"Bu ortamda, Türkiye’deki en yüksek otorite şu an belirsiz görünse de, ülke olarak stratejik önemi sorgulanmıyor."
Bu madde ile ilgili ilk toplantı daveti 2003’te gelmişti Türkiye’den. Irak’ın ABD tarafından işgali gündemdeyken Türkiye, Saddam rejiminden gelecek olası tehdide karşı korunma çağrısında bulunmuştu.
Türkiye şimdi toprak bütünlüğüne dair hem IŞİD’den hem de Kürt organizasyonlardan tehdit olduğunu iletiyor. NATO üyelerinin ilkinden gelen tehdide karşı destek olmak istedikleri bilinmekte. Yine bu nedenle ikinci konu biraz problemli.
Çağrı PKK ile IŞİD’in aynı olup olmadığı ve Türkiye’nin gerçekleşen ölümlü saldırılar ardından kendini korumak istemesinin haklılığı tartışmalarına yol açtı. Ayrıca PKK ile IŞİD aynı değil derken, PKK tüm Kürtlerin temsilcisi olarak yansıtılıyor.
***
Kürtlerin tepkisi anlaşılır. Ak Parti iktidarda olmadığı halde, sırf yönetimi sürer gibi olduğu için rahatsız olanlar, Türkiye NATO’dan çıkarılsa veya başka platformlarda savunmasız kalmaya zorlansa gayet mutlu olacak...
Bu kitle PKK ile mevcut ateşkesi PKK’nın bozduğunu unutuyor. PKK’nın koalisyon görüşmeleri sırasında Öcalan’ın ev hapsine alınması gibi konuları öne çıkarmak istediği biliniyor. Ayrıca, Demirtaş, Öcalan ve Kandil arasında nasıl bir koordinasyon ve duygu hakim tam bilinmiyor.
Türkiye, IŞİD ile mücadele eden tek güç YPG-PKK’ya savaş açıyor demek gerçekçi değil. Zira Irak ve Suriye’nin şii ağırlıklı orduları da IŞİD ile mücadele etmekte. Şii ekseninin Batı’nın Suriye’de sünni radikal bir hükümetten korkmasını sağlamak için bu örgütü palazlandırdığı iddialarını yine de ekleyelim.
***
Batı demokrasileri istedikleri örgütleri istedikleri şekilde oynatırken Türkiye’nin IŞİD ile ateşkesini sorgulamak inandırıcılıktan uzak. Kürtleri IŞİD’den koruyan PKK olabilir. Ancak Türkiye de askerini, polisini ve vatandaşlarını PKK dahil tüm tehditlerden korumak ile mükellef. Türkiye iddia edildiği gibi IŞİD’i destekleyerek arka çıktıysa, bununla mücadelenin yolu Türk polisini öldürmek olarak görüldü.
Bu noktada MİT Tırları ve hesap verilebilirlik noktaları da gölgede kalan konular. Bugün bu resmi çizerken bilinmeyenler var. Tıpkı demokratik ülkelerin de bilinmeyen irtibatları olduğu gibi.
Diğer yandan Suriye savaşının başında ABD istihbaratının da Suriye’ye, muhalifler için Türkiye üzerinden silah soktuğu sızan bilgiler arasında. Türkiye sadece daha çok bölünmüş ve ayrışmış olduğu için bazı olayları içinde yönetemiyor. Bir yönetim krizi çıkıyor. Bu bir zaaftır ve başarısızlıktır.
Mesela Gezi’ye daha ılımlı olunsaydı vs... Bazı şeyler daha iyi yönetilebilir miydi? Cemaat’e teslim olunup olunmadığı ve 17 Aralık’ın gerçekten bu ayrışmadan çıkıp çıkmadığı hala muamma. Ancak her kesime savaş açılarak yumuşak karnımızın hassasiyeti arttı.
***
Bush doktrini denilen ve Batı’nın teröre sponsor olan devletlere yönelik rejim değiştirecek araçları da kullandığı önleyici hedefler metodu hala gündemde. Rejim değiştirtmek kavramı kulağa demokratik gelmiyor. Adaletli bir yönetim ortaya koymayan monarşilerde, zulüm ile yönetilen ülkelerde dahi rejim değiştirmek için halkın talebi ve sonrasında kendilerini yönetme hakkının sağlanacağı bir mücadele dönemi gerekmekte.
Örneğin; Irak ve Suriye gibi etnik ve mezhepsel olarak bölünmeye müsait bölgelerde halkların özgür iradeleri ile konfederal yapılar birlikte yaşamak isteyebilir. Westfalya düzeninin artık büyük güçleri tehdit etmeme şartına bağlandığı bu ortamda Türkiye de ulus-devlet modelini gözden geçirebilir.
Olası değişiklik için medya gibi propaganda araçlarının kullanılması da metodun bir parçası olmakta. Tam da bu noktada gerçekten özgür basın bir kere daha tartışmasız önem kazanıyor.
***
Diğer yandan Amerikan Kongresi’nin Suriye’de IŞİD ile mücadele eden Kürtler için onayladığı bütçe 350 milyon Dolar. Erdoğan’ın bugüne kadar PKK ve Kürt sorunu için arabuluculukla yürütmeye çalıştığı süreç bir şekilde tıkandı. KCK tahliyeleri ve tutuklamaları bugün bakıldığında daha anlamlı.
Araya giren Ergenekon davaları ile şahin kanadı olarak billinen terörle mücadeleciler bilendi. Darbe davalarındaki hukuksuzluklar da bunu kolaylaştırdı. Cemaate yakın olduğu iddia edilen kadroların kimlerin lehine hangi politika ile hareket ettiği hala anlaşılmış değil.
Türkiye siyaseti özel hayat kayıtları üzerinden dizayn edilmeye çalışıldı. Batı’nın da bu konuda Ak Parti’ye karşı da kullanılabilecek noktaları not ettiği dokümanlara yansıyor.
Bugün Erdoğan’ın dışında askeri operasyonların hızlandığı bir irade görülmekte. Bu irade Erdoğan ile ne kadar işbirliği yapar, sermayenin bu işteki rolü ne olur kestirmek zor. Türkiye’de asker öldükçe Doların artmasını bekleyenler de var.
Konuya, yani PKK’ya Türkiye’nin varlık meselesi olarak bakanlar, Erdoğan’ın IŞİD desteğine kişisel şekilde dikkat çekerek Türkiye’yi mücadelesinde aklamaya çalışıyor. Ve Erdoğan yönetiminin NATO’dan herhangi bir şey beklememesi gerektiğini de bu gerekçeye bağlamaktan kaçınmıyorlar.
***
Türkiye’nin çağrısı IŞİD’in balkanlar üzerinden Avrupa’ya sıçrama ihtimali göz önüne alınırsa, PKK noktasında elini güçlendirebilir.
Türkiye’nin ABD üslerini açmış olduğu dönemde Rusya ile olan gaz ilişkileri ve Rusya’nın Suriye rejimine yönelik desteği ve Kırım Türkleri de konunun konuşulmayan diğer boyutları.
Türkiye, toplantıda NATO’nun askeri varlığını arttıracağı bir yardım talep etmedi. Ve zaten birliğin en büyük ordularından birine sahip. Genel Sekreter Jens Stoltenberg ise yaptığı açıklamada 'PKK' adını telaffuz etmedi, ancak Türkiye’nin yanında olduklarını vurguladı. ABD Dışişleri sözcü yardımcısı Mark Toner ise PKK’nın şiddetten vazgeçmesini istediklerini açıkladı ve Türkiye ile yeniden görüşmelerin başlamasının önemini vurguladı.
Bu ortamda, Türkiye’deki en yüksek otorite şu an belirsiz görünse de, ülke olarak stratejik önemi sorgulanmıyor.
Serra Karaçam, 04.08.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Medya Müfettişi