"Bayramlarla ilgili hatıralarım içindeki ilk izler, biraz bulanık da olsa, el öpüp dönemin madeni paraları olan kuruş, yarım şilin, çifte şilin ve annemle babamdan aldığım kağıt mavi beş şilinler..."
Konak (Atatürk) Meydanı-Venedik Sütunu, Lefkoşa
Bütün okuyucularımın RAMAZAN BAYRAMI’nı, halkımızın arasındaki diğer adıyla da ŞEKER BAYRAMI’nı kalben kutlarım. Herkese sağlık, mutluluk ve başarılar dolu nice bayramlara vesile olsun bu güzel bayramımız.
Bayram deyince aklıma, II. Dünya Savaşı’nın yoklukları ve sıkıntılarının azalmış olsa da hala daha uzantılarının kırıntılarının devam ettiği 1950’li yıllardaki bayramlar geliyor.
Bayramlarla ilgili hatıralarım içindeki ilk izler, biraz bulanık da olsa, el öpüp dönemin madeni paraları olan kuruş, yarım şilin, çifte şilin ve annemle babamdan aldığım kağıt mavi beş şilinler...
İkinci, ama çok net hatıra da, köyde, (Ergazi) rahmetli Tevfik amcamın evinin avlusunda kurulmuş çok büyük ve çok uzun bir sofra. Üzeri rahmetli Pembe yengem ve rahmetli Emine yengemin kendi elleri ile yaptıkları bin bir çeşit yemeklerle dolu davetkar sofra… Mis gibi yemeklerin ve taş fırında sabahın erken saatlerinde pişirilmiş ekmeklerin, çöreklerin ve pilavunaların kokusu sokaklara kadar yayılırdı.
En büyükten başlamak üzere, başta Karpaz’ın Hoca Efendisi Rifat Dedem ile AyşeNenem olmak üzere, amcalarım, yengelerim ve yeğenlerim, büyükten küçüğe giden bir düzenle toplaşırdık sofranın etrafına.
Bayram şayet yaza denk gelmişse, yemek sonrası arabalara doluşur, doğru boğaza denize girmeye giderdik. Bayram ilkbahara veya sonbahara rast gelmişse Kantara’ya giderdik. Kışın ise güneşin ılık ışıkları altında bahçede otururduk.
Büyüklerimiz neşe içinde sohbet ederken, biz çocuklar bir odada veya bahçede toplanır, oyunlar oynardık. Akşamları ise en büyük keyif beyaz bir perde üstüne gölgeleri yansıyan ve birbirleri ile konuşan Hacivat ile Karagöz’ü seyretmek olurdu. Benim sıram geldiğinde, bir keresinde -elektrik olmaması nedeni ile- perdeyi aydınlatmak için kullandığımız mum devrilmiş ve perdeyi tutuşturmuştu.
Tabii sabah topladığımız kuruşlar ve şilinler, rahmetli Mustafa amcamın yönettiği Kooperatif Bakkaliyesi'nde çoktan şekerlemelere ve çakuletlere (Çikolata) dönüşürdü.
Akşam illaki sinemaya gidilirdi. Bütün çocuklar toplanır, köy otobüsüne biner ve rahmetli Fuat Dayı bizi çevre köylerdeki hangi sinemaya götürürse o sinemaya giderdik. Cebimizde kırıntıları kalan bayram harçlıkları ile de Regis marka dondurma yerdik. Filmi seyreder miydik, emin değilim. Maksat gezi olsun, farklı bir yere gidilsin ve tahta çubuk üzerine monte edilmiş dondurma yemek olsundu gerçekte…
Sonraki yıllarda taşındığımız Mağusa ve Lefkoşa bana bitmeyen büyüklükteki köyler gibi gelirdi. Hiç bu iki büyük köyün en son evine ulaşamamıştım bir türlü. Ne kadar da yürüsem illaki daha uzaklarda gene başka evler bulunurdu. Dolayısıyla çocuk dünyamızda devleştirdiğimiz bu şehirlerin bayramları da ihtişamlıydı.
Mağusa’nın ve Lefkoşa’nın bayramları çok farklıydı. Mağusa’daki bayram yeri, liman ile şehri ayıran surların boyunca, Canbulat kapısından Othello kalesine kadar olan kısımdı. Lefkoşa’da ise bayram yeri Sarayönü’ydü. Salıncaklar, atlıkarıncalar, ikballer, kebapçılar, lokmacılar, şamişiciler ve diğer benzeri esnaf hep oradaydı. Sonraki yıllarda hem Lefkoşa’da hem de Mağusa’da “Bayram yeri” değiştirildi.
Ankara ve İstanbul’daki bayramlarımız ise çok daha değişik gelirdi bize. Yemekler de, tatlılar da, çakuletler de bir farklı güzeldi. Bu iki şehirdeki en büyük olay, sinema seçmek hakkımızın olmasıydı. Hangisini gözümüz kestiyse ona giderdik rahmetlik ağabeyim Bora ile…
O bayramlar daha mı güzeldi, ya da çocukken her şey daha mı güzel gelirdi bilemiyorum, ama hem duygusal hem de aile yapısı açısından bugünkünden çok farklıydılar. Eskiden bayramlarda bütün akrabaları dolaşırdık, kaçıncı kuşaktan akraba olduğumuz çok da önemli değildi.
Şimdi çevreme bakıyorum da, sülale kavramını sınırlamış, küçük aile kavramına geçmişiz. Aile bağlarımız kendi yakınlarımız ile kısıtlı kalmış. Sadece 1. kuşak akrabalar kendi aralarında bayramlaşıyor. Bazı ailelerde ise sadece evde kimler yaşıyorsa onlarla bayram kutlaması yapılıyor, hepsi o kadar. Ve sonra da, ya TV karşısına geçiliyor ya da bilgisayar. Yaşam hızlı bir şekilde bireyselleşiyor ve sanallaşıyor biz farkına varmadan…
İyi Bayramlar diliyorum, yazımı okuyan tüm okuyucularıma ve dostlarıma, arkadaşlarıma…
Ata Atun, 17.07.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, KKTC Stratejileri