Sonsuz Ark'ın Notu:
Aşağıdaki 'tesbit eden, öneren ve ama asla vicdanı olmayan' analiz, reel politik perspektifiyle nesnel görünse de, Suriye politikasının karmaşık ve anlaşılmaz görünen görüntüsünün altında çok katmanlı, çok girişli-çıkışlı, yakın, orta ve uzak vadeli planlamalarıyla ABD'nin işler ve zamanlar sıkıştığında kabak gibi ortaya çıkan çelişkili, fırsatçı, katliamcı, insanlık adına utanç verici karakterini anlamamızı sağlayacaktır. Analiz'de birbiriyle tutarsız, duygusuz tesbitler ve tavsiyeler içeren; insanları, halkları ve ülkeleri nominal nesne değeri üzerinden değerlendiren açık birçok örnek göreceksiniz.
Seçkin Deniz, 02.08.2015
What Will Happen in the Turkish Syrian “Whatever Zone”?
Hikâye, herkes tarafından artık biliniyor; Türkiye’nin hem PKK hem de IŞİD’e karşı gerçekleştirdiği hava saldırıları ve diğer gelişmeler.
Kısaca söylemek gerekirse iki ihtimal söz konusu: Ya Türk operasyonlarını daha geniş bir Suriye cephesi veya bölgesel bir bağlama yerleştirmek ya da bu operasyonları kuzeyde sınırlı bir alan içerisinde, daha sonraki aşamalarda 60’a 20 mil (veya buna yaklaşık) genişleyebilecek şekilde, ancak şu an sadece Suriye’nin kuzeyinde bulunan taktiksel hedeflere odaklanmış bir tampon bölge dahilinde değerlendirmek.
Fakat gerçeklik, bizim iki perspektifle yapmış olduğumuz kavramsal sınıflandırmalara bağlı kalmaz. Diğer bir deyişle iki olasılığı birbirinden ayıran sınır sadece bizim zihinlerimizde mevcuttur. Sahada ise gerçekte farklı bir hikâye hüküm sürmektedir. Bu yaklaşımlardan herhangi biri, başlangıçtaki hedeflerden bağımsız olarak bir diğerine baskın çıkarak onu farklı bir biçimde şekillendirecektir.
Öncelikle günümüze yönelik, Türk bölgesi ile ilgili bazı değerlendirmeler ve sorulardan başlayalım.
Bölgeye ne ad verileceği konusunda birçok düşünce mevcut. İlk önce bu bölgenin “IŞİD’ten Arındırılmış Bölge” [ISIL Free Zone] olarak adlandırılmaması gerekir. Bunun yerine Türk tarafı tarafından ifade edildiği şekliyle “IŞİD-PKK’dan Arındırılmış Bölge” olarak adlandırılması ve IŞİD’ten sonra bir soru işareti koyulması gerekmektedir. Buradaki mesele iki grup arasındaki ilişkinin doğası ve Ankara’nın her iki tarafa yönelik politikalarıdır.
Bunun da ötesinde 'Güvenli bölge’ tanımlaması aldatıcıdır. Bu kelime, askerden arındırılmış anlamına gelmemektedir. En azından resmi anlamda henüz uçuşa yasak bölge anlamında da değildir. Tampon kelimesi ise Türkiye’nin yaptığı hamlenin açık bir yorumuna işaret etmektedir. Türkler hassasiyetle, F-16’larının Suriye’deki hedefleri Türk hava sahası içinden vurduğunu ifade etmiştir.
İkinci önemli soru da, uzun zamandan beri Uçuşa Yasak Bölge’den bahseden Türklerin, yalnızca bunun ileride Uçuşa Yasak Bölge’ye çevrileceği sözünün verilmesi üzerine, bu taleplerini tampon bölge seviyesine indirmesinin sebebidir.
Üçüncü nokta da ABD ve Türkiye arasında gerçekleşen ikili görüşmelerde konum ve zaman çizelgeleri üzerinde kesin bir anlaşmaya varılıp varılmadığıdır. Anladığımız kadarıyla nihai anlamda detaylı bir anlaşma bulunmamakta ve görüşmeler halen devam etmektedir. Fakat şurası son derce önemlidir ki; sonuçta varılacak herhangi bir karar Türkiye’yi önemli adımlar atmaya zorlayacaktır.
Bu adımlar şu şekilde sıralanabilir: Rakka’ya gerçekleştirilecek bir saldırıya yardımcı olmak, belirli terörist muhalif gruplarla bağlantıların kısıtlanması, özgürleştirilmiş şehirlerde fonksiyonel sivil yönetimlerin oluşturulması, Fırat’ın batısında IŞİD’in varlığına son vermek için harekete geçmek vs.vs.
Eğer Türkler Suriye’nin kuzeyinde IŞİD’in varlığına son vermek istemiyorsa o zaman oraya müdahalelerinin ne anlamı var? Bu iş zaten Suriyeli muhalifler ve YPG tarafından yapılmaktadır.
General Allen ve Wormuth tarafından Türkiye’nin müdahalesini makul argümanlar ve açık hedeflerle şekillendiren bir hükme varıldı mı, emin değiliz. Eğer bir anlaşmaya varılmadan adımlar atılacak olursa, tüm olay tek taraflı ve potansiyel anlamda zararlı bir maceraya dönüşebilir.
Durumu yakından takip edenler için, Türkiye’nin ani karar değişikliğine, artık daha fazla bekleyemeyecek duruma gelmesinin sebep olduğu açıktır. Ankara atmış olduğu adımı bir “imtiyaz” olarak tanımlamaktadır. Fakat gerçekte duruşunu değiştiren Washington değil Türkiye’dir.
ABD her zaman İncirlik hava üssünü kullanma izni elde etmeye çalışmış; buna karşılık Türkler, kendi taleplerinde ısrar ederek, İncirlik hava üssünü ancak uçuşa yasak bölge karşılığında açabileceklerini, yoksa bir anlaşma olmayacağını belirtmişlerdir. Şimdi Erdoğan birdenbire bir “imtiyaz” sağlamayı kabul ederek, uzun süreden beri devam ettirdiği katı tutumda yumuşama göstermiş, uçuşa yasak bir bölge yerine, tampon veya ona benzer bir bölgeye razı olmuştur.
Fakat bu verilmiş bir imtiyaz değildir. PKK’yı temsil eden, Halk Koruma Birlikleri (YPG), geçen Haziran ayında Tel Abyad’ı IŞİD’in elinden almayı başarmıştır. Bu, şu an şahit olduğumuz Türk askeri operasyonu için geri sayımı başlatan olay olarak değerlendirilebilir.
Kobani’nin düşmesinin ardından Tel Abyad’ın alınması, 'de fakto' olarak Suriye Kürdistanı otonom bölgesi olan, gayrı resmi üç kantonun birbirine bağlanması için YPG tarafından kaydedilen ilerlemenin en büyük adımıydı. Suriye Kürdistanı’nın diğer iki kantonu; Halep Eyaleti’nin kuzeybatı ucunda yer alan Afrin (Arapçada Afrin, Kürtçede Efrin) ve Haseke’nin kuzeyinde yer alan Cezire (Jazira-Cizire) kantonu oluşturmaktadır.
Bu dramatik gelişme aniden Ankara’da kırmızı ışıkların yanmasına neden oldu. YPG’nin Kuzey-Güney Anayolu’nu geçerek Güneyden IŞİD kontrolündeki Sarin’i koparmaya çalışacağı açık bir şekilde görülmüştü (Nitekim YPG tam olarak bunu yapıp Mallah’ı ele geçirdi).
Bu şekilde YPG, bazılarının Türkiye ile güçlü ilişkiler kurduğu nispeten ılımlı Suriyeli muhalifleri çevreleyebilecek, batıya doğru Afrin’e ilerleyerek en sonunda burayı Türkiye ile sınırdaş Kürt şeridine bağlayabilecekti. Sahada elde edilecek bu türden çok önemli bir gelişme, YPG’ye Cerablus’a saldırarak Azez’e doğru ilerleme imkânı sağlayacaktı.
Şimdi, yapılan tampon bölge anlaşmasının ardından, kendi ulusal amaçları doğrultusunda bakıldığında Kürtler tarafından kaydedilen son ilerlemenin stratejik değeri, anlaşma öncesi ile aynı olmayacaktır. Batıya doğru hiçbir şekilde ilerleme şansları yoktur, dolayısıyla Afrin ile bağlantı kurma şansları da. Türk tarafı, tampon bölgesini iki bölümü birbirinden ayıracak bir dikkatle belirlemiş ve öngörülebilir gelecekte de bu bölgelerin birbirinden ayrı kalmasını garanti altına almıştır.
Olaylar Türkiye için bir kabus niteliği taşıyordu. Ancak en kötüsü Amerikalıların YPG’ye yardım ediyor olmasıydı. Amerika’nın YPG’ye yardımı, Türkiye’yi bir şeyler yapmaya zorlamak için Washington tarafından kasıtlı olarak mı planlanmıştı yoksa, ABD’nin IŞİD’le savaşabilecek bir kara gücü arayışının yan ürünü müydü (bu daha yüksek ihtimal), burası açık değil.
Hangisi gerçek olursa olsun Türkler’in, ABD-YPG arasındaki operasyonel bağlar daha fazla güçlenmeden bir şeyler yapma kararı aldığı anlaşılıyor.
Tüm bunlar göz önüne alındığında, tampon bölgenin Türklerin IŞİD’e karşı duyduğu anlık bir tepkiyle ortaya çıkmadığı görülmektedir. Bunun öncelikle Türklerin menfaatlerine uygun bir adım olduğu anlaşılmalıdır. Olayın kamuoyuna esasen IŞİD karşıtı “büyük bir başarı” olarak sunulması tamamen aldatıcıdır. IŞİD’le mücadelede çetrefilli ve dolaylı bir yoldan faydası olabilir. Fakat henüz hedefin bu olduğu bile kesin olarak belli değildir. Durumu belirleyecek olan Ankara’nın kararları ve PKK’nın bu kararlara karşı atacağı adımlardır.
Diğer bir deyişle, eğer PKK bir noktadan sonra Türklere saldırılarını yoğunlaştıracak olursa Türkiye bunun, yüzünü yeniden IŞİD’e çevirmeye zorlamak için yapıldığını düşünebilir. Yazının başında “PKK ve IŞİD’ten Arındırılmış Bölge” ifadesinde yer alan IŞİD kelimesinden sonra bir soru işareti koyulması gerektiğini belirtmemizin nedeni de budur.
Tüm bunların anlamı şudur; Türkiye'nin Kuzey Suriye'deki gündemi ile ABD'nin gündemi arasındaki fark, oradaki askeri durum ve operasyon dinamikleri üzerine yansıtılacaktır.
PKK'nın stratejik hedefleri üzerinden taviz verilmiş görünse de Parti politik anlamda bu durumdan kazançlı çıkmıştır. Parti'nin oyun planına razı olması için şimdi daha fazla bedel ödemek gerekmektedir. Ankara PKK'ya askeri, politik veya herhangi anlamda bir bedel ödemeye hazır değildir. AB'nin, PKK reaksiyonlarını kontrol altına almak ve sınırlandırmak için ve PKK-Türkiye arasındaki ateşkesi korumaya yönelik daha fazla çaba sarf etmesi gerekmektedir.
Buradaki problem şudur ki; tampon bölge ile ilgili her tartışmada Türkiye'nin kararlı bir şekilde ve kısa vadede hem IŞİD'i, hem PKK'yı ortadan kaldırabileceği yönünde yanlış bir varsayım öne sürülmektedir. PKK ve Türkiye arasında on yıllardır sürmekte olan çatışmaya bakan herhangi biri, bu tür bir varsayımın en azından fazlasıyla iyimser olduğunu görecektir. Daha da ötesi, Türkiye'nin IŞİD'e yönelik duruşunun, sahadaki sürdürülebilir eylemlerle teyidi gerekmektedir.
Daha az hatalı olmayan başka bir varsayım da Türkiye'nin, kuzey Suriye'deki YPG pozisyonlarını hedef almaktan ABD'nin ricası üzerine uzak duracağı ve Türklerin de prensipte buna razı olduğu düşüncesidir. Yeni bölge (zone) hakkında, adı artık her ne ise, bilgi verilmesinden birkaç saat sonra, Türk mermileri “yanlışlıkla” Kürt hedeflerin üzerine düştü. Farklı hedeflere sahip iki farklı gücün, operasyonel anlamda bile birleştirilerek tek bir güç haline getirilmesi her zaman zor bir şey olduğu için bu tür yanlışlıklar tekrar edecektir.
Gözümüzün önünde duran bu güçlü örneğe bakıldığında bunun ortaklık doktrininde görülen içsel bir problem olduğu söylenebilir. Fakat bu problem her ortaklık ilişkisinde görülen değişmez bir durum değildir. Bu durum, her iki tarafın birbirine karşı baskı gücüne bağlıdır. (Yukarıda bahsedilen) bu özel durumda, eğer konum-zaman çizelgeleri açık bir şekilde belirlenmemişse, o zaman ABD'nin baskı gücü gerektiği şekilde kullanılmamış demektir.
Açık bir şekilde belirlenmiş anlaşma şartları, herhangi bir kimse tarafından Amerikalıların Türkler tarafından aldatıldığı iddiasının ileri sürülmesine engel olacaktır.
Eğer bu tür şartlar belirlenmemişse ABD, bir kez daha Orta Doğu politikalarının ne kadar zayıflamış olduğunu göstermiş olacaktır. Dünya ise Erdoğan'ın Amerikalıları bir fantezi ülkesine gezintiye çıkararak bu arada kendi istediği şeyi elde etmiş olduğunu konuşacaktır.
Doğal olarak ne olup bittiğini bilmiyoruz. Fakat her halükarda kesin olarak bildiğimiz bir şey var: Bir cehennem üçgeninin [Suriyeli muhalifler-Esad-IŞİD] yerine bir başka cehennem üçgeni [Türkiye-PKK-IŞİD] getirildi.
Bölge'de söz konusu olan bu koşullarla birlikte, durumun akıllıca yönetilmesi halinde potansiyel avantajların da mevcut olduğu söylenmelidir. Kuzey Suriye'deki durum herkes için derin bir endişe kaynağıdır. Suriye'nin kuzeyinde acil bir eylemin gerekli olduğu aşikardır. Halep'te bulunan Suriye rejim güçleri aslında tükenmiş bir haldedir. Suriye Başkanı 26 Temmuz tarihinde, kendi güçlerinin azalan kapasitelerini nerede kullanacakları konusunda seçici olmaları gerektiğini açık açık ifade etmiştir. Suriye'nin kuzeyinde rejim güçlerinin azalan varlığı ile birlikte şu sorun ortaya çıkmaktadır:
Esad birliklerinin ortadan kalkması durumunda bu bölgeyi kim kontrol edecektir?
Türklerin varlığı, bu sorunun cevaplanmasında belirleyici bir rol oynarken, aynı zamanda yeni problemlerin ortaya çıkmasına da neden olacak; potansiyel kaosu azaltırken gündemin Ankara'nın isteğine göre şekillenmesi ile sonuçlanacaktır. Esasında Türklerin Suriye'ye girmesine imkan sağlamanın, günün sonunda (şu an hala öğle vaktindeyiz) IŞİD ile herhangi bir ilgisi yoktur.
Esad'ın çekilmesinin ardından Suriye'nin kimin tarafından kontrol edileceği meselesine daha önce de değinilmişti. Esad güçlerinin Rakka, Deyr ez Zor ve Halep'te bozguna uğraması durumunda, IŞİD kontrolsüz bir şekilde yayılma imkanı bulabilirdi. Ayrıca bu durum, tüm bölgeye yayılacak bir kaosa ve katliamlara yol açabilecek bir dönemin başlamasına neden olabilirdi.
Muhaliflerin ortak düşmanına ait bayrağın, korkuluk vazifesi görmüş olsa bile, yerinden sökülmesi; savaş lordları, rekabet halindeki muhalif gruplar, IŞİD, YPG ve diğer bütün unsurlar arasında pek çok kanlı yüzleşmeye yol açacaktı.
Diğer yandan, kuzeydeki bu yeni denklemde Türklerin YPG'ye karşı tavrının nasıl belirleneceği meselesi ortaya çıkacaktır. YPG, Suriye'nin kuzeyinde IŞİD'e karşı etkin bir şekilde mücadele etmiştir. YPG, IŞİD'e karşı kuzeyde oluşturulan, içinde ılımlı muhaliflerin ve umarız Türkiye'nin de bulunacağı yeni kulüpten çıkacak olursa, kulübün IŞİD'e karşı önceden olduğu kadar etkin olup olamayacağı belirli değildir. Geçmişte bu başarı sağlanamamıştır.
Bütün niyet ve amaçlarına rağmen Türkiye'nin bir görev genişlemesinden kaçınmasına yönelik az bir şansı vardır. Sebep sadece nesnel (bu tür askeri operasyonların doğası) değil aynı zamanda özneldir (Türkiye'nin Kürt Sorunu'na yönelik politikaları). Her iki durum, yakın gelecekteki kendi komplikasyonlarını üretmek için etkileşime girecektir. Eğer Esad iktidarı devam ederse rejim güçleri, kendi “bölgesini” güvenli hale getirmek için birliklerini sınıra yönlendirme baskısı altında kalan Türkleri hedef alacaktır.
Amaç, kuzeydeki kaosu önlemek iken, bu potansiyel görev genişlemesi, Suriye'nin kuzeyini muhalif kesimle ittifak halindeki Türkler, Suriye ordusu, YPG ve IŞİD arasında oluşacak bir savaş alanına çevirme tehdidini içermektedir.
Ancak kapının Türklere açılması, operasyonun sadece dikdörtgen şeklindeki tampon bölge ile sınırlı kalacağı anlamına gelmiyor. Atılacak adımlar birçok olasılık, fırsat ve aynı zamanda risk barındırıyor.
Olayların gidişatı, ABD'nin sorumluluklarına bağlı kalmasına ve bu sorumluluğun, olayların gelecek aylardaki genel doğrultusunu belirleyebilmek için bir baskı gücü olarak uygun bir şekilde kullanımına bağlıdır.
PKK'nın, Türkiye ile arasındaki barışı sürdürmesi gerektiği yönünde ikna edilmesi gerekirken, Kuzey Suriye'ye yönelik büyük hedeflerini sınırlandırması hakkında da Parti (PKK) ile görüşülmesi gerekmektedir.
Eğer Türkiye tarafından gerçekleştirilen operasyon, Suriye'deki krizi sonlandırmaya yönelik kapsamlı bir yaklaşımın parçası ise; bu operasyonun, oyunun sonunu getirecek çözümü bloke etmeyecek şekilde biçimlendirilmesi hepimizin beklentisi olmalıdır.
Kuzey doğudaki tansiyonun düşürülmesi için, Peşmerge ile ittifak halindeki paramiliter bir gücün oluşturulması da yakın gelecekte bir zorunluluk haline gelecektir.
31 Temmuz 2015/ISSUE 88 VOL II
Tamer Güner, 02.08.2015, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri,
Makalenin orijnali:
http://mebriefing.com/?p=1836