"Muazzam bir doğruluk ve zamanlamayla işleyen hayatta bizi sarmalayan her olaya aynı doğrulukla bakabilmek biraz fazla enerji ve güç istiyor, bu gücün de yalnız ve yalnız Allah’tan olduğuna inanıyorum."
Bioenerji tedavisine başladım elhamdülillah.
Melek Hanım'la telefon konuşmamızda randevu saatiyle ilgili bir problem yaşadık önce. Biraz sinirli konuştuğunu fark ettim ve bu hoşuma gitmedi. Neredeyse tedaviden vazgeçmek üzereyken Galina bunun çok yanlış olacağını anlattı.
Sibirya’daki “Şifacı Şamanlar”ın da çok sinirli olabildiklerini hatta bazen hastalarına hakaret bile ettiklerini, ama neticede tedaviyi tam manasıyla yaptıklarını söyledi.
Zekiye ve Atila da bu fikri destekleyince ilk gün annemle birlikte gittik. Annem Melek Hanım'dan çok etkilendi ve “Bence doğru yere geldik” dedi.
Bugün üçüncü gün, Melek Hanım beni her gün biraz daha umutlandırıyor; “zehirli sular” çıkarıyor sürekli benden seans sırasında… Daha çok uğraşacak gibi gözüküyor ama:)
Ağrılarımda bir azalma yok şimdilik, ama yine de umutluyum.
Uzun zamandır çocuk bekleyen ve nihayet ikizlerine kavuşan bir anne şimdi de tiroit tedavisi için Melek Hanım'a geliyor. Enteresan buluyorum bu süreci…
Mesela bugün enerjimin çok yumuşak ve dağınık olduğunu öğrendim. İlk gün gittiğimizde Melek Hanım'ın kalbim için “saydam” ya da “şeffaf” dediğini sanmıştım, aklımda öyle kalmış. Sonra düşündüğümde de bir türlü hatırlayamadım ne dediğini, ama bu kelimeleri çağrıştıran bir şeydi.
Bugün “Cam gibi” dediğini anladım. “Cam gibi” ışığı ve karanlığı geçiren ve karanlıktan menfi etkilenen demiş aslında.
Bendeki enerjinin artık neredeyse ölümü yakın olan insanların seviyesine düştüğünü ve en azından tedavi bitinceye kadar, asla telefonla konuşmamam ve asla kalabalık ortamlarda bulunmamam gerektiğini öğrendim bugün.
Atila “Bu tıpkı yağmur yağdığında sırtına yağmurluk almadan çıkma işine benziyor, senin de bir zırhın olmalı” dedi bunu duyunca.
Mekanizmayı biraz değiştirmek gerekiyor sanırım…
Muazzam bir doğruluk ve zamanlamayla işleyen hayatta bizi sarmalayan her olaya aynı doğrulukla bakabilmek biraz fazla enerji ve güç istiyor, bu gücün de yalnız ve yalnız Allah’tan olduğuna inanıyorum.
Ama çaba hep bizden olmalı; egonun o dehşet hükümran sesine kulak tıkayıp tertemiz Yaratılan ruhun narin sesine kulak vermek en doğrusu galiba… Bunu da yapmaya çalıştığımı sanıyorum hep…
Yardım etmeyi ve dayanışmayı çok seviyorum, sevdiğim bu şeyleri yaparken de ortalık her zaman güllük gülüstanlık olmuyor elbette.
Yardım etmek derken, bu cümleden yalnızca insanlara para ya da eşya vermeyi anlayanlara da çok üzülüyorum.
Aslolan kendin için istediğin güler yüzü, şefkati, ilgiyi ve merhameti kalpten ve içtenlikle ve canı gönülden başkalarına sunabilmek, gerisi kendiliğinden geliyor zaten.
Yolda mı kaldınız, yolda kalan birine yardım etmek gerekiyor demek ki, acıktınız mı, dünyada başka acıkanların da olduğunu anlıyorsunuz, doyurmak için bir şeyler yapmalı o zaman, içtenlikle size gülen ve oturup derdinizi dinleyen bir dostunuz mu var, başkalarının da bu içtenliğe ihtiyacı var, kesinlikle var, onu arayıp bulmak da sizin vazifeniz, uyumak istiyorsunuz ve rahat yatağa uzanmak için can atıyorsunuz, yalnızca o rahatlığa hasret olanların varlığını bilmek bile yardımın ilk aşaması…vs
Bütün bunlara tek başınıza gücünüzün yetmeyeceğine inanarak yardımdan vazgeçtiğinizde, aslında kendinizden vazgeçmiş oluyorsunuz, sizden vazgeçilmesine razı oluyorsunuz ne yazık ki...
Tek başınıza her şeye güç yetirememek muhakkak olandır. Allah’ın yardımı da öyle...
Bir insanın, yalnızca tek bir insanın kalbine dokunabiliyorsanız, işte o muazzam işleyen hayatın içindeki varlığınız bir anda mana kazanıyor ve siz yalnız olmadığınızı, meleklerle kuşatılmış olduğunuzu anlıyorsunuz.
Mekanizmayı değiştirmeye gelince, Atila’nın söylediği zırhı kuşanıp, hayatlarını yalnızca şikâyet etmek üzerine inşa etmiş insanlara denk geldiğimde, onlar için kuvvetle dua edip söylediklerini yara bere almadan dinleyip yola devam etmek gibi bir değişikliğe gitmek gerekiyor galiba. Şimdiye kadar denemediğim bu yolu artık denemek mecburiyetindeyim. Yoksa gidişatı sağlıklı kılmak biraz zor olacak… Her neyse...
Kanserden sonra ölümle burun buruna gelmiş biri olarak, 'Simyacı' gibi hissediyorum kendimi bugünlerde biraz.
Zaman zaman ruhumu sarsan dehşet ölüm korkusunu, bir anda bahşedilen yeni bir nefesin heyecanı ile değiştiren ve bu acele içinde hep daha güzel bir şey ortaya çıkarmak için uğraşan bir simyacı…
Çok mu iddialı oldu?
Öyle değil işte… Literatüre, near death experiences/ ölüme yakın tecrübe olarak geçen ve ancak bu tecrübeyi yaşayan insanların anlayabileceği türden bir şey bu… Ya da kanser olanların…
Biraz pervasızlık, biraz acele etme vs.
Ortaokul yıllarında okuduğum “Ve çeliğe su verildi” adlı etkileyici romanın bu dünyada topu topu otuz iki yıl kalmış yazarı, Nikolay Ostrovski’nin “Yaşamak için acele ediyorum, ah şu hastalık nasıl da saçma bir zaman kaybı ve tahammül edilmez bir ayak bağı” demesini acımayla karışık bir saygıyla karşılıyorum şimdi... Onu anlıyorum…
Paco de Lucía’dan Concierto Aranjuez – Adagio’yu dinliyorum şimdi bunları yazarken… Hani şu Rodrigo’nun Gitar Konçertosu diye bildiğimiz eser bu.
Daha üç yaşındayken difteriden kör olan Rodrigo, Madrid yakınlarındaki Aranjuez (Teresa’dan öğrendim Aranhuez diye okunduğunu) şehrinin saray bahçesindeki çiçeklerin kokusu ve kuşların sesinden ilhamla bestelemiş bu eseri. Adagio bölümü ise çocuğu öldükten sonra girmiş esere. Dinlerken o müthiş kederi ve hüznü hissettiriyor her notada sanki…
Rodrigo’da, Paco de Lucía 1991’de bu eseri kayıt yaparken "hiç kimse bestemi bu kadar tutku ve yoğunlukla çalmamıştı" demiş. Hakikaten enfes bir kayıt bu…
Her neyse yarın sabah erkenden yeniden yollara düşeceğim, şimdilik bu kadar yeter…
Sabah ola hayr ola:)
Neşe Kutlutaş, 23.07.2015, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, (İlk Yayın Tarihi, 12.09.2012)