"Türkiye, sadece nefret dolu ırkçılardan, sadece öldürerek kazanmaya inananlardan ibaret değil; hoş, aksi halde tek kelime yazamaz hale gelirdik."
Hassas barış sürecinde ortaya çıkan problemler konusunda şimdi geçmişte olmadığı kadar keskin bir dille insanlar birbirini suçluyor. Barışı sağlamak o kadar kolay olmayacakmış, rahat bırakılmayacakmışız, zaman bunu gösterdi. Zorlu süreç herkese karşısındakini suçlamak için yeterince belge ve örnek kazandırdı.
Türkiye toplumunun kardeşliğine, Türk ve Kürt varlığının kaynaşmasının imkânlarına güvenimiz yok edilmek isteniyor belli ki. Daha kötüsü olamazmış, diye düşündükçe, felce uğratan bir diğer katliamla yüz yüze geliyoruz. Kötülüğün o kadarını havsalası almıyor gönlü barıştan, kardeşlikten yana olanın.
Bir şeyler hep bambaşka şeyleri gözden kaçırmak istermiş gibi cereyan edip duruyor sanki.
Barışı bozma yönündeki hamlelere karşı elimizden geleni yaptığımız söylenebilir mi?
Sözünü ettiğim sadece siyaset değil, sivil çabalardan söz ediyorum. İslami kesimin çeşitli vakıf ve dernekleri, sivil toplum kuruluşları insani meselelerde yardım ve ilgiyi öncelikle yakınımızda bulunan muhtaçlara yönlendirmeli.
İslami kesim, AK Parti hükümetleri üzerinden hantal devlet diliyle özdeşleştirilmenin ötesine geçen kendi temel soru ve amaçlarını hatırlamak zorunda. Bu duyarlığın kırk elli yıllık birikimiyle siyasete (ve devlete) barış sürecini geliştirmeye izin veren imkânları üzerine düşünmek şimdilerde o kadar önemli ki… Devlet her zaman hantal, siyaset de ister istemez aceleci. Uzun vadeli bir emek istiyor barış; sivil alanları güçlendirmek şart.
Artık bütün sorular cevap buldu sanıyorsunuz, oysa yeni sınav, hiç çalışmadığınız bir soruyla ve beklemediğiniz bir anda yakalıyor. Sınırlar konusunda hepimizin kafası şaşkın. Sınırlar aşılarak kime yardım edilebilir, kim edebilir? Bu bir kesim için mümkünken diğer kesim/ler için hangi açılardan suç teşkil eder?
Doğrusu şu ki ulus-devlet formatı içinde ümmetçi siyaset perspektiflerinin Kürtleri de içine alan boyutu Suriye konusunda bir açmazla malul. İslami kesim olgulara her zaman ulus devlet sınırlarını aşan bir duyarlıkla bakmışken, şimdilerde bu duyarlık ulus devlet yöntemlerinin kuralları tarafından sınanmakta. İki yanlış bir doğru etmiyor.
Sınırın öte tarafında yardım bekleyen, ilginize muhtaç olan Müslüman olduğu mu yoksa Türk Müslüman olduğu için mi kardeşiniz?
İşte bu gibi sorular konusunda İslami duyarlıkla ve hesaplı kitaplı geliştirilmiş bir siyasetten değil, yakalanılmış siyasetlerden söz edebiliyoruz. Benzeri bir açmaz elbette Suriye’de Baas Rejimi'ni kendini tashihe çalışmamış bir direniş hattı zaviyesinden destekleyen İran için de geçerli.
Madeleine Albright’ın 'Irak kazanımlarının savaşta ölen 500.000 çocuk gibi yüksek bir bedele değdiğine' dair sözlerini hatırlıyorum. Bu bölge bir türlü durulmuyor, insanımızın canı değersiz sayılıyor.
Analizler komplo teorileri üzerinden yapılıyor hep. Ya da karşı tarafı suçlamakla siyasi analiz aynı şey sayılıyor. Barış sürecinin açmazları konusunda her açıdan başkaları, “karşı” olarak işaretlediğimiz taraf mı suçlu? Peki, biz hangi konularda hata ettik ve zaaf gösterdik? Hangi sözümüzde durmadık, hangi ilkeyi göz ardı ettik, nasıl bir sözü paranteze aldık? Kendini sürekli haklı görmek nasıl makul olabilir?
“Suçlu bendim, geç kalmıştım” der Hızırla Kırk Saat’in anlatıcısı. Bizde ise hatanın kabulü zaaf sayılıyor. Bu durumda da başlangıçtaki hata kaçınılmaz olarak katlanarak büyümeye devam ediyor.
“Terör”ün tarifi konusunda bile çeşitli kesimlerin uzlaşamadığı bir noktadayız şimdi. Sürekli bir indirgeme, öfke, suçlama, “olumsuzla oyalama” hali egemen okur yazar çevrelere.
'Şiddet İkiyüzlülüğü' diye bir şey de var. Kendi tarafın uyguladığında 'savunma-direniş', diğeri uyguladığında 'şiddet-terör' oluyor. Gündelik hayatın sesleri çok daha müspet, yapıcı ve “Biz”den yana. Gelgelelim terör de işte o seslerin direncini hedef alıyor zaten.
Bir katliam, oluşturduğu büyük acıya rağmen, nasılsa ezberlerimizi bozmuyor. 'Senin acın, benim acım' retoriği etrafında şekillenen tepkilerle de bir yere varılmıyor. Sorunları iyi okuma konusunda elimizden geleni yapmalı, birbirimize yardımcı olmalıyız. Sahici barış isteği de retorik yarıştırmakta değil, blok taraftarlığın ezberlerini bozan adımlarda somutlaşır.
Niye İslamcı gençler hantal devlet refleksleri ve adımlarının kıvrımlarında kaybolmak yerine, Suruç’ta ölenler için bir program, gösteri, yürüyüş yapmasın? Neden sol duyarlığa sahip ve Suruç’ta olduğu gibi Kürt meselesi bağlamında faal gençler mesela Rohingya’da yaşanan dramlarla ilgili bir faaliyet ortaya koymaz? Daha önemlisi de ülkemizdeki sayısı günden güne artan mültecilerin daha olumlu bir kabulü adına ortak çabadan yoksunluk. Yakınındaki muhtaç her zaman daha öncelikli olmalı değil mi?
Aliya’nın 'Özgürlüğe Kaçışım’da dile getirdiği özeleştiri sorularına geri dönmek umutlu bir başlangıç anlamına geliyor kanımca: “Yapmamız gereken neyi yapmadık, yahut yapmamamız gereken neyi yaptık?” (Küre, sf. 321).
Devlet her zaman hantal, siyaset de ister istemez aceleci. Uzun vadeli bir emek istiyor barış; sivil alanları güçlendirmek şart. Ne çok insan canlarıyla ve bir ömür süren çabalarıyla barış sürecini hazırladı.
Her zamankinden daha çok birbirimize ve barışa sahip çıkalım ve “BİZ” olmanın sorumlulukları üzerine daha sağlam bir şekilde düşünmenin yollarını arayalım. Terörün umutlarımızı alıp tüketmesine, iyi duygularımızı yok ederek bizi boş gözlerle etrafa bakınan kitlelere dönüştürmesine izin vermeyelim.
Biri genellemelere giderek bana nefret sözcüklerini telkin ediyor diye dünyaya nefretle bakacak değilim, aslında sorunun özü bu. Türkiye, sadece nefret dolu ırkçılardan, sadece öldürerek kazanmaya inananlardan ibaret değil; hoş, aksi halde tek kelime yazamaz hale gelirdik.
Cihan Aktaş, 01.08.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu:
Kaynak belirtilmek kaydıyla Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Dünya Bülteni:
http://www.dunyabulteni.net/yazar/cihan-aktas/20292/baris-biricik-umudumuz
Yazının ilk yayınlandığı yer: Dünya Bülteni:
http://www.dunyabulteni.net/yazar/cihan-aktas/20292/baris-biricik-umudumuz