmıyorum ve yöneltileceğine olanak olmadığını biliyorum.
Ve işte dudak büküyorum.
Ve işte hayret edip yine dudak büküyorum.
Yani inanmadım!
Yani inanmayacağım!
İnanmıyor değil, asla inanmayacağımı ilan ediyorum!
Bizden hiç kimse gizini çözemedi kaybolan güğümlerin. Medaha yengenin kaybolan güğümlerinin çözmedik gizini hanımlar-beyler..
Ben denedim!
Mahmut denedi!
Murat denedi!
Süleyman denedi!
Ömer Ağam denedi!
Serma ve Vildan denedi!
Yalan söyledim Ömer Ağam denemedi.
Roxelenna ve annesi denemedi.
Necmi ve kardeşi denemedi. Denemiş miydiler yoksa anımsamıyorum? Dolaptan üzümleri niçin çıkardın sorusu gündeme gelmese kimsenin umurunda olmazdı belki de eski güğümlerin yerinde olup-olmadıkları.
Denedik ve çözemedik. Çözümsüzlüğüne inandırıldık DENEMELER’ce.
Bir Cahit vardı. O belki çözebilirdi. Necmi ile beni yarı yolda bırakıp obaya dönmese bizimle birlikte buralara kadar getirilseydi o çözebilirdi. Hoş neden bilmem lakabı “PİSLİK” di. Belki buralara yakışmazdı. Ama güğümlerin akibetini şıpın iş çözerdi.
O ne inanılmaz şeyler denerdi. Hoş belki ben de denerdim onun denediğini ama bir kez yoksun bırakıldım burularak o deneyden.
Pislik Cahit kimsenin etrafta olmadığın sandığı bir zamanda denedi ve adını “Yağmurun Düğün Gecesi” koydu. O gecede olanları anlatmak için yanıp kavruldu. Bilseydi görgü tanığı olduğu yine anlatmayı dener miydi bilmiyorum.
Uzanmıştı zemine. Etrafı kolaçan ederek. Uzanmadan önce ısınma hareketleri yaptı. Uzandı. Kaldırdı bacaklarını. Vücudunun alt kısmını kaldırdı. Başına doğru eğdi. Ve işte diz kapaklarını aşırdı başından, canı yandı biraz, durdu; ayak parmakları yere değiyordu.
“Elbet Yağmurun Düğün Gecesi’nde olanları anlatabilirim!” diyordu Sevgi’ye.
“Anlatabilirim! Kimsenin kınamasından çekinecek değilim! Hoş hiçbir zaman çekinmedim! Ve fakat o kadar kolay değil ya da bu kadar ucuz değil!”
Bulutların arkasından sıyrılan ve fakat parlamayan PUSLU bir günündeydi AY. Buyurun SORGULAYIN!
Gücünüz yeterse elbet!
Ve işte diyelim yetiyor gücünüz! Ve işte diyelim ki tutabildiniz yakasından AY’ın ve işte sordunuz; o PUSLU olduğun günü-anı-saati anımsıyor musun? Ve fakat AY’ca biliyor musunuz? Bunu beklemiyordunuz değil mi? Yemin edeyim mi bilmediğinize ilişkin?
Ederim!
İşte böyle sıkıştırırlar adamı veya kadını!
Yemin ederim ve dilediğiniz merciye de onaylattırırım edilen yemini? Ve hatta Süleymanın mührüne havi olur bu belge.
Yağmurun düğün gecesinde kılıçlar şangırdamamıştı. Oklar atılmamıştı. Top gülleleri gümbürdememişti. Küfürler, na’ralar savrulmamıştı. Kimse ay’ı vurmayı kurmamıştı. Ateşler yakılmamıştı. Develer, koyunlar, keçiler boğazlanmamıştı. Çocuklar uyutulmamıştı. Gençler hırpalanmamıştı.
O gece neler olmuştu neler! Güneşin batışı sevincini bile değişmiştim yağmura. Yağmura saçlarımı öptürmüştüm. Necmi de öptürmüştü saçlarını. Yağmurdan korunaklar icat edenler üzerine PARADOKS’lar üretmiştim. Şimdi kırılan aynaların resmini gönderiyorum. Hecin develi bir ulakla. Adresinizle birlikte DÜŞÜNCELERİNİZ’i gönderirseniz sevinirim. Beni sevindireni de ben sevindiririm. Hem öyle böyle de olmaz bu sevindirme eylemi.
Koleksiyonlarınız için DENİZ’e düşen YILDIZ’a ait ne varsa BELLEĞİM’de betimlerim tamam mı?
Yine mi hayır?
Dosdoğru buraya –ağzını gösteriyor- geldiğini katmadan, eksiltmeden söylerim.
Selamlarımı iletin MERHAMET AVCILARI’na! Kör bir adamın okuyup-yazdığını ve taşlanan ışığın hızla kıyıdan uzaklaştığını biliyorum BEN! Ya SİZ?
Sözgelimi elleriyle sorunu olanlar hangi MERCİ’ye başvurabilir?
Hem hangi MERCİ ciddiye alır, alabilir bu BAŞVURU’yu?
Kütükler orada öylece duruyordu. BİR’i, en uçtakini, yani yığının YIĞIN olmasını gerçekleştiren parçayı çekmiş olmalı! Paldır-küldür yuvarlanmışlar has bahçeye! YIĞIN yok artık.
Medaha Yengenin gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Şaşkınlığı karşısında donup kalmıştım. Ömer Ağam olduğu yerde öyle kalakalmıştı ve kimsenin ağzını bıçak açmaz olmuştu. Gören kıyamet koptuğunu sanırdı. Güneş kararsa bu kadar ıssızlaşırdı her şey.
Böylesi bir şaşkınlığı kim görmüştür acep yeryüzünde. Hepi topu birkaç parça odun parçası.. has bahçeye düşmüştü. O ne curcunaydı tanrım! Ne korkmuştum. Belki burulmaya hazırlanırken bile bu kadar korkmamıştım. O sırada düştü aklıma Pislik Cahit’in Sevgi’yi sıkıştırdığı. Kurtulmuştum onları anımsamakla. Benim kıyametim bitmişti. Sesleri bile duymuyordum. Medaha Yenge’nin etrafa üflediği tılsımlı sözcükler çalınıyordu arada bir kulağıma. Sevgi’nin zayıf sesi çınlıyordu kulaklarımda.
Pislik Cahit Sevgi’ye üstü örtük anlatmaya çalışıyordu başardığı şeyi.
“Zırvalıyorsun!” demişti Sevgi, Pislik Cahit’e. İnanmamıştı ve işte inanılacak gibi değildi kuşkusuz. Ama ben inandım. Çünkü ben tanık olmuştum. Cahit’ten habersiz. Çıkıp, “Cahit abi doğru söylüyor!” demek bile geldi içimden.. ama gizlenmeyi seçtim. Başıma ne geleceğini bilemezdim.
“Her şeye karışma olur mu tatlım!” demişti ablam.. ablamın sözünü dinlerdim. Hep dinledim.
“İnanmıyorum!” diyordu kolunu çimdikleyerek.
“Görmeden de asla inanmam!”
“Yani gidelim mi tepenin ardına!”
“Burada herkesin gözü önünde yap!”
“O kadar uzun boylu değil!”
“ Çok mu kısa?”
“Lutfen!”
Lutfen!
Lutfen! Ey ERDEM AVCILARI elinizi öyle sallamayın!
Yapay korkularınızdan yeterince aldım payıma düşeni-düşmeyeni ve korkutmalarınızdan da aldım payımı. Ne eksik ne fazla. Belki herkesten fazla.
AÇINLAMA İKİ
- MEDAHA YENGE’ye ilişkin Anılar-
Öfkeliyken ne söylenebilir? Yeni tütsü kılavuzu. Naşir Hafız Vani Efendi.
“Kafeste bir tünekten diğerine durmadan, duraksamadan atlayan MUHABBET KUŞU’na frengi tehlikesinden söz etmenin anlamı olabilirse HASIRLI ODASI’nı oldu-bittiye getirip küçülten şehr-i emin hakkında BİR ŞEY’ler yapmaya çalışmak da o kadar anlamlı olur sanırım.”
Ya Vani Efendi ne demiş?
“444 kere bir avuç tuza oku üfle.. sonra da harlı bir ateşte yak.”
Buna rağmen Medaha Yenge emzikli çocuk düşmesin için kuşağından tutuyor ve işte altı gen bardak gül şerbeti artığıyla sofanın ortasındaki aynalı sehpa üzerinde yaşamayı kanıksamak zorunda.
Biliyorum. Dudak bükülecek “ARTIK” zamanlar da oldu. Ancak diş ağrısını doğum sancısına benzetmenin NESNESİ’ne uygunluğu somutlandırılabilinir mi? Olabilir!
Ve eğer yine Medaha Yenge Vildan’ın kuşağından tutacağına elinden tutmuş olsaydı! Veya “Mabeyncilere Kılavuz” için cep üretimi tüketim gümrüğünde bekleşirken FRENGİLİ BAŞ AĞRISI tanısında kaç HEKİMBAŞI OYDAŞ olabilirdi? Kaç insan vardı o anda?
O Anda Kaç İnsan Olabilir’di Ya Da?
Hayır!
Terle bağlantı kurmak yanlış. Ter’in tutmayla ne gibi bir ilgisi ya da bağlantısı olabilir ki hem? İlgeç takılarına sansür konulmuş olsa bile hem! Hem neyse! Belki duvar ıslaktı. Ben bilmeden, karanlığın verdiği korkuyla farkında olmadan yaslandım ve işte sırılsıklam oldum. Kuvvetle muhtemel ki böyle oldu. Yoksa ne diye bu kadar terleyeyim. İlk kez böylesi bir ağır ceza ile cezalandırılmış olsam da duvarın ıslak olması ihtimali yaban atılmamalı. Yok! Elimle yoklamadım. Yoklamaya niyetim de yok. Bu ihtimal dinginlik veriyor. Biraz duvarla sırtım arasına mesafe koyabilirim de.. yorar insanı.
İnsan bir ŞEY’e bir ŞEYLER’e sırtını dayamadan yaşamaya kalktı mı çabuk yorulur. Bunu benden iyi kimse bilemez. Bakın Medaha Yenge benim sırtımı verdiğim insanlardan biriydi. Öldü ve işte ben de ölmek üzereyim. Yıkıldım. Şimdi ıslak veya değil eğer bu duvara sırtımı vermezsem çabucak çökerim. Ve cellatbaşının hevesi kursağında kalır. Yalnız onun mu? Daha nicelerinin. Hele Ömer ağam küplere biner. Bilirim biner. Köpürür, kızar.. “Bu ne densizlik!” diyerek paçavraya dönmüş bu bedeni duvardan duvar çalar. Bu kötülüğü ona yapmamalıyım. Beni dinlemeyi kendine zul bilmiş olsa da.. yok.. yapmam.. yapamam.
Varsın kendi terim olsun bu ıslaklık..
Terle bağıntı kurmak yanlış.
“Medaha Yenge! Medaha Yenge kortma benim.. ben.. ben Suat.. kuşlar konmuş onları kaldırıyorum!”
“Kortma!” neden bu sözcüğü bellettikleri gibi söyleyemezdim hala bilmiyorum.. Kortma Medaha Yenge.
Bu durumda KALDIRILAN KUŞ iktidar sorununa bir çözüm olabilir mi? Olası! Kahrolası çürük yumurtalarla omlet şöleni vermeye dek uzanan çaresizlik için soruşturma açılsın istiyordu Süleyman. Ve işte yanı başında bitiveren doru atlı bir süvari yanlış hamle yapmıştı. Sola döneceği sanılırken ileri gitti. Ola ki işaretlerin dilinden anlamayan biri olsundu. Ola ki izin almış olsun.. bilemem neden.. belki sarhoştu.. biri şerbetine sarhoşluk verecek bir şeyler atmıştı kim bilir.
Nedense zil takıp oynamak geliyordu içinden Medaha Yenge’nin. Enfiye kutusunu kuşağına güzelce yerleştirmişti. Öyle sanıyordu. Süvari ileri gidince, gitmeye yeltenince ürkmüştü. Enfiye kutusu onca insanın gözü önünde yere düşmüştü. Ve sevinci kursağında kalmıştı Medaha Yenge’nin.
Ahırdan öfkeli sesler yükseliyordu:
“Lanet olasıca.. yine ölü doğurdu at!”
Arabacılara zorluk çıkarırdı şehr-i emin görevlileri. Temizlikçiler.. – ki onlar da şehr-i emine bağlıdırlar- onlar temizler atların fışkılarını.. arabaların arkasına takılırdı çocuklar.. bakakalırdım.. hoşuma giderdi. Ben de onlar gibi olsaydım.. takılır mıydım sırma koşumlu atların çektiği arabaların peşinden..
Lutfen yardım edin bana..
Aç bakalım yakmışlar mı fenerleri?
“Medaha Yenge! Medaha Yenge kortma! Benim ben.. ben Mahmut.. kuşlar konmuş onları kaldırıyorum.”
Mahmut aklınca alay etmektedir.. kuyucu Murat ta aklınca alay etmeyi denemiştir. Oysa Medaha yenge kedilerden korkar. Ve gemi azıya almış atların çektikleri arabaların sarsılışından. Araba devrilecek olsa Medaha Yenge arabadan atlamaya dünya da razı gelmez. Ve kediler sinsice sokulur kuşluğa ve bir punduna getirip kuşlarını çalarlar O’ndan ve YAŞAM’dan. Oysa tükenen enfiyenin doğurduğu öfkeyi kuşlar alır yüreğinden Medaha Yengenin. İçini aydınlatan kuşlardır. Mumlar söner, söner fenerler, karanlığa takılıp düşer Medaha Yenge.
Gürültüyle geçip giden faytonların ardından mırıldanır öfkeyle! Yağmur da fena değildir hani.
Kuşluğu dikizler gizlice.. gerinmesine bayılır güvercinlerin. GÜVERCİNLER; önce bir ayakla bir kanatlarını gererler.. sonra diğer ayakla diğer gerilmeye hazır kanadı. Bayılır bu harekete Medaha Yenge. Nedendir bilmem.. bir huzur kaplar tüm benliğini. Hoşlanır bunlardan, bu olup-bitenlerden çocukça bir haz duyar.
Ve fakat haykıran kimdir? Kimdir boğazını yırtarcasına ünlenen?
Haykıran kimdir ey yalnızlık? Suçlu aranmakta işte gecenin bir vaktinde. NA’RA toplayıcıları, na’ra sayıcıları işe erken başlayacaklar demektir. Kolayına kaçmazlarsa eğer.. oldum olası kolayına kaçarlar ve gelip dayanırlar kapıma.. başlarında Kara Ömer Ağa.. paldır küldür dalarlar odamdan içeri.. daha ben uykunun kollarından sıyrılmadan böğrüme tekmeler savrulur..
Medaha Yenge! Medaha yenge! Kedilerden KORTMA!
“Höst oradan DÜRZÜ!”
Serdengeçtiler bir gece baskınından dönerken pusuya düşen arkadaşları için üç kere el çırptılar ve işte oklar atılmadı göklere.. kemikleri eriyordu için için.. fener alayı düzenlemeyi kimse aklından geçirmedi. Öfkelerini içlerine hapsettiler zincirlere vurup. Oysa ben.. ben onlar öfkelerini zincirlere vurmakla meşgulken.. BEN! BEN SENİN İÇİN kanat çırptım.
Kuşlar için!
Horon tepecek oldum.. susturuldum.
Halay çektim tekme yedim.
Karpuz ekip yulaf biçtim Medaha Yenge..
Tan yeri ağarıyordu henüz.. henüz yanmaya başlamıştı ufuk. Henüz mevsim baharla kış arasıydı.
“Medaha Yenge! Medaha Yenge KORTMA! Benim BEN! Ben Serma.. kuşlar yere konmuş.. onları kaldırıyorum..”
Medaha Yenge ulaklardan korkardı. Ve tulumbacıların çığlıklarından.. akşam ezanı okunurken tuvalet ihtiyacından.. bölge savunması denen şeyden de anlamazdı Medaha Yenge. Ve gerekeni de bilmezdi..
“Olayları çarpıtma Kara Mastık! Olayları çarpıtma.. dağıtırım çeneni!”
Dağıtmazdı.. böyle söylendiğinde anlardım ki bir kuşun daha kanına girmiştir kediler.. ve bu sözler o acının iniltileridir.. söz değildir yani.. iniltiler sözcüklere binemez ki.. bindirilemez ki.. ben o an Medaha Yenge’den daha çok üzülürdüm.. ağlardım.. belli etmezdim.. gözyaşlarımı içime akıtmasını gemide öğrenmiştim..
Hazır değilim! Diyemedim. Hiç söyleyemedim..
Çölde ayak basmadık yer bırakmamıştık oysa.. neydik biz be!
“Görüldüğü gibi Medaha Yenge tam saha ablukaya alınmalı kuşluk ve bu hara.. ve bir de bu adam.. yoksa.. yoksa hep gözyaşı..”
“Ya!”
“Ya!”
Ben “Sarı Durna’nın yaraları için merhem döverken, merhemlik mevsimleri sorguluyordu Medaha Yenge’nin oğullarından rengi beyaz olan Ergin.. perdeler, diye söylenip duruyordu Ergin.. oysa perdeleri sırmadan büzmek zor işti. Zor uğraştır. Ve işte meğer ısmarlamak için kimseyi bulamamış. Hasretle bekliyordu.
Ne menem şey ise.. acıyla bağırdı ve şanssızdı. Ağladı. NEYİZ? Bu durumda “ağlayın!” demek kolay.
Ahh.. Medaha Yenge! Ahh.. gözyaşlarına bu denli değer biçersen her zaman aldatılırsın tıpkı kuşağından tuttuğun Vildan gibi.. Serma mıydı? Kalpazan gözyaşlarını ya duymadın.. ya da hiç bilmedin. Bilemedin ve Seram ya da Vildan’a da öğretmeyi akıl etmedin. Bilmeyenin aklından geçer mi öğretmek? Gerçek gözyaşını kalp’ından ayıramıyorsun acı kuş çığlığı ne yapabilir?
Mevsim bahardı Medaha Yenge!
Vildan geldiğindeyse ilk bahar! Orda dur işte! Orda dur!
Dursun orda herkes ve her şey!
“Saati gelmeli!” diyordun. Geldi işte! GELDİ! Ve fakat niye yağmur yağmasın? Bak işte söndü feneler. Fenerlerin cılız ışıkları da yok oldu. Kulak verin sokak başlarında belirdi mi kös sesleri! Kulak verin ki.. SEN! İşte koptu her şey. İşte bitti.. Necmi ne ile beslenecek çaldınız SUNDAR’ını?
Dünyamızın biricik YENGESİ’ni depremler de korkuturdu kedilerden başka. Ya kaynarsa YER? Altı üstüne gelirse YER’in ya?
Ve işte kaynadı YER Medaha Yenge! İşte kaynadı yer.. korkacak bir şey yokmuş? Yer kaynıyor, duvarlar zangırdıyor, ama bak dizlerimin bağı çözülmedi.. koşmuyorsam, kaçmaya yeltenmiyorsam dizlerimin bağı çözüldüğünden değil.. değil.. yerin kaynaması korkutmuyor beni! Duvarların titremsi tavanın çöker gibi olması korkutmuyor. Yer kaynıyor Medaha Yenge!
Düşlerini dört duvar arasında pişirirdi Serma. Ya da Vildan. Aklım öyle karıştı ki.. aklımın gözleri öyle bulanıklaştı ki.. kim neydi.. insanlarımın hangisi ne yapardı çıkaramıyorum. Yanlışlarımı düzeltecek SEN de yoksun.. diyorum ki eğer ÇALINMAMIŞ OLSAYDI SÖZCÜKLERİM yine bulanır mıydı aklı gözlerimin? Bak bu kuşku her dem koruyor tazeliğini.. her dem!
Diyelim, yani diyeyim düşlerini dört duvar arasında pişiren Serma idi. Evet o idi.. pişirir pişirir ya da bir gergef işlerdi. İşler, işler işler otururdu koltuğa...
Sözcüklerimle birlikte erkekliğim de çalınmıştı. Çalınmasa böylesi cömert olur muydu Serma? Ya da Vildan? Ya da Roxelenna? Bak bunda kuşkuluyum işte. Sakınırlardı gibime geliyor kendilerini benden.. ben Kara Mastık işte.
Sen merhametini, sevgini şefkatini sakınır mıydın Medaha Yenge çalınmamış olsaydı erkekliğim? Çocukluğum.. obam.. adım.. sözcüklerim çalınmamış olsaydı sakınır mıydın Medaha Yenge? Bu kuşku şimdi, şuan doğdu içimde Medaha Yenge.. daha önce hiç, ama hiç yoklamadı beni böylesi bir kuşku... yerin kaynadığı, duvarların tavanın titrediği bu andır bu kuşkuyu doğuran.. müsebbip yerin kaynaması.. senin korkun Medaha Yenge.. haksız değilmişsin korkunun gerekçesinde..
Hayır anlamıyorum niçin öldürüyorsunuz kuşları?
Niçin kılıçlarınız, oklarınız bu denli işlek.. bu denli kıvrak? Ve gözleri kör eder parlaklıkta..
Niçin her bir yeri mezbahaya döndürmeye yönelik uğraşlarınız?
“Artık onları bıraktığın yerde arayacaksın!” oysa bıraktığı yer orasıydı. Sedye Hala tanığıydı oraya bıraktığının. Sedye Hala ki obanın protokolünde saygın bir yeri vardı. Ve Medaha Yengenin süt güğümlerini her zamanki gibi bu süthaneye aynı saatte bıraktığını dün de görmüştü. Görmüştü demem öylesine.. birlikte bırakmışlardı efendim.
KIRKÇEŞME’nin KURNA’sında yıkayıp durulamışlardı birlikte göğümleri. Ve şimdi güğümlerden haberi yokmuş GÖZCÜ’nün. Haberi yokmuş gibi yapıyor. Ve işte apaçık çalmış oluyor. Çalınmasına göz yummasının farkı ne çalmasından? Sütle dolu dört güğüm kayıp! Adam yok diyor! Yokluğu ussallaştırma uğraşlarını anlamak olası değil! Desem ki öldürün! İşte ağustos böcekleri.. ötüşmeseler çöl çağırmaz beni.. çöl ürkütmez beni.. ürkütmedi.. ürkütmez ki!
Kayaları ürkütmeyecek!
Kılıçlar develer ürkütmeyecek!
Ya süt güğümleri?
İşte yaban özlemini dirilten bir tanık! Güvence mektubunu yakmamış olsaydı ve bileziklerini bozdurup bez parçalarına yatırmamış olsaydı.. olsaydı ellerinde.. ateş üzerinden kaç kez sekerek geçmesini becermişti!
Yitiklerin çetelesi tutulmalı!
Yangın mı var yoksa? Sarı kızın altında yatan yangın mı? En çok ta elmalara acıdıydım!
Saklama!
Saklayamazsın!
Eğer Sedye Hala’nın değil de benim ineğim olsaydın canını yakmazdım. Sor inanmazsan! Özenle sağardım. Roxelenna söylesin.. dile gelsin.. bir hinlik geçmezse içinden, uğramazsa bir hinlik o an.. doğrusunu söyler o zaman!
Alışırdın benim sağmama.. başka hiçbir insana elletmezdin kendini...
Kızardı yanakların! İşte kızardı. Saçma bir utangaçlık be Medaha Yenge! Aynaların bozulması da öyle..
Medaha Yenge boşunadır kızarıklığı yüzünün.. işte susarım.. madem böylesin utanca boğuyor bildiğim, bildirilen, acıyla belletilen sözcüklerim.. öyle ise seçerim suskunluğu.. ah bilebilseydin Medaha Yenge.. bilebilseydin şu çıkarımı anlar ve anlatırdın, çıkarım şu: BEDEN İLE GÖREBİLİRİZ!”
Erdal biliyordu. Oysa Medaha Yenge Erdal ve diğer çocukların – Erdal biliyordu ama diğer çocuklar bilmiyordu, bilseler bile umursamazlardı- süt sağmasını öğrenmelerini istiyordu. Ve fakat Erdal şiire tutulmuştu.. söze vurulmuştu.
Hele dolunay vakitlerinde.. gizlice düşerdim peşine.. bir su kenarındaysak eğer.. ve ay da dolunay ise.. Erdal coşardı.. herkesten uzakta suya, daha yeni tanış olduğumuz o delişmen ve fakat sakinliği gecelere saklayan suya konuşurdu.. suyla konuşurdu. Evet tanığım.. ve bu tanıklıktan utanacak da değilim. Kimseler kınamasın bu pervasızlığı.. yo izin vermiyorum.. vermiyorum işte..
Anlamasam da söylediklerini hoşuma giderdi. Yinelerdim. Yani yinelemeye çalışırdım.. ne anlama geldiğini bilmeden. Bir kez söyleneni hiç değiştirmeden söylemek büyük bir hünerdi. Ve ben de bunu becermeye ant içmiştim. Sözcük avcılığına bu yüzden düşmüştüm. Bu yüzden peşine düşmüştüm Erdal'ın.
“Develer bu denli önemliyse, karnını doyuramayıp intiharı seçenlerin eylemlerindeki gerekçeler neden önemsiz olsun!” dedi.
Ve dedim aynını.. kısık bir sesle.. bilinmek istemedim. Bilinmezliği seçtim. Birkaç kez yineledi.. yineledim ben de onun söylediğince.. bu soru yaşamsal bir soruydu Erdal için. Öyle olmalıydı. Ve denebilir ki temel sorunuydu yaşamının.. öyle olmasa suların delirdiği bir vakitte tutar kendini bırakır mıydı ırmağa.. yas tutmayı reddetti oba ve beklemeyi seçti.. belki hala bekliyordurlar.. onunla birlikte beni ve Necmi’yi de bekliyorlardır kim bilir.. oysa sulara batıp çıkan Erdal mutluydu ve dönmenin hesabı içinde değildi. O hesap adamı olmayı hiçbir dem düşünmemişti.. ve öyle de kaldı..
Ve yine tırnağın kırılmış olması ve ayağın burkulması.. vay anasını Mahmut! Saksıdaki çiçeklere bak! Gerekli özeni görmediklerinden kurtlanmışlar.. pencereleri ört soğuk girmesin! Ve ne diyordum bayım? Ha güğümler!
Güğümler bulunmuş olsaydı her şey çözümlenirdi. Herkes rahat bir soluk alırdı. Erdal’ın kendisini ırmağa atışını da güğümlerin kayboluşuna bağlayan hinlikler zuhur etmezdi.
Umutlar tükeniyor Medaha Yenge!
Tükeniyor!
Sana ve bana İNAT tükeniyorlar. Ve işte söylüyorum umutlar tükenmese Erdal ayın çekimine kapılacak saatlerde su başına gitmeyi aptalca bulur ve gitmezdi.. hem gitse bile en azından biraz uzakta dururdu. Yani diyorum ayağının kayacağını hesaplayabilirdi.. doğru hesap adamı olmayı reddetmiştir her zaman.. hem ayağı kaymadı ki.. ama işte umutlar tükenmeseydi o saatte oraya gitmezdi.. ve diyelim ki ayağı kaydı işte o an Tanrı bana güvenip meleklerini göndermezlik etmezdi.. ben onu tutacak yaşta değildim.. bunu Erdal da biliyordu Tanrı da..
Umutlar tükeniyor Medaha Yenge..
Senin için diyemem.. ama benim için.. Sedye Hala için..
Serma için diyemem.. ama benim için.. Vildan için..
Sen ağlarsın Roxelenna!
Sen ağlarsın Serma!
Sen ağlarsın Murat..
Biz ağlamayız!
“Nedense bunalım takılmayı bir YETİ sanacak kadar aptallaştırılmışların özdeksel tasalarını, TECİM’e ELVERİŞ’li kılan DÜZENEKLER’in işlerliğini yarım saat erteleyebilirsen.. güğümler için arama koşullarının yeterliliği konusunda her hangi bir çalışmayı da onaylatabiliriz hesap uzmanlarına!”
“Bundan başka –diye düşünüyordu Ömer Ağa- yarım bardak çayın ardından spermle güçlendirilmiş bir bardak limonatanın nezleye iyi geldiği savının testi için Süleyman’ın sabrını yıkma eylemi sabote edilmemiş olsaydı anlaşılırdı. Ya sav, sav olmaktan çıkıp yasalaşacaktı ya kör bir inan ya da düşün idmanı olarak kalacaktı. Olmadığına göre Sedye Hala’ya ne söyleyeceğim?” şalvarını çekti, özenle bağladı kuşağını. Çıkarken ışıkları söndürdüğünde daha iyi düşünebileceği düşüncesinin suratına tam tükürecekken dehşetle irkildi Ömer ağa. Medaha Yenge’nin lanetleri, ilençleri bu denli şiddetli değildi.
“Ömer bemurat tahtasına uzanasın! Reisin paytonu altında kalıp parça parça olasın! Yer kaynasın gök devrilsin üstüne!”
Lanet sağnağı sürüyordu. Ömer Ağa kuşağını bağlarken.. daha yeni bitirmişti spermli limonatayı..
“Eteğinizde ne kadar taş varsa dökün! Herkes döksün!”
İşte bunu kabul edeme..
Sedye Hala da onamamıştı Medaha Yenge de!
Ya Serma?
Ya Mahmut?
Ya Vildan?
Ya Roxelenna?
Suç Ömer Ağa’nın değil ki! Ve eğer elbet bir suç ise yaptığı!
Öyleyse bırakalım güğümler olduğu yerde kalsın! Yalnız güğümler mi kayıp? Ya kurnalar? Ya çeşmeler? Sedye Hala protokoldeki yerini koruyor mu bilinmez!
“Medaha Yenge Kortma benim ben! Ben Daştan! Kuşlar konmuş onları kaldırıyorum!”
Adını Daştan koydular ki dayanıklı olsun. Doğar doğmaz nehrin soğuk sularına soktular.. olmadı. Çabuk öfkelendin. Çabuk kızdın. Çabuk kaçtın. Bir anlık bir öfkeyle terk ettin baba ocağını-ana kucağını. Yıllar sonra döndün. İnce hastalığa yenilmiştin. Bir haftayı doldurmamıştı dönüşün bu kez ÖLÜM’le terk ettin.
Medaha yengeyi dinleseydin böyle olmazdı. Hekimlere kaptırma kuyruğunu derdi hepimize. Sen de oradaydın. Olmadı. Sen kaptırdın. Ve bak şimdi.. olmadı. Boşuna mı Daştan dediler sana? Boşuna mıydı onca düşünüp taşınmak? Kafa patlatmak.. yok hayırsız çıktın.. hayırsız çıktın işte.. ben..
Başını dizlerine almıştı baban soluk almaz olduğunda. Aldığını bilmedin. Amcanın “Ekmek atlı sen yaya olasın!” kargışını da anlamamıştın zaten.
Mevsimler yargılanacaktı, diye bekleşip durmanın anlamsızlığını yüzüne vurmuyorlar mı?
Kulakların mevsimlik!
Çıngıraklı Vildan kulakların mevsimlik!
Uyuz Mahmut kulakların mevsimlik!
İblis Erdal kulakların mevsimlik!
Sünepe Suat kulakların mevsimlik!
Yobaz Ömer kulakların mevsimlik!
Kodoş Bayram kulakların mevsimlik!
Senin neren mevsimlik Roxelenna?
Senin her yerin an’lık saatlik Roxelenna!
Senin de Vildan.. senin de!
Cemal Çalık, 08.07.2015, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Hasırlı, Roman