"Kirli iç savaş, ABD’yi inşa edici bir şeyler yapmaya mecbur bıraksa da Washington’un hali hazırda bölgeye yönelik asıl hedefi İran ile yapılan müzakerelerin devamı ve ilerleme kaydetmesidir."
1916’da gerçekleşen Sykes-Picot anlaşmasıyla Orta Doğu’da yer alan ulus devletlerin sınırları beceriksizce çizilmeden önce; tüccarlar, politikacılar ve savaşçılar tarafından, kuzeyde Toros Dağları, batıda Akdeniz, güneyde Sina Yarımadası ve doğuda çöllerle çevrili coğrafyayı tanımlamak üzere Suriye ismi kullanılmaktaydı.
18 yy Paris’inde yaşayıp Akdeniz’in diğer yakasındaki pamuk ve baharat bolluğunu gören birisi olsaydınız bu bölgeyi Levant-kökü Latince “Yükselme” anlamına gelen “Levare” kelimesinden gelmektedir- güneşin doğudan yükseldiği yer olarak bilirdiniz. Eğer Hicaz’daki eski kervan yollarında seyahat eden veya günümüz Suudi Arabistanı'nda yaşayan bir tüccar olsaydınız, yüzünüz gün doğumuna dönükken bu bölgeyi, Arapça Bilad'üş-Şam veya Arap Yarımadasında yer alan İslam’ın kutsal mekânlarının “Solundaki ülke” olarak isimlendirirdiniz.
İster doğudan veya batıdan, isterse kuzey veya güneyden bakılsın Suriye, her zaman için kendisinden çok daha güçlü ülkeler tarafından çevrilmiş talihsiz bir konumda yer almıştır. Kuzeyde Marmara Denizi’ni çevreleyen Küçük Asya ve Avrupa arasındaki zengin ve bereketli araziler, güneyde Nil Nehri Vadisi ve batıda Toros dağları ile Fırat Nehri arasındaki topraklar, bu bölgelerde çok geniş ve birleşik toplumların oluşumuna imkân sağlamıştır.
Bu yerlerde kontrolü elinde tutan güçler yayılma arayışına girdiğinde kaçınılmaz şekilde Suriye’ye yönelmiş bunun sonucunda; kontrolsüz bir biçimde kan dökülmüş, ırklar birbirine karışmış, dinler arası tartışmalar yaşanmış ve bir yandan da toplumlar arasında ticaret gerçekleşmiştir.
Sonuç olarak; Suriye’nin modern dönem öncesi tarihinde bu bölgede sadece iki kez egemen ve bağımsız devlet kurulabilmiştir; Bunlardan birincisi, İ.Ö 301-141yılları arasında Antioch’da (Antakya-Türkiye) hüküm süren Helenistik Selevkos hükümdarlığı ve diğeri M.S 661-749 yılları arasında Şam’ın doğusunda yer alan Emevi halifeliğidir.
Suriye, tarihinde sıklıkla bölünmüş veya komşularının hâkimiyet alanına girmiş, çok zayıf, sosyolojik olarak parçalı ve coğrafi konum bakımından da oldukça korunmasız bir ülkedir. Bu durum, sınır bölgesinde yer alan ülkelerin kaderidir.
Suriye coğrafyası, Nil Vadisi’nden farklı olarak içeride yaşanan çatlaklarla baş etmesini sağlayacak bağlayıcı unsurlardan yoksundur. Gelecek vaat eden bir Suriye devleti, sadece deniz ticaretine olanak sağlayan bir sahil şeridine ve denizden gelecek tehditlere karşı koruyucu bir güce değil, aynı zamanda yiyecek temini ve güvenliğin sağlanması için birleştirici bir iç bölge yapısına ihtiyaç duymaktadır.
Diğer yandan Suriye’nin çetin coğrafyası ve birçok azınlık tarafından oluşturulmuş sosyolojik yapısı, genellikle bu ihtiyaçlara yönelik büyük bir engel teşkil etmiştir.
Suriye’nin uzun ve oldukça dar sahil şeridini dağ ve platolar takip eder. Bu batı kuşağı boyunca Alevi, Hristiyan, Dürzi azınlıklar batıdan gelecek güvenilmez dış güçlere karşı kendi bölgelerinde inzivaya çekilmiş gibidir. Diğer yandan bu azınlıklar, kendi varlıklarını garanti altına alacak herkim olursa onunla işbirliğine de açıktır.
Uzun dağ sıralarından sonra Asi Nehri Ovası ve Bekaa Vadisi arasında kalan engin düzlükler gelir ve ardından coğrafyanın, Lübnan’a bakan kısmı, Cebel el-Dürzi dağları ve Hevran platosu boyunca yeniden hızlı bir şekilde yükseldiği görülür. Bu zorlu coğrafya, baskı altındaki gruplara buralarda saklanma ve silahlanma imkânı sağlamıştır.
Anti-Lübnan dağlarının (Doğu Lübnan Sıradağları) hemen batısında Barada nehri, doğuya doğru akarak Şam adı verilen bir çöl vahasını oluşturur. Sahil şeridi ile bağlantısı, iki dağ zinciri ve doğuya doğru uzun çöllerle kesilen Şam, mantık olarak başkent yapılmaya uygun müstahkem bir şehirdir. Şam’ın bölgesel anlamda itibar gören bir başkent olabilmesi için; batıya doğru, dağlar arasından ilerleyen ve eski Fenike (Lübnan) sahili boyunca konumlanmış limanlara ulaşan bir koridora ihtiyacı vardır, diğer yandan kuzeye doğru giden yollarla da yarı kurak stepler boyunca ilerleyerek Humus, Hama ve İdlib’ten Halep’e erişim gerekmektedir.
Şam’dan kuzeye doğru nispeten düzgün bir yapıya sahip olan coğrafya, sahil şeridindeki çetin ve boyun eğmeyen yapı ile karşılaştırıldığında, oralarda yaşayan toplumların kaynaşarak homojen bir özellik kazanmasını kolaylaştırmıştır. Bereketli Hilal’in (Çev: Ortadoğu'da, Batı ve Ortadoğu uygarlıklarının doğduğu hilal şeklindeki bölge) ağız kısmında yer alan Halep, kuzeyde Anadolu, batıda Akdeniz ve güneyde Şam’a açılan doğal bir ticaret koridorudur. Anadolu’da yer alan egemen güçler için tarihi öneme sahip olan Halep, Şam’da zaman zaman ortaya çıkan isyanlara da nispeten uzak olması nedeniyle, iktidar için her zaman hayati anlamda önemli ekonomik bir bağlantı noktası olma özelliğini korumuştur.
Şam’ın merkezinden doğuya doğru gidildiğinde ise Suriye ve Mezopotamya arasında göz alabildiğine uzanan çöller yer alır. Seyrek bir nüfusa sahip olan bu bölge, kervan ticareti yapanlardan, Bedevi aşiretlere ve günümüzdeki cihatçılara kadar göçebe olarak yaşayan pek çok insan tarafından uzun süreden beri kullanılmaktadır.
Dizayn Edilmiş Demografi
Zamanın hüküm süren iktidarına bağlı olarak ülkenin demografisinde büyük dalgalanmalar görülmüştür. Hristiyanlar, çoğunlukla da Rum Ortodoksları, Bizans Suriye’sinde çoğunluğu oluşturmaktaydı. Arkasından gelen İslam fetihleri, içlerinde önemli sayıda Şii’nin de yer aldığı, farklı karışımlara sahip dini hiziplerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Zaman içinde Mezopotamya, Nil Vadisi ve Küçük Asya’dan gelen hanedanlıklar, Suriye’yi günümüzde görüldüğü şekliyle Sünni çoğunluğun yaşadığı bir bölge haline getirmiştir. Sünni nüfus, yoğun olarak Arap Çölü ve Şam’dan Halep’e uzanan hat boyunca yerleşirken, daha korunaklı olan sahil şeridi yakınındaki dağlara ise mozaik halinde azınlıklar yerleşmiştir. Tarikat benzeri bir yapıya sahip olan azınlıklar, kendi arasında istikrarsız ittifaklar oluştururken daima, ülke içlerinde yaşayan baskın Sünni güçlere karşı bir denge unsuru olarak müttefik olacakları uzak deniz güçlerinin arayışına girmişlerdir.
Levant ile sömürge bağlantıları en güçlü taraf olan Fransızlar, azınlıkları manipüle etme stratejisinde uzmandılar fakat bu yaklaşımın günümüzde de etkileri görülen çok acı sonuçları olmuştur. Fransızlar, Beyrut gibi hareketli liman şehirlerinden gelen ve Akdeniz ticaretini hâkimiyetleri altına almak isteyen Maronite Hristiyanlarını, Şam’da bulunan Sünni tüccarları fakirleştirmek adına desteklemiştir. Fransızlar ayrıca Suriye sahil şeridinde yaşayan ve Nusayriler olarak tanınan bir grubu ön plana çıkarmış ve dini bir itibar sağlama düşüncesiyle onları Aleviler olarak yeniden adlandırmıştır. Fransız mandası sırasında bu grup Suriye ordusuna yerleştirilmiştir.
Fransız mandası 1943 tarihinde sona erdiğinde büyük bir demografik ve mezhepsel kargaşa için müsait olan şartlar 1970 senesinde Hafız Esad tarafından gerçekleştirilen kansız bir darbe ile sonuçlanarak Alevilerin Suriye’deki intizamsız saltanatını başlatmış oldu. İran ve müttefiklerine yönelen şu anki mezhepsel dengeyle beraber Fransa’nın, Suudi Arabistan’ın yanı sıra Sünnilere destek verme politikası, çoğunluğunu Alevilerin oluşturduğu rejimin oluşumuna Fransa tarafından yardım edildiği düşünülünce oldukça ironik görünse de, bu durum bölgedeki klasik güç dengeleri mantığına uygun düşmektedir.
Gerçekçi Beklentiler
Bu hafta İsviçre’de Suriye meselesini görüşen (Çev: Cenevre-II Konferansı) delegeler, antik zamanlardan beri ülkeye hükmeden jeopolitik faktörlerden kaynaklanan uzlaşmasız gerçekliklerle karşı karşıya kaldılar.
Suriye’nin güçlü bir Alevi azınlık tarafından yönetilmesinden kaynaklanan anormal şartlar yakın zaman içinde değişecek gibi görünmüyor. Alevi güçler Şam’daki mevzilerini korurken kırsalda sürekli ilerleme kaydetmektedir (Çev: Makalenin ilk yayın tarihi 21 Ocak 2014’tür). Diğer yandan mezhepçi saiklerle hareket eden Lübnan merkezli militan grup Hizbullah, Şam’dan Bekaa vadisine ve Lübnan sahiline uzanan geleneksel hat boyu ile Asi Nehri Vadisi’nden Alevilerin yaşadığı Suriye sahil kesimine giden rotayı savunarak Alevilerin iktidarda kalmasını garanti altına almaya çalışmaktadır.
Aleviler’in, Şam’ı ellerinde tutabildikleri sürece ülkenin ekonomi merkezini gözden çıkarma ihtimalleri yoktur. Bu sebeple Esad’a bağlı güçlerin Halep’in kontrolünü ele geçirmek için kuzeye doğru yönelmeleri pek beklenmiyor.
Kendi askeri gücünün sınırlarının farkında olan rejim, Batı’yı bölgesel ateşkeslerle manipüle etmeye çalışacak ve böylece zaman kazanarak kendi kaynaklarını korurken, Halep’te rejimle işbirliği yapma ihtimali olan isyancılara yiyecek aktarımı sağlayacaktır. Bu sırada ülkenin uzak kuzey ve doğu kesimlerinde yer alan Kürt güçleri, kendi otonom bölgelerini oluşturmakla meşgul olmakla birlikte, Kürtlerin Şam’dan ziyade Türkiye’ye karşı bir tehdit oluşturduğunun bilincinde olan Alevi rejim bu noktada oldukça rahattır.
Lübnan ve Suriye’nin kaderi birlikte yazılmış gibidir. 19.yy ortalarında sahil kesimindeki dağların yoğun nüfuslu kesimlerinde, Dürziler ve Maronite Hristiyanlar arasında patlak veren kanlı bir savaş, hızlı bir şekilde Lübnan Dağı’ndan Şam’a doğru yayılmıştır. Şimdi ise durum tam tersinedir ve Şam’daki iç savaş Lübnan’a doğru yayılmaktadır.
Aleviler, İran ve Hizbullah’ın yardımıyla Suriye’de toprak kazanımlarına devam ederken, Suudi Arabistan tarafından desteklenen Sünni cihatçılar Lübnan’da daha aktif hale gelerek Lübnan Dağı’ndaki Sünni-Şii çatışmalarının sürekli sıcak kalmasına yol açmıştır.
ABD, başarısızlığa mahkûm olan barış konferansına öncülük ederek Suriye’nin yeniden inşasını sağlamaya çalışıyor olsa da Suriye’de güçlü menfaatleri bulunmamaktadır. Kirli iç savaş, ABD’yi inşa edici bir şeyler yapmaya mecbur bıraksa da Washington’un hali hazırda bölgeye yönelik asıl hedefi İran ile yapılan müzakerelerin devamı ve ilerleme kaydetmesidir.
ABD tarafından Suriye’nin geçiş sürecinde Esad’ın herhangi bir rolü olmayacağının ABD tarafından kamuoyuna açık bir şekilde dile getirilmesi, İran ve ABD arasında ihtilafa neden olmuştur; bu durum büyük ihtimalle Washington ile Tahran arasında gerçekleşen müzakerelerde pazarlık maddelerinden birini oluşturacaktır. Bununla birlikte Esad’ın esas hamisi İran ile şu an Doğu Akdeniz’e yönlendirebileceği önemli güce sahip tek unsur olan ABD’nin müzakere halinde olması Esad için büyük bir avantajdır.
Güneydeki Mısır tamamen kendi iç problemleriyle kapana kısılmış durumdadır. Şu an iç çatışmaların ve güç mücadelesinin yaşandığı ve bu durumun Arap dünyasına yönelik Türk maceracılığına kısıtlı bir hareket alanı bıraktığı, kuzeydeki ana güç Türkiye de öyle.
Bu durumda Suriye’de yaşanan mezhepsel savaşı doğrudan etkileyebilecek iki esas bölgesel güç kalıyor: Suudi Arabistan ve İran. Rusya’nın yanı sıra, Akdeniz’e erişimi göz önüne alarak Aleviler ile ilişkilerini iyi tutmaya çalışan İran, bu çatışmada üstünlüğü elinde tutuyor gibi görünse de; Suriye ve Mezopotamya arasında kalan çöllerde Suudi Arabistan tarafından desteklenen ve İran’a ayak bağı olacak birçok Sünni grup bulunmaktadır.
Savaş bu şekilde devam edip gidecek. Mezhepsel bölünmeye sebep olan taraflar savaş sahasında birbirlerine üstünlük sağlama potansiyeline sahip değil ve her iki tarafı da destekleyen ve savaşı kızıştıracak bölgesel güçler bulunuyor. İran, Suudi Arabistan’ı müzakerelere sürükleyecek avantaja sahip olsa da cesareti kırılmış Suudi Arabistan sonuna kadar Sünni isyancıları desteklemeye devam edecektir.
Savaş Lübnan’ın derinlerine doğru yayılmaya devam ederken sahada bulunan savaşçılar tarafsız güçler tarafından gündeme getirilen ateşkes çağrılarını sürekli manipüle etmektedir. Cenevre’deki konferansta gerçekleşecek politik bir uzlaşma sonucunda, Suriye’nin parçalanarak mezhebe dayalı devletçiklerin oluşumu veya yeniden birleşme ile tek bir ulus haline gelmesi mümkün değildir.
Aşiretlerin oluşturduğu mozaik yapı ve Şam’ın sahil şeridi ve ekonomik merkezle bağlantısının korunması zorunluluğu- Suriye’de hangi tür rejim başta olursa olsun-sınır hatlarını zayıf bir şekilde olsa da bir arada tutacaktır.
Reva Bhalla / 04.08.2015
Tamer Güner, 17.08.2015, Sonsuz Ark, Çevirmen Yazar, Çeviri,
Makalenin tamamı ve orijinali için:
https://www.stratfor.com/weekly/geopolitics-syrian-civil-war?utm_source=freelist-f&utm_medium=email&utm_term=Gweekly&utm_campaign=20150804&utm_content=readmoretext&mc_cid=d98770da07&mc_eid=130d09c33f