"Silah seslerinin insan seslerini bastırması ve konuşamaz hale gelmemiz cehennem olur. Herkes ötekini samimiyetsizlikle karanlık güçlerle suçluyor. Barışı cesur ve dürüst insanlar gerçekleştirebilir."
Demokratik açılım süreci insanların kendini ifade etmesi, ihlal edilen hakların teslimi için önemli bir yol açtı. En azından, susturulan bastırılan talepler acılar yoksunluklar dillendirilmeye başlandı. 28 Aralık 2012’de zamanın başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorununu çözmek için hükümetin İmralı’da hapis yatmakta olan Abdullah Öcalan’la görüştüğünü açıklaması barış yanlılarında hayretle dolu bir memnuniyet yaratırken, kimi çevreler ayağa kalktı.
Ne kadar yakın bir tarih. Sanki yüz yıl öncesinden söz ediyormuş gibi "Zamanın gazetelerine açıp bakın!" demek zorunda kalıyoruz, barışı sabote etmek için Paris suikasti dahil yapılanlar hakkında.
Bu tarihten itibaren verilen emeklerin haddi hesabı yok. Anayasa taslakları üzerinde çalışıldı, bu noktaya gelinmesinde büyük emekleri geçen sivil toplum kuruluşları yoğun çabalara girişti, Akil İnsanlar Heyeti bütün kişisel işlerini bir yana bırakıp Türkiye’yi dolaşarak insanları dinledi, raporlar yazıldı ve bütün ülke bir tartışma konuşma seferberliğine katıldı neredeyse.
“Hapishanelerin boşaldığı, dağdakilerin indiği bir Türkiye hayalim var” diyen başbakana, PKK lideri Abdullah Öcalan 2013 Nevrozu'nda meydanda okunan tarihi mektupla cevap verdi; Bin yıldır İslam bayrağı altında yaşayan Türkler ve Kürtlerden söz eden, "Silahlı mücadele bitmiştir" beyanını ortaya koyan tarihi mektup.
Süreç, konuşmayı, dinlemeyi, anlamayı da çoğaltmıştı, Kürt Halkı'nın çektiği acıları belgeleyen filmler peş peşe gösterime giriyor, tepkiler olsa da hiçbir engelle karşılaşmıyordu çoğunlukla. PKK’nın öldürdüğü askerlerin anneleri de, operasyonlarda ölen Kürt gençlerin aileleri de bağırlarına taş basarak barıştan yana tavır aldılar. En milliyetçi kesimler bile canlarını sıkan birtakım gelişmelere karşın kardeşlik ve eşitlik atmosferinin havasını bozmak istemediler.
Ak Parti siyasi risk almıştı; fakat zaman içinde çözüm, barış ve çatışmasızlık için emek veren siyasetlerin daha çok teveccühe mazhar olduğu görüldü.
HDP’nin barajı geçmesinin aslında siyaseti güçlendirmesi, silahları işlevsiz kılması beklenirdi, Kürt siyasetinin önü açıldı çünkü. Seçim meydanlarında vaat edilenlerin yerine getirilmesi için koalisyon seçenekleri de doğmuştu. Ak Partililerin "Oy kaybettik" diye üzüldükleri açık, ama karalar bağladıklarına tanık olmadım; olgunluk, halkın iradesine saygı Davutoğlu’ndan tabana kadar hâkimdi. Ak Parti-HDP koalisyonu barışı olgunlaştırıp neticelendirmek adına iyi bir seçenek olarak görülebilecekken bir anda HDP’nin rest çekmesi doğru bir davranış değildi.
Polislerin öldürülmesi çok net bir ateşkes ihlali. Fakat bundan önce de sayısız ihlal var barış uğruna göz yumulan. Haklı haksız ve kim başlattı tartışmaları yapmak abes çünkü olup biten ortada. Sayıları az da olsa hakkaniyetli gözlemciler ve yazarlar hükümetin hatalarını sıralarken PKK’nın bu kadar aklanmaya çalışılmasının bizi nasıl bir felakete sürüklediğini de teslim edebiliyorlar. Pusularla başlayan, bombalarla devam eden tırmanan bir çatışma süreci var artık.
Bizim hiçbir şekilde güvenlikten, demir yumruktan, ezmekten, bitirmekten bahseden eski ve incitmiş terminolojiye ihtiyacımız yok. Silah seslerinin insan seslerini bastırması ve konuşamaz hale gelmemiz cehennem olur. Herkes ötekini samimiyetsizlikle karanlık güçlerle suçluyor. Barışı cesur ve dürüst insanlar gerçekleştirebilir. Ortam içi-dışı bir insanlar istemiyor; nefret ve toplumsal şizofreni yayılırsa sayıları gittikçe azalan gözlerini kaçırmadan konuşabilecek insan gücümüzü de kaybederiz.
Dolmabahçe Mutabakatı sürecinin halka anlatılması lazım. Acılar ve ağır zayiatlardan sonra tekrar Dolmabahçe masasına dönecek olduktan sonra kan dökmenin manası nedir? Hain pusuları da bomba seslerini de duymak istemiyor geniş halk kitleleri. İnsanlar barışı pekiştirmek, daha ileriye taşımak umuduyla seçimlerde oy kullanmaya koştu.
Global güçlerin Türkiye’yi çok cepheli bir savaşa sürükleme planı olduğu çok açık. Peki, bizim planımız nedir?
Avrupa ile bir ve beraber olma umuduyla 1964’ten beri bekleyebilen, sabırla nice müzakereler yürüten Türkiye, kendi halkının barışı için iki sene çabalayıp "Olmadı" diyemez. Bunu hangi vicdan kabul edebilir?
İrlandalı kadınlar barış için yıllarca uğraşmıştı. Sayısız sivil toplum örgütü kurup insanları sözlerini kesmeden saatlerce, günlerce dinlemişlerdi; ne de olsa konuşmak ve dinlemek ölmek ve öldürmekten daha iyi diyordu kadın koalisyonunun kurucusu Avila Kilmurray. Zaman içinde en radikalinden en ılımlısına bütün tarafları hatta marjinalleri masaya oturtmayı başarmışlardı, savaş ve yıkım yerine yaşamı seçmek ortak tercihleri olmuştu çünkü.
Barış sabır ve emek istiyor. Sürekli gelişen değişen yeni bir dile ihtiyacı var. Bizler birbirimizle gerçekten kardeş olmasaydık çoktan iç savaş çıkmış olurdu. Anlayalım artık, ne kadar uğraşılsa da “Yeterli Nefret”(*) oluşturulamıyor aramızda savaşmak için; yaralar var ama, iyileşecek izin verilirse.
Yıldız Ramazanoğlu, 01.08.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Çöl'de Yürüyüş Yazıları
Yıldız Ramazanoğlu Yazıları
Takip et: @YldzRamazanolu
Sonsuz Ark'ın Notu:
Yıldız Ramazanoğlu Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 28.06.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Serbestiyet:
http://serbestiyet.com/Yazarlar/baris-elimizdeki-son-mohikan-158312
(*) Irak’ın işgali sırasında ABD’li bir general "Bir Şii-Sünni savaşı öngörüyoruz, ama yeterli nefret yok" demişti. Zamanla oluşturdular, hatta dünyanın dört bir yanından savaş için adam topladılar ne yazık ki.