"Feminizmden komünizme, ev hallerinden eğitime ve eğitimle gelen kırılmalara, onu Doğu'ya yakınlaştıran güçlü sufizm vurgusundan mistik oyunlara kadar uzayan ve yazının uçlarını mitolojiye kadar taşıyabilen bir büyük kalemin ürünüdür Altın Defter."
Nobel
Edebiyat Ödülü'nün sahibi Doris Lessing 17 Kasım 2013'te 95 yaşında aramızdan
ayrıldı. Elimde Lessing'e ait fotoğraflar ve dünyada ses getiren kitabı Altın
Defter var. Lesssing'in gözlerine bakarken şunu düşünüyor insan: İnatla ve inançla çabalayan böylesi kadınlarda
en son yaşlanan hatta belki hiç yaşlanmayan organ gözdür.
Ona
duyduğum bu yakınlık belki -hatta büyük ölçüde - İran doğumlu oluşundan,
bundan da öte başyapıtı Altın Defter'e kadar sirayet eden İdris Şah'a duyduğu
yakınlıkla gelen sufizminden midir, belki öyledir. Yoksa daha genç yaşındayken
reddettikleriyle şekillenen dimdik kadın duruşundan mıdır? Denilen o ki; Doris
Lessing bir 'Dame' olabilecekken bunu reddeden bir kadındır. Nam-ı diğer Big
Britain'den gelen böylesi bir onuru kendi deyimiyle '…Ortada bir imparatorluk
kalmamışken 'Dame' olmanın ne anlamı var ki?...' diyerek reddeden bir kadın
düşünün.
Doris
Lessing standart kalıplar içerisinde Avrupa'lı ol(a)mayan bir Avrupa'lıdır.
Sözgelimi bir diğer başyapıtı 'Mara ile Dann' da 'İfrik' diye adlandırdığı
'Afrika', 'Yerrup'un –Avrupa'nın karşısında nasıl da çaresizdir. Onun altını
çizmiş olduğu bu çaresizliktir ki işte onu ve sevdiklerini de tıpkı Sisyphus
söylenindeki gibi '…Belki bir çare vardır…' diyerek yukarıdan aşağıya doğru
yuvarlanan koca kayaları hep doruğa taşımaya yazgılı 'Kaya Hamalları' haline
getirmiştir. Altın Defter'deki Anna – Ella ve Molly'nin tam aksine- sevgili
Saul gibi bir 'Kaya hamalıdır. Hedef 'gerçek' adlı kayayı bıkıp usanmadan
'Aptallık Dağı'nın doruğuna taşımaktır. Özellikle Altın Defter'de dikkati çeken
bu hal ise aslında gerçeği taşımaya çalışan insanın
kaderi gibidir.
NOBEL'İ
SÖKE SÖKE ALDI
Doris
Lessing'in değip dokunduğu, içine yerleşememiş olsa bile yanından yöresinden
tutunmaya ve tarif etmeye çalıştığı gündelik çarpıklık içinde sözgelimi tam
anlamıyla bir feminist olarak duramayışına benzer biçimdeki körü körüne inanmış
bir komünist olarak kalamayışını da bu 'kaya hamallığının' bir kader olarak
işlenişinde aramak gerekiyor.
Kaya
Hamalları'nın işi zordur. Garip tecelli; Doris Lessing'e 70'lerde Nobel Komitesi
dikenli bir tavır takınarak; 'Sizden hoşlanmıyoruz' bile diyebilmiş ve şöyle
devam etmiştir; 'Sizden hoşlanmıyoruz, Nobel'i hiçbir zaman alamayacaksınız'
Ve yine garip tecellidir; 11 Ekim 2007 tarihinde Nobel Edebiyat Ödülü'nü
kazanarak edebiyat dünyasını allak bullak eden bu uzun saçlı kaya hamalı Nobel ödülünü, kendisini en sert biçimde
eleştiren ve 'Son on beş yıldır yazdığı romanları okunamaz şeyler…' olarak
niteleyen Amerikalı eleştirmen, yazar Harold Bloom'un elinden söke söke
almıştır. Zira onların gözünde Doris Lessing çizilmiş yolda yürümeyi reddeden
ve tasarlanmış haldeki feminist kuramsal yığına uymayan bir kadın yazar olarak
daha en başından çizginin dışına çıkmıştır.
Oysa bu
hal Doris Lessing'e hiç de uymayan bir hal değildir. Çünkü o daha çocukluk
yıllarından itibaren uzun hayatı boyunca hep devam edecek bir uyumsuzluğun
takipçisi olmuştur. 13 yaşındayken eğitilmeyi reddederek okulu bırakacak kadar
kökü derinlerde duran bir uyumsuzluktur bu. O kadar ki hemen hepsi 20 yüzyılın
çalkantıları içinde geçen ömrü boyunca yazmayı tasarladığı nevrotik konuların
peşine düşmüş, gerçekliğin insanı büken ve çarpıtan bir zehir gibi yayılışını
sürekli izlemiş ve kesin bir biçimde zamanın tüm inançlarını, kurallarını ve
insanı sıraya koyan tüm yargı biçimlerini kırıp parçalayarak yaşamayı
seçmiştir.
Altın
Defter hem devasa içeriği hem de iç içe yerleşmiş kapsamlı katmanlarıyla tam da
Doris Lessing' in bu parçalamak istediği gerçeklik içindeki yaşam mücadelesinin
anlatısı gibidir.
'İNSAN'I
MERKEZ ALMIŞTI
Öyle bir
mücadeledir ki bu, ona çokça roman, öykü ve oyunlar yazdırmış ve her yazdığı
metinle tam ortasında yer aldığı bir zamanın karşısında daha bir dinçlikle
durabilecek bir güç kazandırmıştır.
Bu
haliyle de Lessing, Anna'nın hayatını yazarken bir cinsiyet eşiğini aşarcasına
yer yer kadın dilinden koparak erkeksi bir dille yazmış olmakla suçlanmayı da
göze alarak yaşadığı çağa ve bu çağın sunumlarına en gerçekçi cevaplardan
birini vermiş, ne sadece kadınların ne de sadece erkeklerin peşine düştüğü bir
özgürlüğün çığırtkanlığını yapmak yerine daha derinlerde bir yerde duran
insanın özgürlüğüne ışık tutmaya çalışmıştır.
UCU
MİTOLOJİYE KADAR UZANIR
Bu
parçalanmış gerçeklik içinde hatta bir 'persona non grata' ilan edilmek
pahasına Terörist'i yazması bir yana kediler üzerine onca düşünüp hayvanların
bu en duyarlısından yola çıkarak kendi savrulmasını toparlamak bile istemiştir
Lessing. İşte 80'lerde Jane Somers olarak yazdığı iki kitapla yapmak istediği
şey de belki bu toparlanma çabasının izleklerinden sayılmalıdır. Ama yine de
oldukça şaşırtıcı bir izlektir bu.
Altın
Defter'de içeriğe yüklenen onca yoğunluk bir yana, aynı zamanda bilardo topunu
andıran ama bir o kadar da bile bile gevşek örülmüş yapısal bir başarının
sıkılığını da ortaya koyabilmiştir Lessing.
Feminizmden
komünizme, ev hallerinden eğitime ve eğitimle gelen kırılmalara, onu Doğu'ya
yakınlaştıran güçlü sufizm vurgusundan mistik oyunlara kadar uzayan ve yazının
uçlarını mitolojiye kadar taşıyabilen bir büyük kalemin ürünüdür Altın Defter.
Bakmayın
Altın Defter'in salt altın rengindeki parlayışına; o defter de aslında kırmızı,
sarı, mavi ve siyahı bir araya getiren uzun saçlı bir simyacının kar(g)ışı
toplanmıştır…
Şahin Torun, 15.08.2015, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Eleştiri, Kitap Notları, Kitapların Ruhu
Kitabın
Künyesi:
Altın
Defter 1-2
Doris
Lessing
Çev. Aslı Çelik
Çev. Aslı Çelik
Can
Yayınları
400
sayfa